Bu yazımda Fransız Yeni Dalga isimli, sinema tarihi için çok önemli bir akımı işleyeceğim. Bir fikir yazısından çok, akımı inceledim. Umarım beğenerek okursunuz.

Fransız sineması, sinema tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Her döneminde, deneysel işler ortaya koymaya çalışmış ve zaten olanı ileriye taşımak için çabalamıştır. Fransız disiplini, monotonluğa ve olağana karşı çıkmayı, varolanı değiştirmeyi ve üstüne yeni şeyler koymayı öğütler. Bu yüzden, her Fransız filminden bambaşka bir tatalırsınız. Onların bu farklı bakış açıları, 50’lerden beri süregelmekte. La Nouvelle Vogue adı ile anılan akımdan sonra, gerek Fransız sineması, gerek onu taklit etmek isteyen Hollywood, çok değişti ve şu an bildiğimiz, izlediğimiz şekline büründü.

La Nouvelle Vogue, Fransız Yeni Dalgası, 50’lerin sonu 60’ların başında, film çekmeyi formüle etmeye çalışan Film Yapım Kurumu yüzünden durağanlaşan fransız sinema sektörüne karşı konulmuş bir tepki ve sanat akımıdır. Akımın öncüleri olan François Truffaut, Claude Chabrol, Jean-Luc Godard ve Jacques Rivette, akımı başlatmalarından önce yönetmen değil, Cahiers du Cinema (Sinema Defterleri) isimli bir sinema dergisinde editörlerdi. Sinemaya yeni bir tat katmak istemelerinin sebebi, benzer tekniklerin kullanılmasını tembelce bulmaları ve sanatçıların bu monotonlaşmaya kapılmamış olmalarına inanmalarıydı. Onlar için bir sanatçı, her zaman, seyirciyi heyecanlandıracak ve şaşırtacak yeni yöntemler aramalıydı. Dönemlerinin sineması ise bunun tam tersini yapıyor, belirli kalıplardan çıkmayı reddediyordu. Onlar da ‘’Film Nasıl Yapılır?’’ kitabını çöpe atıp, kolları sıvadılar. Bir şeylerin nasıl farklı yapılabileceğini göstermek istediler ama bilmeden bütün bir sanat dalının yönünü değiştirdiler.

Godard: “La photographie c’est la vérité. Et le cinéma c’est vingt-quatre fois la vérité par seconde.” (Fotoğrafçılık gerçeliktir. Ve sinema da saniyede 24 kere gerçekliktir.)

Fransız Yeni Dalgası ile birlikte sinematografik devrimler başladı. Öncüler, o dönem için kalıplaşmış tekniklere karşı duran, Jump Cut, hareketli kamera, doğal ışık, doğal ses, odağı çerçeve içine almak, film karesini dondurmak, 4. duvar gibi o dönem için deneysel olan teknikler kullanmaya başladılar.

Filmler kurgulanırken, sahneden sahneye geçerken, değişen görüntüler arasında biraz fark olmalı. Örneğin film kurgu kurallarından biri olan 30 derece kuralına göre, bir görüntüden diğerine keserken, bu iki görüntüde aynı obje ya da karakter varsa, kamera açıları arasında en az 30 derece kadar fark olması ya da kolayca algılanabilecek oranda bir yakınlaşma yada uzaklaşma gerekir. Bu, izleyicininin dikkatinin dağılmasını engellemek içindir; ama jump cut kullanılırken, açı ya da uzaklık değişmez. Film birden sahne atlamış gibi gözükür. İzleyiciye, izlediğinin bir film olduğunu hatırlatır.

Jump Cut tekniğinin ilk örnekleri olarak The Vanishing Lady (1896) ve La Voyage Dans La Lune (1902) gösterilebilir, ancak bu örneklerde, illüzyon aracı olarak kullanılıyor, kurgusal bir yöntem olarak değil. Birçok yönetmen, kurguda devamsızlığın, filmin gerçekçiliğini yok ettiğini ileri sürdüğünü ve seyircinin dikkatini dağıttığını ileri sürüyordu. Seyircilerin izledikleri filmlerde kaybolmalarını, çekimlere, kamera açılarına ve kurguya dikkat etmeden dalıp gitmelerini istiyorlardı. Fransız Yeni Dalga’nın öncüleri ise alaycı ve eleştirel bir duruş ile jump cut kullanıp filmin gerçekliğini kasten yok etmeyi ve başka teknikler ile geri kazanmayı tercih etmişlerdi. Goddard’ın Breathless (1960) isimli filminde kurgudaki devamsızlığın, gerçekçiliği öldürmesine rağmen, ilgi çekmek istenilen sahnelere, çok rahat bir şekilde ilgi çektiğini, duyguları daha iyi yakaladığını ve eğer atlanılmadan çekişmiş olsaydı, filmin içinde kaybolacak sahnelere yeni anlamlar yüklediğini görebiliriz.

Bu sahnede, söylediği her yeni özellikte atlayarak, düşündüğü övgülerin altını çiziyor. Övgülerin sonundaki eleştiri ile de söyledikleri arasında bir zıtlık oluşturuyor. Bu teknik, günümüzde birçok yönetmen tarafından kullanıldığı için, eski sinema izleyicilerini rahatsız ettiği gibi bizi etmiyor.

Jump Cut kullanılan filmlere örnek olarak: Snatch (Guy Ritchie), Old Boy (Park Chan-Wook), Royal Tenenbaums (Wes Anderson).


Hareketli kamera, Fransız Yeni Dalga’nın önemli esanslarından bir başkası. Eski filmlerde, kamera çoğu zaman olduğu yerden kıpırdamazdı. Traffaut, Godard, Agnes Varda gibi yönetmenler, hareketli kamerayı tercih etti ve statik çekimi bıraktılar. Hareketli kamera tekniği sayesinde film gerçekçileşiyor ve izleyiciyi olayların içine sokarak daha canlı bir his yakalıyor. İzleyicilere, karakterlerin yanında veya Paris sokaklarında yürüyor gibi hissettiriyor, onları sadece uzaktan olayları izleyen görünmez hayaletler değil de, karakterlerin macerasında yanlarında olan yoldaşlarına çeviriyor. Bu tekniği, günümüzde, genelde mockumentary (mock + documentary) denen, satir kullanan belgeseller ve modern korku filmleri kullanıyor.

Hareketli kamera kullanan filmlere örnek olarak, What We Do in the Shadows (Taika Waititi, Jemaine Clement), 28 Days Later (Danny Boyle), District 9 (Neill Blomkamp).

Hakkında yazmak istediğim son teknik, kişisel favorim olan 4. duvarı yıkmak. Sinema tarihinin başlarında, sinemacılığın daha gelişmemiş olduğu zamanlarda, oyuncuların neredeyse tamamı varyete göstericilerinden oluşuyordu. Bu yüzden eski Amerikan filmlerine baktığımızda, oyuncuların şov dünyası alışkanlığından kaynaklanan bir refleks ile kameraya baktığını görürüz. Zamanla, Avrupa’da gelişen sinema adabı ile, bu yapılmaktan vazgeçildi. Çoğu filmde, filmdeki karakterler, filmde olduklarının farkında değildir, çünkü karakterlerin izleyici görmesi ve onların dünyasında var olmasını engelleyen bir ‘’duvar’’ vardır. İzleyiciyi, daha önce de bahsettiğim, görünmez hayaletler yapan bu duvar yüzünden, karakterler izleyicilerle konuşamaz, onların orada olduğunun farkında olamazlar. Ama Fransız Yeni Dalga akımı, bu duvarı yıkarak, kameranın gözünün arkasında izleyiciler olduğunu kabullenir. Böylece, aynı hareketli kamera tekniğinde olduğu gibi izleyici, filmin bir parçası olur. Godard’ın Pierrot Le Fou adlı filminde, bunun en belirgin örneği görülebilir.

Modern sinemada, bu teknik çok popülerdir. Fight Club (David Fincher), Monty Phyton and the Holy Grail (Jones ve Gilliam) ve Deadpool (Miller) bunlara bazı örnekler olarak gösterilebilir.

Fransız Yeni Dalga’nın daha birçok farklı tekniği bulunmakta ancak benim incelediğim bu üç teknik, sinema tarihi için en önemli ve en fark edilir tekniklerden. Bu teknikler sayesinde, günümüz sineması bugün bildiğimiz ve sevdiğimiz hâline büründü.

 

Kaynakça:

https://cinemafrancaisblog.wordpress.com/2015/02/16/quest-ce-que-la-nouvelle-vague/

http://www.cinemafrancais-fle.com/Histoire_cine/nouvelle_vague.php

http://nofilmschool.com/2016/09/french-new-wave-video-essay-godard

http://joewinstone.blogspot.com.tr/2015/01/french-new-wave-editing-and-montage.html

Leave a Reply