Altmışlı yaşlarında bir filozof ve üç genç, Mimar Sinan’ın ustalık eserinin ihtişamının altında çay içip muhabbet ediyorlar. Gençlerden biri elektrik elektronik mühendisliği 2. Sınıfında okuyan oldukça başarılı bir genç. Biri fizik bölümünü daha yeni yazmış bilim uğruna idealleri olan biri. Sonuncusu ise en gençleri olmakla birlikte belki de en zekileri. Zaten olimpiyat dereceleri de bunu gösteriyor. İhtiyar filozof gençlerin bilim merakını görüp sorar.
– Düşünün bakalım, sizce ilk insanlara ne oldu da bilim yapmaya başladılar?
Gençler bir süre düşünür. Fizikçi cevap verir.
– İhtiyaç. Bilime ihtiyaçlar neden oldu.
Filozof:
– Bu bir neden olabilir ama kaynak neydi? Daha temele inin. Ne yaptı da insan bilim yapmaya başladı?
Bu kez mühendis ve fizikçi birlikte atılırlar.
– Merak.
Filozof bu cevaptan da memnun kalmaz.
Olimpiyat şampiyonu:
– Şüphe der.
Filozof:
– Giderek yaklaşıyorsunuz. Bir insanın merak etmesi ya da şüphe duyması için ne olması gerekir?
Bir süre daha düşündükten sonra olimpiyat şampiyonu cevap verir:
– Gözlem.
Filozof sonunda memnun olur ve der ki:
– Artık bilim adamı olma yolunda ilk adımı attın.
Filozof haklıydı. Şüphe duymak için, merak etmek için, ihtiyaçlarımızı belirlemek için önce gözlem yapılmalıydı. Zaten öyle yaptılar.
Pek çok bilim adamı vardı ve bunların pek çoğu aynı zamanda filozoftu. En baştan almak gerekirse bilim ve felsefe arasında ki ilişkinin M.Ö Aristoteles’le başladığını kabul edebiliriz. O zamanların bilime bakış açısı maddelerin özgün ve gizli niteliklerini referans alır. Bilinmez bir tavırla çeşitli cisimlerin eylemlerini bu niteliklere dayandırır. Aristo’nun ve Aristocuların okulundan türetilen doktrine bağlıdır. Cisimlerin çeşitli etkilerini bu cisimlerin özgün doğalarından kaynaklandığını kabul eder. Ancak bu cisimlerin doğalarının kaynağını bize açıklamazlar ve bu nedenle aslında bize hiçbir şey söylemezler. Tek işleri şeylere isim takmak olduğundan şeyleri incelemezler; bir tür felsefi konuşma biçimi icat ettiklerini söyleyebiliriz ama bize göre gerçek felsefe öğretmezler.
M.Ö bilim felsefesi işte böyle bilimden çok felsefeye kayan bir dönemdi. Dönemin şartlarını da hesaba katarsak aslında oldukça takdire şayan bir iş yaptıkları açıktır. Şimdi de biraz felsefe ve bilimin birlikte tavan yaptığı bir döneme geçelim. 17. Yüzyıl hem bilim hem de bilim felsefesi adına güçlü bir yıldır. Dönemin güçlü filozoflardan Francis Bacon aynen yukarıda ki filozof gibi düşünüyor. Bilim gözlemle yapılır. Novum Organum adlı esrinde belirtir ki “insan bilim yapmalıdır yani tabiatı tanımalıdır ancak bu şekilde edindiği bilgilerden yararlanabilir.” Rene Descartes ise olimpiyat şampiyonu gibi düşünüyor. Bilimde ana unsur şüphedir. Yöntem üzerine konuşma adlı eserinde “2’yi 3 e her eklediğimde aldanmıyor muyum acaba?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum der. Onun felsefesinde her zaman şüphe vardır ki zaten var olup olmadığını sorgulayan bir adamadan bahsediyoruz. Onlara ek olarak Henri Poincare’ın bilim ve hipotez adlı kitabı da felsefede ve bilimde önemli bir yere sahiptir. “Nasıl bir ev taşlarla inşa ediliyorsa bilimde olgularla inşa edilir, ama bir taş yığını ev olmadığı gibi bilgi yığını da bilim değildir.” “Gerçek bilim adamı ama her şeyden önce bir matematikçi işinden bir sanatçı kadar zevk alır.” gibi sözleri ile felsefesini az çok belli eder. Şimdi gelelim bunların içinde en meşhur olanına “Isaac Newton”. Newton’un felsefesi onun iyi bir Hristiyan olmasından dolayı biraz da dinle ilgilidir. Newton der ki “Tanrı evreni kusursuz bir şekilde yaratmıştır ve kurallarını koymuştur. İnsanoğlunun hayattaki amacı bu mekanik Kainatın kuralların fiziği kullanarak keşfedip matematiği kullanıp şifrelemektir. Bizim hayatta ki amacımız budur.” Der.
Ne yazık ki onun mekanik kainat teorisi de kendine güçlü bir rakip buldu. Einstein’ın Görelilik kanunu ve Heisenberg’in belirsizlik ilkesi aslında kainatın Newton’un dediği gibi kesin bir mekanik kainat olmadığını gösterdi. Onlara göre ışık hızına çıkıldığında kurallar değişir ve kesin olarak bilinemezdi. Zaman kavramı farklılaşır, boyutlar değişirdi.
İşte böyle insan bilim uğruna yüzyıllardır düşünüyor ve düşünmeye devam edecek. Newton da Einstein da haklı olabilir. Yaratıcının koyduğu kuralların gölgesinde yaşıyoruz. Bu dünya bir bilgisayar programı gibi, kesin kuralları var. Lakin ışık hızı bu programın limit noktası zaten onun ötesinde bir hıza ulaşamıyor olmamız da bunun göstergesi. Işık hızına çıkıldığı zaman programın da ötesine çıkmış oluyoruz. Yeni kuralları olan farklı bir bölge. Belki de zaman kavramının olmadığı bir yere.
Belki de yazılanlar çok saçma gelebilir ama felsefe zaten saçma değil midir? İlk çağ filozoflarının söyledikleri de saçmaydı. Newton’un, Bacon’un, Descartes’in hatta Einstein’ın söyledikleri bile başlangıçta saçmaydı. Kesin olan tek bir şey var. İnsan yeniliklere olan açlığıyla bilim yapmaya devam edecek ve bunu yaparken temelde gözlem yeteneğini kullanacak.
[box_light]Kaynaklar[/box_light]
Cotes, Roger. Sör Isaac Newton’un Principia’sına Önsöz.