Tarih disiplini içerisindeki bazı kavramlar, belirli yer unsuru ile ayrılamaz bir bütün olarak düşünülürler. Tarihi araştırıp, derleyip, size –okuyucuya- sunan tarihçilerin bu belirli seçimi, sizin de düşüncelerinizin belirli bir doğrultuda oluşmasına sebebiyet verir. Bu kavramların biri de düellodur. Mark Twain’i ölümün eşiğine getiren, ünlü yazar Puşkin’i kariyerinin en üst noktasında hayatından eden bir kavramdan bahsediyoruz. Nasılsa, bu kavram, aklımızda hep Batı (hem yer hem de medeniyet olarak) ile özdeşleşmiştir. Okuduklarımızın, izlediklerimizin çokça etkisinin olduğu bu özdeşleşme durumuna farklı bir açıdan bakmak adına; bu yazımda, Osmanlı’da düelloyu mercek altına alacağım. Keyifli bir yazı olması dileğiyle.

 

Osmanlı’da düello  

Osmanlı’da düello kültürüne bakıldığında, düellonun Batı ile temaslar sonucunda Osmanlı topraklarına giriş yaptığı anlaşılır. Bu giriş sonrasında az da olsa gayrimüslimler arasında görülen düello, Müslüman nüfus arasında çok nadir görülmüştür. Bu görülmeyi ikiye ayırıp incelemek daha faydalı olacaktır: Osmanlı’da düello hakkında düşünceler ve Osmanlı düellocuları.

 

Osmanlı’da düello hakkında düşünceler

Düellonun Osmanlı toplumundaki yansımalarını anlayabilmek adına, izlenebilecek belki de en iyi yol, dönemin gazete ve dergilerine bakmaktır. Bu hususta, ilk makale Yako Sami’ye ait. Yako Sami bu yazısında düelloyu hem dini hem de hukuki yönden incelemiştir. Dini açıdan baktığımızda, Allah’ın insanın ruhunun tek sahibi olduğunu söylen Sami, düellonun intihardan bir farkı olmadığını söyler. Hatta, insanın intihar ederken sadece kendi canına kıyarken; düelloda, kişi, hem kendi hayatını hem de rakibinin hayatını mahvetmektedir. Bir taraf hayatını kaybederken, diğer taraf hapsolmakta ve hayatı mahvolmaktadır. Hukuki açıdan ise, düelloda adam öldürmenin kasıtlı adam öldürmekten bir farkı olmadığını söyler ve bunun da ağır cezayı gerektirdiğini belirtir.

İkinci örnek, Milaslı İsmail Hakkı Bey’e ait. Sebilürreşad’da yayınlanan yazıda, düello, namus açısından ele alınmıştır. İsmail Hakkı Bey’e göre namus dediğimiz kavram, esasında, insanın üzerine düşen görevleri ve yükümlülükleri layıkıyla yerine getirmesidir. Namusu korumak amacıyla yapılan düellolar, bu sebeple, anlamsız ve dayanaksızdır. Ona göre, insanlar namuslarını korumak istiyorlarsa görevlerini layıkıyla yerine getirmeli ve böyle anlamsız işlere girişmemelidirler.

Üçüncü örnek, Muharrir gazetesinde yayımlanmış. Yazarı belli olmayan bu yazıda, düello, ilkel bir yargılama usulü olarak görülüyordu. Kişinin masumiyetinin belirlenmesi adına eski Germen kabilelerinde icra edilen bu yöntemin, ilkel bir adet olduğu vurgulanıyordu.

Dördüncü örnek, İsmail Suphi’ye ait ve ‘’Düello Hakkında’’ başlığıyla Servet-i Fünun’da yayımlanmış. Önceki örnekle paralel olacak şekilde ilkelliğe atıf yapılan bu yazıda, düello, insanın sefil bir eseri ve bir cahiliye âdeti olarak tanımlanmıştır. İsmail Hakkı Bey’e göre, düello ile insan namusu tamir edilmez; aksine, onu tamamen mahveder.

Sonuncu örnek ise Resimli Kitap’ta çıkan Düello Âdet-i Sakıması: Tenhayı, Mahiyeti’ başlıklı yazıya ait. Yazıda, özetle, düellonun insanı ne erdemli kılacağı ne de erdemliliğini ispatlamada bir vasıta görevi göreceği belirtilmiş.

Yukarıda verilen beş örnekte de, Osmanlı basının-dolayısıyla da toplumunun- düelloya bakışının olumsuz olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Bu verilen örneklerdeki yayın organlarının dönemin önde gelen ve ciddi gazeteleri olduğu düşünülürse, bu olumsuz bakışın toplumun genelini yansıttığı söylenebilir.

 

Osmanlı düellocuları

Düellonun Osmanlı basın hayatındaki yansımalarından sonra bakılması gereken, düellonun günlük hayatta icra edilmesine yönelik örneklerin incelenmesi üzerine olmalıdır. Bu amaçla hem resmi kayıtlar hem de basın organlarından edinilen üç düello örneğini incelemek faydalı olacaktır.

Hüseyin Cahit Yalçın (kaynakça: biyografya.com)

Hüseyin Cahit Yalçın (kaynakça: biyografya.com)

İlk örnek, Sırat-ı Müstakim ’de yayımlanan ve Selim Efendizâde Mustafa Naki imzalı Düello Meselesinin Taşradaki İnikâsı başlıklı eleştirisel bir mektuba ait. Mektubun konusu, iki Türk milletvekili arasında vuku bulan bir düello teklifi. Düellonun bir tarafı Piştine vekili Hasan Bey’ken, diğer tarafı Türk siyaset ve edebiyat hayatıyla az da olsa haşır haşır neşir olan herkesin bildiği bir isim: Hüseyin Cahit Bey, namı değer İttihat ve Terakki kalemşoru. Bu düello teklifine eleştirisel yaklaşılan bu yazıda, halk tarafından halka hizmet amacıyla seçilen iki milletvekilinin halk için çalışmak yerine, düello gibi insanlığa yakışmayacak bir uygulamaya, birbirlerine karşı düşmanca tavırlarla, gitmeleri eleştirilmiş. Ayrıca, yazarı hayrete düşüren diğer bir nokta da, düelloya şahitlik yapan diğer dört kişinin üçünün milletvekili ve diğerinin de Osmanlı Paşası oluşudur.

İkinci örnek, 1909 yılında sadece üslup sebebiyle çıkan ağız tartışması sonucu meydana gelmiştir. Kemâleddin Paşa ve Name Sultan arasındaki bir davanın sonuca bağlanması amacıyla taraflar tarafından vekil tayin edilen Ali Galip Bey ve Abdülrahman Âdil Bey arasında gerçekleşen ve İbrahim İhsan Bey tarafından İstişare dergisinde haberi yapılan bu düello, şer’i hükümlere aykırı olduğunun beyan edilmesi sonucu gerçekleşmemiştir.

Üçüncü örnek, Fransız Hastanesi cerrahlarından Sivastopol Bey ile Diktan Peştamalcıya Paşa arasında vuku bulan ve Sivastopol Bey’in davetiyle başlayan bir düelloya aittir. Sivastopol Bey’in bu davetinin ardından, kendisi, bu davetten dolayı kamu suçu işlediğinden dolayı yakalanmış ve sonrasında hakkında kamu davası açılmıştır. Ancak daha sonra düellonun diğer tarafı olan Dikran Paşa ile arasındaki ihtilaf sona erdiğinden, Sivastopoli Bey hakkında verilen hüküm ertelenmiştir.

Yukarıda verilen örnekler bütün olarak ele alındığında, Osmanlı’da düello kültürünün kabul görmediği anlaşılır. Dönemin önemli ve ciddi yayın organlarında bu müesseseye getirilen eleştiriler ve bu müessesinin uygulanmasının bir elin parmaklarına geçmeyecek kadar az örneğe sahip olması, bu iddiayı destekleyecek niteliktedir. Yazının başında da belirttiğim gibi, gayrimüslimler arasındaki düello vak’aları, Müslümanlara nazaran daha yaygındır. Gayrimüslimler arasında düellonun az da olsa yaygın olması sonrasında, bu durumun halk arasında hoşnutsuzluk yaratması ve Osmanlı hükumetince de bu durumun hoş karşılanmaması üzerine, düello, Osmanlı topraklarında yasaklanmıştır. Fakat gayrimüslimler arasında düello vak’alarının devam etmesi üzerine, devlet farklı bir adım atmış ve bu düellolarla ilgilenmek üzere Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye görevlendirilmiştir.

Son olarak, Osmanlı’da düello kabul görmemiştir görmemesine ancak neden görmediği sorusu cevaplandırılmalıdır. Batı’daki feodal sistemle yeşerip büyüyen düello müessesi, kaynağını adeta kralla denk kabul gören Ortaçağ’ın feodal beylerinin unvanları ne olursa olsun kendilerini, denk güçte bulundukları diğerlerine ispat etmek ve topraklarını korumak için sürekli bir savaş durumunda bulunmalarından almaktadır. Aksine, Osmanlı güçlü bir merkezi otorite ile yönetildiği için bu durum ve bunun gibi bir toplumsal yapı Osmanlı’da geçerli değildir. Osmanlı’nın toplum ve devlet yapısıyla uyuşmayan bu müessese, Batı ile temaslar sonucunda Osmanlı topraklarına girmiş ve mevki olarak Batı ile ilk temaslarda bulunan üst kesimler dışında ilgi uyandırmamış ve halk arasında yaygınlaşmamıştır. Üst kesimdeki bireyler arasında vuku bulan düello örnekleri ise sayıca çok azdır.

 


 

Kaynakça:

Doğan, Cem. 2013. «Düellonun Tarihi ve Osmanlı Düellocuları.» International Journal of Social Science 663-689.

 

 

 

 

 

Leave a Reply