Felaketlerle sınanıp, felaketlerle an büyük imtihanlara tabi oluyor insanoğlu. Toplumsal karakterimiz ve ikinci plana itilmiş ikinci kişiliğimiz ortaya tam olarak da bu tarz zamanlarda ortaya çıkarlar. Her şeyin yerli yerinde olduğu, nimetlerin, imkanların elde olduğu demlerde, bir gece apansızın uykudan fırlayıp her şeyin elden çıktığı anda nasıl davranacağımızla, isyanın, kederin, tevekkülün hangi ucunda durabileceğimizle felaket gelmeden yüzleşme cesaretine sahip miyiz?

Gazze’de ölüm kusan bombalarla yerle bir olan, bir zamanlar evleri iken devasa yıkıntıya dönüşen enkazın üstünde oturmuş acının en derinini yaşayan Gazzeli anaların, kadınların, çocukların resimlerini görünce kendi ruhsal gerçeğimizin sarsıntısıyla irkilmeyen var mıdır? Gerçekten böyle bir acıyla yüz yüze geldiğinde, felaketten de öte zulme maruz kaldığında insan hüzün, acı, isyan, dua, lanetin hangisine tutunur? Bir anda hayatından çekilen her şeye karşı nasıl bir tepki verebilir? Evladının parçalanmış küçük bedeni karşısındaki bir annenin isyan ve inkara sürüklenmeden hüzünle karışık vakur duruşunu ne sağlayabilir?

Zulmün en teknolojik, en steril acımasızlığıyla Gazze’ye ölüm kustuğu anda, her bombanın patlayışında zevkten çılgına dönenlerin hayasız sevinç çığlıklarının eşliğinde, iki zıt dünyanın içinde, Filistinli kadınlara dair iki insanlık hali asla unutulamaz.

Fotoğraflara yansıyan karelerin hemen hepsinde, ister içten içe sessizce ağlıyor olsun ister kollarını makas gibi açarak feryat ediyor olsun, hiç birinin çehresinde insanlık çizgisini zorlayan, o felaket anlarında şuurun kaybedildiği, neye nasıl tepki vereceğinin insanın kontrolünde olmadığı anlara mahsus çılgınlıktan eser yok. Anlık tepkiler ne olursa olsun çehrelerde mütevekkil bir Müslümanın inanmışlığının verdiği, kendisine o zulmü reva görene bile saygı uyandıran ifadeyi yakalıyorsunuz. Müslüman olmak böyle bir şey olsa gerek. İnanmışlık, bağlanma, tevekkül, hak ve hakikate olan iman ve kendi mazlumiyetine, haklılığına ve de hakikatine olan sarsılmaz güven… Bunlar olmadan bu kişilik hali böylesi felaket anında ne telkinle ortaya çıkar ne de zorlama ile. Gazzeli annelerin fotoğraflarındaki acıma duygusundan önce derin bir saygıyı telkin eden inanmışlık hali kimsenin gözünden kaçmamıştır eminim. Ve de sadece fotoğraf karelerinden ibaret olmadığını, bu coğrafyayı tanıyan herkesin teslim edeceği bir insanlık hakikatinin var olduğunu biliyoruz.

Çehreler, gözler nasıl iç dünyanın yansıması ise dışa dönük hallerinin de onların, Müslüman tekinin, özelde Müslüman kadının kendine olan itinasını gösterdiği gerçeği fark edilmeyecek gibi değil.

Bu dünyada sahip olduğu ne varsa, en sevdiği canlarla sığındığı yuvasından biriktirdiği servetine kadar, her şeyini bir anda kaybeden o kadınların kıyafetlerine baktınız mı? Bu dehşetli altüst oluş anında bırakınız kendinden geçip üstünü bedenini parçalarcasına dağıtmayı hemen hepsinde son derece özenli, itinalı bir tesettür hali… İncelediğim fotoğraflarda ilk bakışta dikkatimi çeken, Gazzeli Müslüman kadının bedenini, tesettürünü, kendini koruma biçimi. Tesettürün “Müslüman erkeğin kadına zorla ve aşağılayıcı bir uygulaması” safsatasını telkin eden seküler Batı aklı, hiçbir zaman kadına bu özgüveni, yani özgürlüğü veremeyecektir.

Resimlere bakarak Gazze güzellemesi yapmak değil kastım. Modern insanın olanca “özgür birey” olma telkinlerine rağmen böylesi yıkım ve acı karşısında ortaya çıkan direnişin, mücadelenin, davasındaki haklılığın, Müslümanca duruşun verdiği özgüveni, iman şuurunu, ben idrakini, Rabbi ile kurduğu o muhteşem bağı çektiğinizde çaresizlik karşısında çılgına dönmüş bir inkar fırtınası esecektir. Hala Müslümanların tek tek sahip olduğu bu kendisiyle, varoluşuyla, kainatla barışık, Rabbi ile rabıtasını kesmemiş muhteşem kişilik örgüsü modern bireyde yok oluyor. Kendi onuruna düşkün ve kibirli modern birey bir o kadar kırılgan ve dayanıksız. En ufak sarsıntıda intiharın, inkarın, aklı zorlayan çılgınlığın eşiğini geçmesinin önünde hiç bir engel yok.

Ümmet de İslam da bizimle de biz olmadan da özünden hiçbir şey eksilmeden yoluna devam eder ve muzaffer kılınır; ancak bizler İslam olmadan ya kaybolur ya da kaybederiz. Bu ümmetin kadınları her türlü zorluğa göğüs gerebildilerse; bu kaybetme ve kaybolma ürpertisindendir en başta. Ancak onlar umulur ki asıl kazananlar olarak zaferin anahtarları olacaklardır.

Bu noktada bir kez daha hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda gördüğüm bir husus da şu: Sonuç Allah’ın elindedir bizler yalnızca süreçle sınanırız. Umulur ve müjdelenir ki süreci çetin olanın hesabı da o nispette kolay olacaktır. Allah bu anaların, bu kadınlarımızın hesabını kolay olanlardan eyler inşallah.

 

Leave a Reply