Statü ve zenginliğin giyim kuşam aracılığıyla dışarıya aksettirilmesinin yalnızca modern toplumlara ait bir uygulama olmadığı aşikârdır, ancak bunun kıyafetlerin veya takıların pahalılığından ziyade tasarım ve moda aracılığıyla olması nispeten yeni bir akımın sonucudur. Statü kazanma çabalarının, en azından bir kısmının, tasarımcıların kıyafetleri ile sağlanmaya çalışılmasının başlangıcını Rönesans devri olarak kabul edebiliriz. 17. yüzyılda Burgundy ve İspanya aristokratları askeri ve politik güç kazanmak için uyguladıkları yöntemler arasına, dönemin tanınmış terzilerinden kıyafetler diktirmeyi de eklediler.
Daha sonra modanın başkenti olarak tanımlanacak Paris’te ise modanın ilk etkileri saray çevresinde görülüyor. Modanın maddi gücü ilk önce I. François döneminde fark ediliyor ve diğer ülkelere satmak için çeşitli çabalar içerisine giriliyor; ancak Fransa’da modanın yükselişi tam anlamıyla XIV. Louis zamanında gerçekleşiyor. XIV. Louis döneminde modanın ekonomik gücünün yanı sıra kral hanedanı için sembolik anlamı da tam anlamıyla anlaşılıyor. Louis’in en büyük yardımcısı ve en güçlü bakanı konumunda olan Jean-Baptiste Colbert, “Modanın Fransa için önemi, Peru’daki altın madenlerinin İspanya için arz ettiği önemle aynıdır.” demek suretiyle, modanın Fransa için ne kadar önemli bir güç aracı olduğunu ortaya koymuştur.
Bu dönemde moda sadece saray çevresi için önemliyken 18. yüzyılda genç soyluların da saraydan etkilenmesiyle birlikte, moda üzerinde sarayın tahakkümünün sona erdiği ve modanın yolculuğunun tepeden halka doğru olacağı kesinleşmiştir. Modanın tepeden halka inişinin başlangıcının en önemli ismi olan Rose Bertin, Marie-Antoinette’ye kıyafet dikmesini bir reklam aracı olarak kullandı. Rose Bertin yaptığı bu reklam sayesinde birçok aristokratı etkilemeyi başararak kendi isminin bir marka haline gelmesini sağladı ve Saint Honoré yolundaki atölyesini döneminin en çok kazandıran atölyesine dönüştürdü.
Kendi ismini marka haline getirmenin doruk noktasını ise Worth hanedanı oluşturmaktadır. Worth ailesinin geleneksel işini bir kenara bırakan ve moda sektörüne yönelen Charles Frederick Worth, bu alandaki başarısını her şeyden daha çok teknolojiye ve teknoloji ile birlikte artan üretim kapasitesine borçludur. Üretim kapasitesinin artması, 19. yüzyılda portrelerde görülen pahalı kıyafetlerin çok daha sınırlı kaynaklara sahip orta ve üst sınıfa inişini sağlamıştır. Bu dönemde modacılar hayallerde yatan tasarımları gerçeğin sınırlı kaynakları ile buluşturmaya çalışmışlardır. Frederick Worth ise bu misyonun gerçekleşmesinde en önemli rolü oynayan kişidir. Worth, III. Napoleon’un eşi Kraliçe Eugénie’ye ve Avusturya İmparatoriçesi Elizabeth’e tasarladığı kıyafetleri bir sıçrama tahtası olarak kullanmış ve buradan elde ettiği ünü geniş kesimlere yaymaya çalışmıştır. Worth modayı daha geniş kitlelere yaymanın yanı sıra tasarımlarının bir objeden çok, kendi kişiliğinin ve fikirlerinin gerçeğe yansıması olarak görülmesini de arzulamıştır. Bu amacını elde etmek için de yaptığı her parçanın özgün olmasına çalışmış ve de bu çabasının karşılığını ise kısa sürede isminin bir marka haline gelmesiyle ve moda sektöründeki ününün, Stradivarius’un müzik sektöründeki ünüyle kıyaslanabilir konuma gelmesiyle almıştır. Frederick Worth’un ölümünden sonra da Worth ailesinin halefleri bu marka değerini kullanarak orta ve üst sınıfa hitap etmeye devam etmişlerdir.
Modanın orta ve alt gelirli kesime inişinin kesinleşmesi diğer örnektekilerin aksine tasarımcılar tarafından değil tasarımcıların kıyafetlerini kopyalayanlar tarafından gerçekleşmiştir. Elbette ki, bu korsan üretim faaliyetleri sebebiyle birçok modacı zarar görmüştür, özellikle fikri hakların koruma altında olmadığı dönemlerde kıyafet yapımının el becerisinden ziyade makineleşmeye kaymasıyla birlikte tasarımcılar büyük ekonomik zarara uğramışlardır. Korsan üretimin başlangıcını 1900’lerin başı olarak kabul edebiliriz. Bu dönemde mağazalar tasarımcıların uluslararası yarışmalarda ödül kazanan parçalarını kopyalayarak kendi mağazalarında satmaya başlamışlardır. Bu faaliyetlerin kendisine ne kadar çok zarar verdiğini ilk fark eden kişi Paul Poiret’tir. Poiret, önceleri Worth ailesinin yanında çalışmaktayken, daha sonrasında Londra’da kendi işini kurmuştur ve uluslararası yarışmalarda kazandığı ödüllerle dünya çapında sükse yapmıştır. 1912-1913 yıllarında Amerika ve Avrupa gezisine çıkan Poiret, New York’ta bir mağazanın kendi ürünlerini kopyaladığını fark eder ve korsanla mücadele için “le Syndicat de Défense de la Grande Couture Française” (Büyük Fransız Modasını Savunma Birliği) enstitüsünü kurar; ancak sonuç Poiret’in beklentisinin dışında gelişir. Poiret’in beklentisi enstitünün kendi mallarının kopyalanmasının önüne geçmesidir, ancak enstitü Poiret’in ününü daha da artırmış ve bunun neticesinde ise Poiret’in tasarımları daha da fazla kopyalanmıştır.
Bu olaydan ders çıkaran modacılar telif haklarını sadece büyük şirketler için kullanmaya başlamışlardır, daha küçük ölçekli ve merdiven altı diye tabir edilebilecek üreticilerin peşine çok fazla düşmemişlerdir. Bunun neticesi ise modacıların tasarımlarının en alt gelirli kesime dahi ulaşması olmuştur.
[box_light]Kaynakça[/box_light]
Christopher Breward, Fashion, Oxford University Press, 2003.
Elizabeth Ewing, History of 20th Century Fashion, Quite Specific Media Group Ltd, 2002.