Cumhuriyet tarihimizin değerli tiyatrocularından Rutkay Aziz geçen hafta Pazartesi günü (14 Aralık 2015) Perdeci Oyuncuları’nın hazırladığı “Adalet, Sizsiniz” adlı oyun için Ankara’ya geldi. Biz de geleceği haberini alınca telefonlara sarıldık, son dönemde yaşanan olayları kendisiyle değerlendirmek istediğimizi ilettik. Sağ olsun bizi kırmadı ve değerli zamanını ayırdı. Bu röportaj da bu sayede ortaya çıktı.
Sayın Rutkay Aziz ile sanattan, yargının siyasallaşmasına; tiyatrodan, Türk halkının demokrasi mücadelesinde geldiği konuma; çağdaşlaşmadan, basın özgürlüğüne kadar geniş bir yelpazede birçok konuyu ele almaya çalıştık. Sayesinde samimi bir ortamda etraflıca değerlendirmeler yapabildik.
Röportajın ertesi günü oyunu izleme fırsatım da oldu. Rutkay Aziz diyince elbette beklentiniz artıyor; fakat rahatlıkla söyleyebilirim ki harikulade bir oyun ortaya çıkmış. Ümit Denizer, Taner Barlas ve Rutkay Aziz başta olmak üzere tüm Perdeci emekçilerinin yüreklerine, emeklerine sağlık. İlk fırsatta oyunu izlemenizi şiddetle öneririm; tabi yer bulabilirseniz!
Şimdi sizi daha fazla yormadan Rutkay hocanın değerlendirmeleri ile başbaşa bırakıyorum. Sohbetimizi iki yazı halinde yayına hazırladık. Birinci kısım olan bu bölümde tiyatro, tiyatronun yaşadığı sıkıntılar üzerinde daha çok durduk. Keyifli okumalar.
[pullquote_left]”Muhsin Ertuğrul’a olan vefamız, sevgi ve saygımızdan Perdeci adını aldık.”[/pullquote_left]
“Adalet, Sizsiniz” oyununu Perdeci Oyuncuları ile oynuyorsunuz. Dostoyevski’nin “Biz Gogol’un paltosundan çıktık.” şeklinde bir sözü var. Sizin için de “Muhsin Ertuğrul’un perdesinden çıktılar.” sözünü rahatlıkla söyleyebilir miyiz?
Öncelikle soru çok güzel bir soru. Gerçekten de Taner (Barlas), ben ve yazar Ümit (Denizer) Muhsin hocanın talebesiyiz. Onun için de ‘Bu grubun adını ne koyalım?’ derken tereddütsüz Perdeci adını koyalım diye düşündük. Çünkü Muhsin hoca yazılarını yazarken ‘Perdeci’ imzasını atardı. Bir de güzel bir şey tabi, oyunların ilk gecesinde, ipli perdeler vardır, perdeyi kendisi çekerdi. Güzel bir şey, ben de çok severim ve yaparım. Ondan çok şey öğrendim. Onun için ona bir vefa olarak, bir saygı olarak, bir sevgi olarak bu adı aldık. İyi ki de aldık.
Muhsin Ertuğrul’un bir sözü var: “O zaman bu perdeci ‘Perde…’ değil, ‘Türk tiyatrosunda yeni bir devir açılıyor.’ diyecek.” Ben Muhsin Ertuğrul’un bu söz ile Türk tiyatrocuları için bir hedef belirlediğini düşünüyorum. Sizce, sizler ve diğer Türk tiyatrocuları bugün bu hedefin neresinde?
[pullquote_right]”Kültür ve sanata direkt düşmanlaşmış bir iktidar var!”[/pullquote_right]
Hemen o lafa şunu da ekleyebilirsin. Mustafa Kemal’in de çok anlamlı bir lafı var: “Tiyatro bir toplumun kültür düzeyinin aynasıdır.” Tiyatroya verdikleri önem çok önemli. Bugünlerde var mı bu önem, yok! Yani kültür ve sanata direkt düşmanlaşmış bir iktidardan bunu beklemek yersiz. Tabi ki bir ülkenin ekonomik kalkınması önemli, buna hiçbir lafım yok. Bireyin kalkınması da o anlamda önemlidir. Ama bir ülkenin gerçek kalkınması da kültürel kalkınmayla eşdeğer gitmek zorundadır. Ne yazık ki bu anlamda, kültür ve sanat tiyatrosuyla, sinemasıyla, operasıyla, balesiyle çok ciddi darbeler yiyor, yaralar alıyor. O anlamda Mustafa Kemal’in soylu bir biçimde aldığı tiyatro aynası, bana sorarsan, zaman zaman çatlıyor, kırılıyor, tozlanıyor.
Peki bugün Muhsin Ertuğrul’un, Mustafa Kemal’in ortaya koyduğu bu hedeflerin neresindeyiz?
Çok gerisindeyiz, bana sorarsan, çok gerisindeyiz. Yani tiyatromuzun ilerlemesinde ciddi bir gerileme olduğu kanısındayım. Örneğin ne oldu? Gezi’ye destek veren tiyatrolar bir biçimde Kültür Bakanlığı’ndan 1982 yılından beri alınan ödenekten mahrum bırakıldı. Aklı sıra cezalandırıyorlar! Veyahut Levent (Üzümcü) arkadaşım muhalefet etti diye, duygu ve düşüncelerini dile getirdi diye kurumdan atılıyor.
[pullquote_right]”Baskıya rağmen yılmadık, yılmadan da devam edeceğiz!”[/pullquote_right]
Veya siz salon sıkıntısı yaşıyorsunuz, medyadan takip edebildiğimiz kadarıyla.
Evet. Antalya’dan geldik buraya mesela. Antalya salonu vermiyor. Niye? İlaçlayacakmış. Yalan! Veyahut da öyle bir kira istiyorlar ki bizi oraya götüren organizatör o kirayı veremediği için gidemiyorsun. Sansürün, baskının, yıldırmanın böylesine değişik boyutları var yani bugün. Ama inandığımız tiyatrolar var, inandığımız arkadaşlar var. Onlar şimdiye kadar yılmadılar. Biz de yılmadan devam edeceğiz. Bu bu kadar açık.
Ankara’ya geliş sebebiniz olan ‘Adalet, Sizsiniz’ oyunundan bahsedelim biraz. Nasıl ortaya çıktı bu oyun?
[pullquote_left]”Oyunda Türkiye’ye dönük ‘T’ harfi yok; ama Türkiye!”[/pullquote_left]
Bu oyun ilginçtir, Mustafa Kemal’in heykelinin Artvin’de açılışı vardı. Oraya gittik. 3 sene oluyor galiba. O sırada Ümit (Denizer) arkadaşım aradı. ‘Rutkay senin beğeneceğin bir oyun yazdım, buluşalım.’ Buluştuk, çok heyecanlandım. O sırada da biliyorsunuz Ergenekon var, Balyoz var, Casusluk davası var. Adaletsizlik hat safhada. İftiralarla, yalanlarla, yalancı tanıklarla geliştirilen bir süreç. Çok heyecanlandım açıkçası. Hemen Taner’i aradım. O da benim çok eski arkadaşım zaten. O da çok heyecanlandı ve yola çıktık. Ayrıca bu oyunun dekorunu yapan arkadaş da Perdeci’nin okulundan geçmiştir. Ve biz şuna inandık, adaleti bir zulüm aracı olarak kullanamazsınız. Bunu anlatmaya çalıştık. Yani yargı iktidarın kendi çıkarları doğrultusunda kullanılan bir araç olamaz. Bunu anlatırken de 3 episode ile Sokrates, Galileo ve Sacco-Vanzetti sahneleniyor. Türkiye’ye dönük ‘T’ harfi yok; ama Türkiye!
[pullquote_right]”Asla umutsuz olmaya hakkımız yok, hele genç kuşakların hiç hakkı yok!”[/pullquote_right]
Ve sizinle şunu paylaşmak isterim. Geçen hafta cumartesi Ali İsmail’in ailesine gittik Antakya’ya. Onun için ve Gezi’de hayatını kaybeden arkadaşlarımız için oynadık. Ailesiyle birlikte sahnedeydik. Oyun oynamanın ötesindeydi, başka bir anlam yüklüydü tabi. Ondan sonra Tarsus, Adana, Mersin, İskenderun, Antalya. Dün İstanbul’daydık, bugün de Ankara’ya geldik. Yarın Çankaya’ya oynayacağız. Oyun adaletsizlik ve hukuksuzluk sürdükçe kendi güncelliğini ne yazık ki koruyor. Keşke işte Can’ın (Dündar), Erdem’in (Gül) başına gelen, diğer gazetecilerin başına gelen, şu anda bildiğim kadarıyla 32 gazeteci tutuklu… Bu nasıl bir ileri demokrasidir? Bu nasıl bir özgürlüktür, insan haklarıdır? Bir ülkede basın özgürlüğü yoksa demokrasi vardır diyebilir miyiz? Bunu aşacak mıyız? Aşacağız tabi, asla umutsuz olmaya hakkımız yok. Sakın ha, hele genç kuşakların hiç hakkı yok.
[quote]”Tiyatro ile devrim olmaz; ama insanların duygu ve düşüncelerinde bir değişim olabilir. Biz bu oyunda umut dağıtıyoruz.”[/quote]
Burada bir parantez açacak olursak, bu hukuksuzluğu aşacak olan da sanattır diyebilir miyiz?
Şüphesiz. Ben şunu söyleyince kimi eleştirmenler biraz alındılar, kırıldılar. Tiyatro ile devrim olmaz, ihtilal olmaz biliyorum; ama seyircinin duygu ve düşüncelerinde bir değişim olabilir. Ankara Sanat Tiyatrosu bunu becermiştir. Ben 40 yıl orada yöneticiydim. Biz bunu başardık orada. Yepyeni insanlar yetiştiler. Kaldı ki beni yetiştiren de AS’tır. Onun için inan, çok önemi var edebiyatın da şiirin de. Yani biz insanı sevmeye, emeği sevmeye, dünyayı sevmeye Nazım ile başladık. En moralsiz anımda Nazım’ı okurum. Nazım’ın bir lafını çok sık kullanırım: ‘Mesele esir düşmekte değil, teslim olmakta mesele.’ Biz şimdi esir düştük gibi görünüyoruz; ama teslim olmayacağız, mesele o. Sakın umudu yitirmeyelim. Bu oyunda da biz umut dağıtıyoruz.
[quote]”Son dönemlerde farklı bir gençlik var, Gezi’de bunu gördük.”[/quote]
İhtiyacımız olan şey tabi.
İhtiyacımız var, morale ihtiyacımız var tabi. Boşu boşuna bir umut da değil bu. Bu ülkenin bu kadar gençliği varsa umutsuz olmaya hakkımız yok. Ben mesela söyleşilere gidiyorum, üniversiteli arkadaşlarımla konuşuyorum. Onların sorularından çok şeyler öğreniyorum. Ve görüyorum, 4-5 senedir gençlik farklı bir gençlik. En sonunda Gezi’de bunu gördük. Kendisini, ülkesini, dünya gerçeklerini sorgulayan bir gençlik var, kafa yoran bir gençlik var. Kendisini eleştirebiliyor. Kızımdan biliyorum, acımasızlar ve iyi ki de öyleler!
Sohbetin kalan kısmını yarın yayınlayacağız. İkinci bölümde basın özgürlüğü, adaletsizlikler ve toplumun birçok alanına sıçrayan baskıcı tavırlar üzerinde konuşuldu. Merak edenler sohbetin devamını yarın okuyabilir.
Röportajın ikinci kısmı için tıklayınız.
Çağatay Aydın
Günümüzün kemikleşmiş sorunlarına gerçek anlamda eğilebilen, kendi deyimiyle devrim yolunu açan sanat ordusunun en önemli isimlerinden biriyle yapılmış bu röportaj gerçek anlamda yapıcı bir çalışmayı teşkil ediyor. Yazı kalitesi ve içerik son derece başarılı. Başarılarınızın devamını diliyorum…