André Aciman’ın filme de uyarlanan ve büyük yankı getiren Beni Adınla Çağır kitabının devamı olan Bul Beni; ilk kitabın baş karakterlerinden olan Elio’nun babası Samuel, Elio ve Oliver’ın yıllar sonraki hallerini konu alıyor. Kitap, Samuel’in hep beklediği ve artık kendisine fazla gördüğü aşkı Elio’yu ziyarete giderken bir trende buluşunu ve özgürleşmesini, Elio’nun ilk aşkının hayatına bıraktığı hayaletin aslında bundan fazlası olduğunu, Oliver’ın kaçtığı hayatı kendi içinde yaşatmaya çalışmaktan bir türlü vazgeçemeyişini, hayatlarına anlarla dokunan insanları, aynı yansımalara sahip farklı yaşanmışlıklar ve notalar üzerinden anlatıyor. Sayfalar bizi İtalya, Fransa ve Amerika gibi çeşitli ülkelere, renklere götürerek farklı zamanların, değişik şekillere bürünmüş hislerin, benzersiz yaşamların kılavuzluğunda aşkın sadece bu karmaşıklıkta kayıp gözüken varlığını sorgulatıyor.
Kitabın “Tempo”, “Cadenza”, “Capriccio” ve “Da Capo” olarak adlandırılmış dört bölümü var. Bu dört kelimenin hepsi de birer müzik terimi; tempo parçanın hızlanan kısmını ifade ederken “cadenza” parçanın ana noktasına ulaşılmadan önce söylenen ya da çalınan gösterişli bir geçit, “capriccio” özgür ve canlı bir müzik parçası, “da capo” ise baştan anlamına gelmekte. “Tempo” bölümünde Elio evden ayrıldıktan sonra eşiyle boşanmış olan Samuel’in ve içinde tuttuğu utancın ağırlığından kimseyi hayatında tutamayan Miranda’nın Roma’ya giden bir tren yolculuğunda tanışıp beraber aşkı bulmaları anlatılıyor. Tanışmaları anına kadar Samuel hayatını tekdüze yaşıyor; kendine çizmiş olduğu bir çalışma ritüeli, Elio’yla buluştuklarında geçmişi yad etmek için yaptıkları şehir turları… Miranda’nın da aslında tekdüze bir hayatı var bu tekdüzeliğin melodisi Samuel gibi sakin değil: hasta babasını ziyaretleri ve hayatında sürekli olmayan sevgilileri… Samuel hep beklediği, gençliğinde bir an için bulmuş olduğu sandığı ama çok geçmeden yanıldığını fark ettiği, ona cesaret veren aşkı Miranda’da buluyor. Kaçmak istese de inatçı Miranda onu bırakmıyor, beraber Roma’ya anılar bırakırken Miranda utancını Samuel’e yansıtıyor ve çok zor gözüken iki insanın hayatının birbirine karışması kolayca, paylaşılan birkaç “an” ile gerçekleşiyor. Samuel’in hayatının arka planında çalan tekdüze melodi kırılıyor, yerini tempoya bırakıyor.
“Cadenza” bölümünde Elio’nun hayatında önemli bir yere sahip olan Michel’le tanışmasını ve ilişkilerinin ilerleyişi işleniyor. Beraber Michel’in babasının müziği bırakma sebebini, hayata veda etmeden önce Michel’e bıraktığı ince kağıtlardaki notaların gizemini çözmeye çalışıyorlar. Sonunda belki de şimdilerine benzer bir yaşanmışlık buluyorlar ya da buna inanmak istiyorlar. Michel hiçbir hayatın tamamlanmadığını ve kendinden bir sonrakine bu yarımlığı bıraktığını düşünüyor, her yaşam yarım kalmaya mahkum onun gözünde. Michel Elio için özel birisi haline geliyor en nihayetinde; beraber yürüdükleri yollar, paylaşılan müzik notaları, söylenmesine gerek olmayan sözler… fakat Michel’in Elio için özel olmasının bir sebebi de Oliver’ın ilk aşkın bıraktığı gölgeden daha fazla oluşunu, hala ona aşık olduğunu fark ettirmesi. Elio Michel’le tanıştığı ve paylaştıkları anlar ve ona verdiği haftalar, aylar için ne kadar memnun olsa da artık gitmesi lazım. Michel, Oliver’a “ana parçaya” yaklaştığını vurgulayan çok hoş bir cadenza Elio için.
“Capriccio” bölümünde Oliver’ın terk eden olmasına rağmen bir türlü iyileşememesine, Elio’yu insanlarda arayışına, kurduğu hayatın içindeki yabancılığına tanık oluyoruz. Önceki kitapta (filmde de olabilir) belki de çoğumuzu sinirlendiren Oliver, en üzücü karakterlerden birisi haline dönüşüyor sonralarında. Kalabalık gözükse de yalnız, kafasında hala Elio’yla konuşan, her 16 Kasım’da – Elio’nun doğum gününde – “terk etmeseydim ne olurdu?” diye düşünen bir adam haline gelen Oliver; kendi kurmuş olduğu hayattan uzaklaşması gerektiğine karar veriyor ve Da Capo” bölümünde Oliver ve Elio, İtalya’da tekrar bir araya geliyorlar. Samuel ise artık aralarında değil fakat Elio’ya ondan geriye kalan ismini bilinçli olarak koyduğu Oliver isminde, yarı üvey bir kardeş. Son bölümde tüm hayatlar bir noktada kesişiyor ve karışıyor gibi hissettiriyor kitap. Neredeyse 20 yıl sonra bir araya gelen iki insan yarım kalan bir aşkı tamamlamaya çalışıyor, bu sefer gidecek biri olmadan.
Peki aşk nedir? Samuel kadar şanslıysa kişi, onu her şey bitmiş gibi hissettiği anda yakalayan bir umut mu? Kendi sınırlarına katlanamayan Miranda’nın bulmuş olduğu, insanın kalabileceği, huzurlu bir ev midir? Ya da Elio gibi bir hayaletin peşinde koşmak, anların ağırlığına kendini adamak mı? Michel’in inandığı, kaderin çizdiği çok eski bir yol mudur? Yoksa Oliver’ın bir türlü yakalayamadığı, uçuşan bir şey, şimdi mi? Belki de çalınmayı bekleyen bir notalar yumağıdır, yarım kaldığı için sonsuz olandır. Herhangi bir tren yolculuğu, ortak paylaşılan bir yoga sınıfı, bir bisikleti iki kişi yürütmektir. Hiçbiri de hayatımıza “bul beni” diye çırpınan “an”lardan fazlası değildir.
Fotoğraflar Google görsellerden alınmıştır.