Özgürlük İçin Yükselen Ses : Blues’un Kısa Tarihi

Blue” kelimesi ingiliz dilinde iki farklı anlam taşır. İlk anlamı mavi rengidir. İkincisi ise hüzün ve melankoli. Blue kelimesinin taşıdığı bu ikinci anlamın kökleri 1300’lü yıllara dayanıyor. İngiliz şair Geoffrey Chaucer, blue kelimesini şiirlerinde hüzün duygusunu ifade eder şekilde kullanan ilk kişidir. O dönemden bu yana blue, bir çok farklı yerde sembolik anlamını taşımaya devam eder. Blues müzik de ismini bu anlamdan alır. Blues parçalarının en belirgin özelliklerinden biri  hüzün, yalnızlık ve bir o kadar da özlem taşıyan sözler barındırmasıdır. Ya bir aşk acısını ya bir özlemi ya da bir çaresizliği anlatır bu sözler. Günümüzde oldukça popüler olan bu müzik türü altında köklü bir tarih de barındırıyor. Blues müzik kökenlerini Afrika’dan Amerika’ya köle olarak getirilen zencilerden almaktadır. 1600’lü yıllardan günümüze kadar Blues zorlu ve anlam yüklü bir yol izler. John Lee Hooker, Jimi Hendrix ve Etta James gibi bir çok sanatçının öncülüğünü yaptığı bu müzik türü yolculuğu boyunca bir çok kültürle etkileşime girmiş, caz müzik ile içli dışlı olmuş ve Rock’n Roll’un doğmasına öncülük etmiştir.

 

Plantasyonlardan Yükselen Ses 

Blues’un yolculuğu, 1619 yılında Afrika’dan getirilen zenci kölelerin Amerika plantasyonlarına ayak basmasıyla başlar. Zenci köleler Mississippi Nehrinin beslediği plantasyonlara pamuk ve pirinç işçisi olarak yerleştirilirler. Evlerinden koparılarak yeni bir dünyaya sürüklenen zenci halk köleliğin altında ezildikleri zorlu bir yaşama başlamıştırlar. Zenci halk toprak sahiplerince karın tokluğuna çalıştırılmaktadır. Bu zor günlerde tek özgürlükleri kendi aralarında düzenledikleri gecelerdir. Bu gecelerde bir araya gelir, yemekleri eşliğinde kendi yazdıkları şarkıları söylerler. Elbetteki bu şarkılardaki ana tema acı, hüzün ve özgürlük hasretidir. İlk Blues sanatçıları da bu gecelerde ortaya çıkar. Blues’un orijinal versiyonundaki melankolik hava, köleliğin getirdiği acıların bir yansımasıdır. Bu geceler, döneminde toprak sahiplerini de mutlu eder çünkü bu vesileyle kölelerin stres attığına, ayaklanma düşüncelerinden uzak durduklarına inanırlar. Ne var ki işler düşünüldüğü gibi ilerlemez. Başta eğlence için düzenlenen bu gecelerde zenci halk örgütlenmeye başlar. Söylenen dizeler çoğalır ve içlerindeki özgürlük ateşi körüklenir. Örgütlenme köleler arasında yayılır. Örgütlenmenin taşıyıcısı da Blues müzik olur. O dönemde Blues bir sanat olarak görülmekten çok uzaktadır ancak zenci halk için bir umut ışığı haline gelmiştir. Köleler güneyde özgürlük şarkılarını çığırmaya ara vermeden devam ederken  ufukta bir iç savaş görünür. Bu iç savaş dönemin Amerikan hükümeti ve bağımsız olmak isteyen 11 eyaletler arasında, 1 Eylül 1860 yılında gerçekleşir. İç savaşın başlamasından 3 yıl kadar sonra ise 1 Ocak 1863 de  köleliğin kaldırılması teklifi parlementoda kabul görür ve 31 Ocak 1865’de yasalaşır. Köleliğin kaldırılması ile Blues’un hikayesi yepyeni bir yola girer.

Kuzey’e Doğru Bir Yolculuk

Köleliğin kaldırılması ile Amerika’da yeni bir toplumsal yapılandırılmaya gidildi. Köleliğin kaldırılması ile Amerika’nın güneyde tarım işçisi olarak çalışan köleler kuzey bölgelere yöneldiler. Ne var ki bu durum yalnızca köleliğin başka bir adla yeniden ortaya konmuş haliydi. Savaştan önce tarım işçisi olan zenci halk, kuzeyde makineleşmiş sanayinin işçi sınıfı konumuna gelmişlerdi. Bu durum siyah ve beyaz halk arasındaki sınıfsal uçurumu giderek  derinleştirdi. Yeni koşullar zenci halkın topluma kazandırılmasında etkili olamadı aksine zenciler gayri resmi bir yoksulluğa ve alt sınıfa mahkum olmaya itildi. Tüm bu sonuçlar henüz ön görülmemişken güneydeki zenci halk uzun yıllar sürecek bir yolculuğa çıktılar. Yol arkadaşları da kuşkusuz Blues oldu. Ülkenin kuzeyine yapılan bu yolcukta Blues’un bünyesine de yenilikler katılmaya başlandı. Orijinal versiyonuna bakıldığında Blues, vokal üzerine kurulmuş bir müzik türüdür. İlk dönemlerinde müzik aletlerine pek sık rastlanmaz. Zenci halk, kuzeye taşındıkça burada farklı etnik gruplarla etkileşime girer. Bu etnik gruplardan biri de İrlandalılardır. Bir çok telli çalgıyla İrlandalılar sayesinde tanışan zenci halk sonradan Blues’un ayrılmaz bir parçası olan gitarı da bu dönemde müziğin bünyesine katmıştır. Gitarı daha sonraları bas ve piyano da izler.

1900’lü yıllara gelindiğinde Blues sanatçıları başta Memphis olmak üzere bir çok bölgede çoğalmaya başlarlar. İlk oluşan Blues grupları kendi  aralarında dinleyiciler bulmaktan öteye geçemezler. Ne var ki zamanla Blues seven kitleler çoğalır. Blues barları popülerleşir. Bir çok insan için müzik yapmak fazladan bir gelir kaynağı haline gelir. Blues müziğin popüler çevrelerce tanınmasına ise bir seçim kampanyası ön ayak olmuştur. Dönemin Memphis belediye başkan adayı E.H. Crump, seçim kampanyası müziğini yapmaları için dönemin Blues gruplarından biri olan Handys’e gider. Handys teklifi kabul eder ve kısa bir seçim şarkısı yazarlar. Eğlenceli bir tempoya sahip bu parça Crump’a belediye başkanlığını getirdiği gibi  Blues’u geniş çevrelere tanıtmayı da başarır. Memphis, 1940’larda henüz adını duyuramamış olan Muddy Waters, Willie Dixon gibi bir çok Blues sanatçısının ekmek kapısı haline gelmişti. Bir çok yeni grup geceleri barlarda çalarak geçimini sağlıyordu. Bu dönem, bir çok başarılı sanatçıyı tüm Amerika’ya tanıtmayı başardı. Bu isimlere ünlü Blues sanatçısı B.B. King de dahildir. Zaman içerisinde Blues, bir çok alt dala ayrıldı. Bu alt dallar Blues’un temposuna ve çalgı aletlerinin çeşitliliğine göre değiştiği gibi bulunduğu bölgelerin isimleri ile anılmaya başlandılar. “East Coast Blues”, “Chicago Blues” , “Delta Blues” bunlardan bir kaçıdır. Blues müzik kendi içerisinde çeşitlendiği gibi 1955 yılında yepyeni bir müzik türüne de öncülük etti,  Rock’n Roll. Rock’n Roll temel ögelerini Blues’dan alırken tempo olarak çok daha hareketliydi. Bu yeni müzik türü Elvis Presley ile altın çağını yaşadı. Blues zaman içerisinde Amerika sınırlarını aştı ve yolcuğuna tam gaz devam etti

Blues’u Anlamak

Asırladır devam eden yolculuğu boyunca Blues, sadece  bir müzik türü olmanın yanında bir simge haline de gelmiştir. Köleleştirilen bir halkın çektiği acıların ve özgürlük hasretinin bir yansımasıdır. Köklerini hiç kaybetmeyen Blues, üzerinden yıllar geçmesine rağmen popüler kültürde sık sık kendini gösterir. Şarkıların içinde olduğu kadar filmlerde, karikatürlerde, edebiyatta, ve bir çok sanat dalında blues esintileri görmek mümkün. Burada vereceğim örnek ise biraz daha alışılmışın dışında. Bir çizgifilmden. Baş karekterlerini bir kedi (Tom) ve bir farenin (Jerry) oluşturduğu çizgifilm,

Tom ve Jerry, de  bir bölümünde Blues temasına yer veriyor. “Blue Cat Blues” adlı bölümde Tom’un bir dişi kediye aşık olması anlatılıyor. Tom, dişi bir kediye deliler gibi aşık olmuştur. İki kedi birbirlerinin yanından hiç ayrılmazlar. Ne var ki dişi kedinin peşinde bir başka kedi daha vardır. Bu kedi bir para babası olarak tasvir edilir. Dişi kediye pahalı hediyeler alarak aklına girer. Tom, sevdiği kediyi para babasına kaptırmamak için her şeyini verir. Rakibinin aldığı pahalı hediyelerle yarışabilmek için borç altına girer. Ne yaparsa yapsın, aldığı hediyeler yetersiz kalır. Her seferinde umudu bir az daha kırılır. En sonunda para babası ile baş etmenin mümkün olmadığını anlar. Tom, aşkının acısıyla kendini içkiye verir ve sefil bir yaşam sürmeye başlar. Bölüm Tom’un kederli bir şekilde tren raylarının üzerinde oturmasıyla son bulur. Bölüm boyunca Blues’un temsil ettiği öğelere gönderlemeler bulmak mümkün. Ulaşılmaz olarak gösterilen dişi kedi beyazdır. Para babası olan kedi ise Tom ile iletişim kurmaz ve büyük bir evde yaşar. Tom her seferinde ne kadar umutlansada para babasını yenecek gücü bulamaz. Altına girdiği borçlarla kısır bir döngüye girer ve yoksulluktan asla kutulamaz. Bölümün sonunda hissedilen duygu ise çaresizlik ve hüzündür. Burda yapılan göndermeler Amerika’da asırlar önce sömürünün kucağına düşmüş zenci halkın, paranın karşısında güçsüz düşmesinedir. Yeni bir dünyaya zorla sürüklenen halk, sahiplerinin altında ezilmiş, paranın gücüyle baş edememişlerdir. Tüm bu yaşananlar ve doğurduğu acı, Blues müzik aracılığı, ile köklü bir kültürü de ortaya çıkarmıştır. Blues’u anlamak, Blues’u ortaya çıkaran halkı anlamak ile başlıyor. Köklerini kavradıkça, hikayesini okudukça anlıyoruz ki Blues sadece bir müzik türü olmaktan çok daha fazlası. Blues, Amerika plantasyonlarında başlayıp tüm dünyaya uzanan bir yolculuğun eseridir. Bu uzun yolda insanlara ışık olurken bir çok efsane sanatçıyı da bünyesine katmayı başarmıştır. Bu yolculuk henüz bitmiş de değil. Üzerinden yıllar geçmiş olsa da Blues, ezilen halkların yükselen sesi olmaya devam ediyor.

 

Siber Güneş KILINÇ

 

 

KAYNAKÇA

1- Encyclopaedia Britannica, Blues, 27 Eylül 2018, https://www.britannica.com/art/blues-music. 

2- Francis Davis, The History of The Blues, Hyperion, New York, 1995.

3 – Hasan Yasin Türkyılmaz, “Blues Türleri” 1 Kasım 2009 https://hyturkyilmaz.com/blues-turleri/

Leave a Reply

1 comment

  1. Fatih

    Çok güzel bir yazı, blues müziğinin çok farklı bir kökeni varmış

    -2