Değeri Bilinmeyen Basketbol Dehası: Oktay Mahmuti

Yıl 2001, aylardan Haziran. Türkiye Basketbol Ligi finalleri. Birkaç ay önce futbolu izlemeye başlamış küçük bir çocuk olarak babamın etkisiyle Efes Pilsen-Ülkerspor finalini izlemeye başlıyor ve ondan duyduklarımla Efes’i tuttuğumuzu öğreniyorum. Efes ilk maçı farklı kazanıyor. Serinin ikinci maçında ise Ülkerspor’un 20 sayı bile atamadığı ilk yarıda 30 sayı geriye düştükten sonra geri dönüp kazandığını görüyorum ve bir anda fikrim değişiveriyor. Harun Erdenaylı, Haluk Yıldırımlı , Miljan Goljovicli Murat Didin yönetimindeki Ülkerspor 2 maç daha galip gelerek seriyi 4-2 kazanıyor ve evde yıllar sürecek Ülkerspor-Efes Pilsen çekişmesi başlıyor (Şimdiki aklım olsa Ülkersporun Ü’sünü desteklemezdim diyebiliyorum ama, çocukluk işte. Neyse ki daha sonra ikimizin de asıl tuttuğu takım olan Fenerbahçe ile birleşti de herkes rahatladı.) O yıllarda kulüp takımları basketbolda varlık gösteremediği için ligi Efes Pilsen ve Ülkerspor domine ediyordu ve desteklediğimiz bir kulüp takımımız olsa da aynı zamanda bu rekabetin ters taraflarındaydık.

İşte o yıllarda tanıştım Oktay Mahmuti ile. 2001’de ilk gördüğümde üçüncü maçta teknik faulü aldığında pek bir sinirli gelmişti gözüme. Sonraki yıllarda Ülkerspor’u ligde her sene final serisinde yenmesinden mütevellit, aramız pek düzelmedi kendisiyle. Ülkerspor her sene önemli paralar harcayıp sil baştan yeni kadrolar kurarken Oktay Mahmuti çekirdek kadrosunun etrafında yaptığı ufak değişimlerle, mütevazı bütçelerle harikalar yaratıyordu. (Halbuki Ergin Ataman Efes’in başına geçince musluklar nasıl da bir anda açılıyor, değil mi? Ergin Ataman’ı çok başarılı görenlere 2003-2006 arasında Ülkerspor’un başında Mahmuti’nin Efes Pilsen’ine sürekli kaybedip Euroleague’de de varlık gösteremediğini hatırlatmak isterim. Kendisine böyle büyük bütçeler sağlanmasa başarılı olacağına dair ciddi şüphelerim var.) 2002-2005 yılları arasında Oktay Hoca Efes’in başında ligi domine ederken Efes Pilsen’in o yılları kafamda hep 2-3 numara ikilileriyle kodlanmış. Önce Marcus Brown-Antonio Granger, sonra Trajan Langdon (nam-ı diğer Alaskalı suikastçi)- Antonio Granger, sonra da Willie Solomon-Henry Domercant. Ondan sonraki 2005-2006 sezonundan böyle bir ikili aklımda kalmamış-o sezon da Ülkerspor Efes Pilsen’i 4-0’la geçip şampiyon olduktan sonra şubeyi kapattı zaten.

Ligdeki durum böyleyken Euroleague’de de durum çok farklı değildi. Söke’deki evimizde her çarşamba ve perşembe akşamı babamla Euroleague maçlarının başına geçişimizin, sezon boyunca maç kaçırmadan takip edişimizin tadı hala damağımda. Ülkerspor her sene güç bela Top 16’ya çıkıp Top 16’da da varlık gösteremiyor, 20 sayı öne geçtiği maçları vermeyi alışkanlık haline getiriyorken Efes Pilsen’de durum çok farklıydı. Oktay Mahmuti kısıtlı bütçelerle kurduğu gösterişsiz kadrolarla, Aydın Örs’ün yardımcılığını yaptığını yıllarda temelini aldığını düşündüğüm o ünlü alan savunmasıyla Avrupa devlerine kafa tutuyordu. Normal sezon gruplarından devleri mağlup etme alışkanlığıyla üst sıralarda çıkarken Top 16 veya play-off larda her sene bizi Final Four için heyecanlandırmayı başarıyordu. Bugünkü play-off sisteminin olmadığı, Top 16 grup liderlerinin doğrudan Final Four’a çıktığı dönemde 2003-2004 sezonunda Langdon ve Granger’ın yanında Ermal-Kaya-Prkacin-Nikolic uzun dörtlüsüyle harika bir sezon geçiriyordu Efes Pilsen (oyun kurucuda Ender Arslan-Kerem Tunçeri, “kelepçe” Alper Yılmaz ve görev adamı Ömer Onan’ı da unutmamak gerek). Top 16’nın ikinci maçında zayıf Sloven takımı Union Olimpija karşısında alınan saçma yenilgi gruptaki esas rakip Skipper Bologna karşısında İstanbul’da Kerem Tunçeri’nin son saniye basketiyle gelen galibiyetle bir nebze telafi edilmişti. 5. maçlar gelmişti ve Efes Final Four’dan yalnızca bir maç uzaktaydı. İtalya’daki maça çok iyi başlamıştık ve 3 periyot boyunca hem oyunu hem skoru kontrol ediyorduk. Oktay Mahmuti’nin Efes’i yine savunmasıyla Basile, Pozzecco, Smodis, Vujanic gibi yıldızlara göz açtırmıyordu. Derken 21 yaşındaki Arjantinli yıldız Delfino devreye girdi ve maç son dakikalarda kafa kafaya geldi. Skor 70-70 iken Ender’e takılan İtalyan çelmesine faul çalınmamasının ardından yediğimiz üçlüğe Alaskalı suikastçi Langdon hemen cevap vermiş, sonra da topu iyi savunmamızın ardından Granger’ın 2’de 2 serbest atışıyla son 10 saniyeye önde girmiştik. Dün gibi hatırladığım o anlarda Basile’nin el üstünden attığı son saniye üçlüğü Skipper Bologna’yı Final Four’a taşımış, bizim de kalbimizi çok kırmıştı. Ardından finale kadar giden Skipper, o dönemin efsane Maccabi’si karşısında 118-74 ile hezimete uğramıştı. O üçlük girmemiş olsa belki de modern Euroleague’in en tek taraflı finalini seyretmeyecektik.

2001-2002 Türkiye Basketbol Ligi şampiyonu Efes Pilsen.

Sonraki sezon Langdon ve Granger daha önce Brown’un yaptığı gibi CSKA Moskova’ya gitmiş, oyun kurucu Solomon ve Pınar Karşıyaka’dan şutör guard Domercant gelmişti. Ayrıca önceki sezonki uzun dörtlüsü de korunmuştu ve Oktay Mahmuti mütevazı kadrosuyla yine savaşa hazırdı. Yine rahatça çıkılan Top 16’da 2. maçta bu kez  AEK karşısında yenilen son saniye üçlüğüyle birincilik zora girmiş, Messina’nın Benetton’unu 43 sayıda tutarak Euroleague rekoru kırmak bile grup ikinciliğine yetmişti. Ancak o sene getirilen formatla, Top 16 grubunu ilk 2 sırada bitiren takımlar play-off larda çapraz olarak eşleşiyor ve 3 maç üzerinden oynanan seriyi kazanan takım Final Four’ a gidiyordu. Efes Pilsen’in bahtına ise Avrupa basketbolu efsanesi Obradovic’in çalıştırdığı, Alvertisli, Lakovicli, Batisteli, Diamantidisli, İbrahimli bir yıldızlar karması olan, en büyük şampiyonluk adaylarından biri Panathinaikos düşmüştü. Bunun üzerine saha avantajı da Avrupa’nın en ateşli taraftarına sahip Yunan ekibindeydi. OAKA’da oynanan, şahit olduğum en büyük iki hakem katliamından birine sahne olan maçta, (diğeri 2002 Dünya Şampiyonası finali, Yugoslavya-Arjantin maçı, yaşımın yetmediği 1995 Avrupa Basketbol Şampiyonası finali Yugoslavya-Litvanya maçı da eklenebilir) Efes Pilsen, kısıtlı kadrosundaki oyuncuları daha ilk yarı bile bitmeden 5’er faullle oyundan çıkarılmasına rağmen maçı kahramanca biçimde başa baş götürüyordu. Son periyotta artık sahada kimse kalmamış, seyircinin oyun üstündeki baskısı had safhaya çıkmış ancak Efes Pilsen Solomon ve Domercant’in inanılmaz şut performansıyla maçı uzatmaya götürmüştü. Film gibi olan bu maç hala aklımda, ancak serinin 2. ve 3. maçı gibi Youtube’da bulunmaması beni çok üzmekte. Uzatmada çıkan olaylar sebebiyle yayının kesildiği ilk maçı Efes 102-96 kaybetmiş, ancak iki gün sonra İstanbul’da rakibini eze eze yenerek seriyi Atina’ya taşımıştı. Atina’daki 3.maçta ise OAKA cehenneminde 3. periyotta 25 sayı geri düşmesine rağmen Oktay Mahmuti’nin Efes’inin karakteristiğine uygun olarak geri dönmüş, ancak maçın sonunda yine hakem kararları ve NBA’in o zaman en yaşlı çaylaklarından biri olmuş İbrahim Kutluay’ın Ermal’in arkasında kaldığı pozisyonda kendini yere atarak aldığı hücum faulle Panathinaikos seriyi 2-1 kazanıp Final Four’a ulaşmıştı. 22 yıllık basketbol seyirciliğimde belki de en net hatırladığım, bugün bile düşündüğümde tüylerimin diken diken olmasına sebep olan bu heyecan dolu seri bugün Oktay Hoca’ya duyduğum derin saygının temellerini atmış olmalı.

Sonraki sezonda uzun rotasyonunda Nikolic-Kerem Gönlüm değişikliği oluyor, Granger geri dönüyor, Solomon’un yerine Popovic geliyor ama Oktay Mahmuti’nin savunmaya dayalı oynattığı sistem basketbolu devam ediyordu. Bu noktada kendisini diğer koçlardan ayıran en önemli özelliğinin oynattığı sistem basketbolu olduğunu belirtmem gerekiyor, isimlerden bağımsız bu evrensel basketbol anlayışı sayesinde kağıt üzerinde zayıf görünen kadrolarla takımını başarıya taşımayı alışkanlık haline getirmiş.Yine Top 16’da birçok eksikle gidilen Panathinaikos deplasmanında Granger’ın efsanevi performansıyla gelen galibiyetle önceki sezonun intikamı alınıyor, ancak Top 16 grubu ancak son maçta gelen galibiyetle ikinci bitiriliyordu. Ancak o sezon play-off larda sezonu şampiyon tamamlayacak CSKA’ya yakın geçen 2 maç sonunda eleniyor ve ligde de şampiyonluğu 4 yıl aradan sonra 4-0’lık skorla Ülkerspor’a kaptırıyordu. Sonraki sezonda Efes Pilsen, Panathinaikos ve Barcelona’nın yer aldığı Top 16 grubundan çıkamıyor ve 2006-2007 sezonu Oktay Hoca’nın takımın başında son sezonu oluyordu. Kendisini yeniden Türkiye’de görmek içinse 3 yıl beklememiz gerekecekti.

  • Fotoğraflar ntv.com.tr ve gettyimages.ie den alınmıştır.

Leave a Reply

1 comment

  1. Pingback: GazeteBilkent – Değeri Bilinmeyen Basketbol Dehası: Oktay Mahmuti- II