Dünya üzerinde ticari yanı ağır basmayan spor ve onu oluşturan detay kalmamış durumda. Kasabada futbol oynayan çocuğun kramponlarından yerel kurslarda kullanılan raketlere kadar hemen her detay, az gelişmiş spor dallarında bile ticari bir varlığı işaret ediyor. Spor ve Pierre De Coubertin’in öğretileri ile bağdaşmayan aktiviteler yalnızca bu ticari kaygı nedeniyle oyunların takviminde kendisine yer buluyor. Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nde çalışma imkanı bulmuş ve farklı zaman dilimlerinde Pierre De Coubertin ve onun fikirleri üzerine araştırmalar yapmış biri olarak benim önerim yoganın da takvimlere dahil edilmesi olacaktır. Yeri geldiğinde ticari yönü en az takvimin yeni üyeleri kadar öne çıkabilen yoganın, öncelikle spor olup olmadığı tartışılabilir fakat Olimpizm ve Coubertin’in fikirlerine son derece uygun olduğu su götürmez bir gerçektir.
Bireylerin hayvani yönünü tatmin eden unsurların sayısı gittikçe artarken insani yönlerini geliştirecek aktiviteden biri olarak görmek mümkündür. Farklı algılamalar ile itibarsızlaştırmaya çalışılsa da estetik yönden oyunlarda yer almayı haketmektedir. Ayrıca popülarite olarak takvimde yer alan kaykay, golf, beyzbol hatta oyunlardaki futbolun oldukça önündedir. Özellikle bu belirttiğim sporların ne ilkelerle ne de öğretilerle bağdaşan tarafı bulunmamaktadır. Oysa yoganın öne çıkardığı estetik değerler, jimnastikteki değerlendirme unsurları ile neden desteklenmesin? Yalnızca sayılı ülkede oynanan beyzboldan alınacak bir madalya ile “Citius, Altius, Fortius” ile akla gelen dallardan alınacak madalya asla bir olmayacaktır. Pheidippides’in vermek istediği haber ile kaykay gibi şehir kültüründe sapkınlık eğilimlerine yakın insanlarla özdeşleşen bir aktivitenin aynı çatıda birleşmemesi gerekiyor. Özünden alması gereken değerleri diğer sporlarda olduğu gibi erozyona uğrayan yoganın takvime girmesinin kültürel anlamda gecikmiş bir eksikliği kapatması da mümkün olacaktır. Mültecilerden bir takım oluşturmak güzelce dizilmiş halkalara anlam kazandırdı ama Budizm kökenli bir aktivenin de yer alması çeşitlilik ve farklı kültürlere saygı açısından değerli bir kazanım olacaktır. Eşitlik ve oyunların misyonunu yayma açısından da eşi benzeri bulunmayan bir fırsat yaratacaktır. Yaşlı bir birey dilediği sporu yapacak güce sahip olamayabilir fakat yoga yapabilir ve takip edebilir. Özellikle kadınları ve sayısı milyarlara ulaşan Budist bireylere de Olimpiyat unsurunu aşılama konusunda daha doğrudan bir atılım düşünemiyorum. Kaldı ki, yoga yalnızca Budistlere değil farklı inançlara sahip olan insanların da maneviyat ve beden sağlığı için tercih ettiği bir aktivite haline gelmiştir. Ayrıca belirtmekte fayda var ki; Dirk Nowitzki, Lebron James ve tahmin bile edemeyeceğiniz pek çok sporcu yoga ile geçkin hallerinde bile etkileyici performanslar gösterebiliyor.
Sporun parasal gelişimini Coubertin’in tahmin etmediğini düşünmekle birlikte onun sık sık ev sahibi şehirlerin her anlamda gelişimini istediği bilinmektedir. Barselona’nın değişmesi gibi örneklerde hayatta olsaydı mutlaka tatmin olacaktı. Günümüzde ise şehirler kadar sponsorlar ve spor dallarının ürettiği gelir son derece önemsenmektedir. Aksi durumda bugün ne kaykay için ne de beyzbol için huzursuzluk yaşıyor olurduk. Ciddi bir ekonomi yarattıkları tartışılmaz ama yoganın da yalnızca anavatanı bile olmayan Amerika’da 2017 yılı özelinde 9 milyar USD civarında bir ekonomi yarattığını unutmamak gerekmektedir. Ortalama $75’a tuttuğunuz takımın maç formasını alabilecekken önde gelen yoga kıyafetleri bu bedeli katlamaktadır. Oyunlara dair değerlere ek olarak ekonomik veriler de gösteriyor ki, yoga 2024 Paris’te yer almalıdır.
Tereddüt yaşadığım yegane nokta, değerlendirme kıstası olacaktır. Nadia Comenaci gibi unutulmaz bir estetik deneyimini yaşatan biri mi öne çıkarılmalı yoksa Swami Vachananand gibi gurular mı zihni sadelik ve huzura yönlendiren yenilemeye karar verecek? Farklı uygulamaları ile hem kış hem yaz oyunlarında kendisine pekala yer bulabilecektir. Pek çok kadının hayatını kolaylaştıran Geeta Iyengar’ın fikirleri ile Coubertin’inki birleşirse bundan kimsenin zarar göreceğini düşünmüyorum. Buna karşın, kaykay yapmak gibi Olimpizm ile bağdaşmayacak bir aktivite oyunların prestijini ve Coubertin’in yarattığı düzeni mahvedecektir. İşin içine e-spor da girerse, Oktay Sinanoğlu’nun “Bye Bye Türkçe” kitabınının benzerini Olimpiyat Oyunları için yazmamız gerekecektir. Özünden kopup modayı hem geç hem yanlış yakalayıp gözden düşen Formula 1’in kaderini insanlık tarihinin en değerli yarışmasının yaşamasını hiçbir sporsever istemeyecektir.
Kaynaklar:
www.statista.com
yogaemvoda.blogspot.com
USATODAY