Yalan haberlerin geçmişi, doğrulanmış ve objektif haberlerin ortaya çıkmasından çok öncesine dayanıyor. Bunun en trajik örneklerinden biri İtalya’da, 1475 yılı bir Paskalya gününde Simon adlı üç yaşında bir çocuğun kaybolmasıyla başlar ve çocuğun Yahudi cemaati tarafından öldürülüp Hamursuz Bayramını kutlamak için kanının içildiğini anlatan bir dizi vaazlarla antisemit söylentiler çabucak yayılır. Papalık bu tevatürleri durdurmak istediğindeyse Trent piskoposunun şehirdeki Yahudi cemaatinin tutuklanıp cemaate işkence edilmesi emrini vermiştir bile. Hatta tutuklananlardan suçlu bulunanlardan bazıları kazığa bağlanarak yakılır. Yahudilerin tüm mallarına el koyulup, Trent’e girmeleri yasaklanmışken, Simon’a azizlik mertebesi verilip birçok mucize de ona atfedilir. Bu durum ancak 1965 yılında yani olay gerçekleştiğinden 490 yıl sonra Simon, Papa tarafından azizler takviminden çıkarıldığında hakikat tam manasıyla ortaya çıkacaktır.
İnternetin yeni yeni somutlaştığı dönemde, internet pek çokları için her kesimden insanın bilgiye erişebileceği, bireylerin özgürce düşüncelerini ifade edebileceği ve demokrasinin gelişmesini sağlayacak bir araç hatta ütopyayı aralayacak bir kapı gibiydi. Bu beklentilere 2017’den bakıldığında, internetin ütopyayı aralayan bir kapı olmaktan çok, politikacılar ve devletin de katkılarıyla daha çok ütopya kapısındaki bir kilit olduğunu söylemek mümkün. Beklentilerin bu kadar çarpıcı bir şekilde tersine dönmesinin nedenlerinden biri olarak dezenformasyonun internette yayılışını önleyecek kontrol mekanizmasının olmaması gösterilebilir. Bu durum öyle bir boyut aldı ki yaşadığımız dönem, hakikatin yerini kişisel kanaatlere ve inançlara bıraktığı anlamına gelen post-truth yani post-gerçeklik ya da hakikat ötesi olarak anılmaya başlandı.
Post-truth, en etkili örneklerini 2016 yılında Brexit kampanyasında ve ABD’deki başkanlık seçimlerinde yayılan yalan haberlerde gösterdi. Ortaya çıkan haberlerden oluşan tablo, sanki ortada iki farklı gerçeklik varmış gibi bir izlenim yarattı. Hatta o kadar ki Donald Trump’ın danışmanlarından Kellyanne Conway bir röportajında ‘alternatif gerçeklik’ kalıbını kullandı. Bunun Türkiye’de tezahürü ise kendini Rusların öncüsü olduğu ‘disinformatzya’ diye tabir edilen bir kavramla göstermekte. Bu kavramın diğer yalan haberlerden farkı ise, haberlerin sirküle olduğu alanı yalan haberlerle kirleterek, bireylerin herhangi bir şeye inanmalarını zorlaştırmak. Bugün çoğu kişinin, devlet yetkililerinin açıklamalarına bile güvenememesi Türkiye’de bu durumun ne kadar kötüleştiğini gösteriyor. Yine Donald Trump’ın ana akım medyayı defaatle sahte habercilikle suçlaması, sağ kesimin ana akım medyaya karşı olan kredibilitesini azaltıp Breitbart ya da InfoWars gibi aşırı sağ, komplo teorilerinden bozma haberler yapan yayın kaynaklarına yönelmesinde etkili oldu.
Yalan haberlerin ne kadar yıkıcı ve düzeltilmesi zor hasara yol açtığı Trent’te yaşanan hadisede sabit iken, şu an tarihin hiçbir zaman diliminde görülmemiş bir dezenformasyonla karşı karşıyayız. Dünya nüfusunun önemli bir kısmının profesyonel haber alma araçları yerine komplo teorilerine rağbet ettiğini de göz önüne alırsak, yalan haberlere karşı olan talep pek azalmayacak gibi duruyor. Burada bir parantez açmak gerekirse, bu algının oluşmasında postmodernizmin etkisi de gözardı edilmemeli, insanlar ‘kapitalist sistemin çarkları’ tarafından öne sürülen bilgileri kolayca reddedip komplo teorilerine yönelebiliyor. Bu da postmodernizmin anti-pozitivist geleneğinden kaynaklanıyor. Hakikatin değerini yitirdiği ve doğru bilgiye ulaşmak için kullanılan araçların da dezenformasyon ya da devlet tarafından uygulanan sansürle dolu olması, önümüzdeki yılların büyük mücadelerinden biri olacak.
Not
[1] Yalan kelimesini ifade etmenin bir diğer yolu.
Yazıda kullanılan görseller, http://gailallen.com/images/rel/Jewish/St-Simon-of-Trent-Ritual-Murder.jpg
http://newsvandal.com/wp-content/uploads/2016/11/trump-4-truth.jpg.size_.custom.crop_.1086×725-880×480.jpg adreslerinden alınmıştır.