Dünya’da, subay yetiştirme kurumunun siyasi bir organa bağlı olduğu tek ülke konumundayız. Bulunduğumuz coğrafya sebebiyle Türk Silahlı Kuvvetleri “Etkin, Caydırıcı ve Saygın” olmak durumundadır. Bunun yolu da yetişmiş, ahlaklı ve çalışkan subaylardan geçer. Dolayısıyla subay eğitimi Türk Silahlı Kuvvetleri için hayatidir.

15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından çıkarılan KHK’ların bir bölümü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapılandırılması hakkındaydı. Bu kararnamelerden bir tanesi de Harp Okullarıyla ilgiliydi. Kararname doğrultusunda; Kara, Deniz ve Hava Harp Okulları Milli Savunma Üniversitesi adı altında toplandılar. Milli Savunma Üniversitesi de doğrudan Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı ve bir de rektör atandı. Dolayısıyla, Kara, Deniz ve Hava Kuvvet Komutanlıklarının subay ve astsubay eğitimine doğrudan müdahil olma imkanı ortadan kalktı.

Benim fikrime göre bu yapılandırmada birkaç problem göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi, bir ülkenin subay yetiştiren kurumunun siyasi bir organa bağlanmış olmasıdır. Yukarıda da söylediğim gibi, Milli Savunma Bakanı bu üniversitenin rektörünü doğrudan atama yetkisine sahip. Yani, Milli Savunma Üniversitesi’nin rektörü bir sivil. Şu anda Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erhan Afyoncu ve kendisi bir tarihçi.

Milli Savunma Üniversitesi, bana sorarsanız, bir fikir doğrultusunda kurulmaktan öte Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki FETÖ yapılanmasına bir tepki olarak kurulmuştur. Çok ironiktir, geçtiğimiz Mayıs’ta üniversitenin kuruluşundan itibaren Teşkilat Şube Müdürü olan Kıdemli Albay Kadir Atakan FETÖ’den tutuklandı. Bu da demek oluyor ki, ordu içindeki yapılanmaların önüne geçmek için siyaseti orduya sokmak işe yaramıyormuş. Şunu da eklemek lazım, II. Abdülhamid bile o dönemde orduda yaşananlara rağmen harp okullarını kapatmamış ya da kendisine bağlamamıştır.

15 Temmuz 2016’da başlayan ve hala devam eden personel ihraçları göz önünde bulundurulduğunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nde kalifiye personel açığı olduğu aşikar. Bunun bir örneğiyse, ihraçlardan önce %110’luk personel verimliliğiyle  görev yapan Deniz Kuvvetleri’nin şu anda %13’lük verimlilikle çalışması. 15 Temmuz’dan sonra Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na o dönemde Donanma Komutanı olan Veysel Kösele’nin atanması beklenirken kendisinin astı Korarmiral Adnan Özbal atanmıştı ve bu duruma rağmen Veysel Kösele görevine devam etmişti, bu terfi de Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bir ilkti.

İkinci bir sorun da bu kuruluşun adının “üniversite” olması. Türkiye’nin de 2001’de dahil olduğu Bologna Süreci’ne göre, üniversitelerin sahip olması gereken bazı nitelikler var. Bu nitelikleri karşılamak için her üniversitenin haftada belli bir miktar akademik ders vermesi gerekiyor. Milli Savunma Üniversitesi’nin bu niteliği karşılamak için temel askeri derslerden ödün verip, akademik dersler vermesi gerekiyor. Burada sorulması gereken bir soru var: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin terörle mücadelede aktif görev yapacak personele mi, yoksa bilim insanlarına mı ihtiyacı var?

Leave a Reply