Bir ülke için en büyük belirleyici unsur, karar almadaki en büyük ve güçlü etken sahip olduğu nüfus ve onun niteliğidir. Devletleri birer bitki olarak düşünürsek, nüfuslarını ve halklarını onların beslendiği toprak olarak ele alabiliriz. Bu yüzden nüfus ve ülke birbirini devamlı olarak beslemekte olan iki unsurdur. Hepimiz, rutin hayatlarımızda birer “birey” olarak varız ve birey olarak aldığımız kararların çoğunu da yine kendimizi, bireyi, göz önüne alarak alırız. Yüz binlerce, milyonlarca ve hatta milyarlarca bireyin aldıkları bireysel kararlar toplamının yaşadığımız ülkenin kaderini ve tutumunu etkileyen bir kuvvet olduğunu bu nedenle pek de fark etmeyiz.
Nüfus, belirli niteliklerden oluşan bir kavramdır. Bu niteliklerin başında geleni ise yaştır. Yaş; kimin, ne kadar süre bir ülkeye verim ve katkı sağlayacağını net bir şekilde belirler. Bu sebeple ülke nüfuslarının ortalama yaşı oradaki işleyişin kaderini belirleyecek önemli bir kriterdir. Ülkelerin çağın gerekleri doğrultusunda, uzun vadeli planlarında ve kalkınmalarında nüfus yaş ortalaması çok önemli bir rol oynamakta.
Evet; insanın, ya da insanlar topluluğunun, bir devlet boyutunda önemli aktör olduğunu belirttik. Bu yazıda ele alacağımız ise nüfusun ülke ekonomisiyle bağı. Yıllar geçtikçe değişen nüfus yapıları, ülkeleri uzun vadede nelere yönelttiğine ve temelini karar alma mekanizmalarının oluşturduğu ekonomide aslında yaş ortalamalarındaki yükselmenin nasıl bir etkiye sahip olduğuna göz atacağız.
İŞGÜCÜ VE ÇALIŞAN NÜFUS NEDİR?
Yukarıda aslında iş gücünün yakınlarından geçmiştik. İş gücü basitçe herhangi bir kurumda veya daha büyük çerçevede ülkede tam olarak “iş yapabilen” ya da “iş gerçekleştirebilen” insan grubunu tanımlamaktadır. Yani bir anlamda emek de diyebiliriz.
Çalışan nüfus ise bu emeği, işgücünü halen gerçekleştirmekte olan nüfusu belirtmektedir.
Genellikle 18-64 yaş arası nüfus, bir ülkede bu işgücüne katılabilecek ve iş yaratabilecek nüfustur.
Başta gelişmiş ülkeler olmak üzere birçok ulus son zamanlarda nüfusunun yaşlandığını fark etmeye başladı. Kimileri için bu bir süredir hedeflenen bir sonuçtu ve ona ulaşmışlardı, kimileri için ise farkında olmadan zaman içinde gelişen bir süreçti. Buna örnek olarak Avrupa’dan birçok ülke verilebilirken dünya ekonomisinde Japonya ve Amerika gibi büyük söz sahibi olan uluslarda da yaşlanan nüfus göz önüne alınmaya başlanan bir sorun haline geldi.
*Koyu mavi ile gösterilen ülkeler 2025 yılı itibariyle nüfuslarının %30 ve fazlası 60 yaşının üzerinde olacağı tahmin edilmekte. Haritada çoğunluğu oluşturan açık mavi renkli ülkelerde ise bu oran %10 ile %30 arasında olması bekleniyor.
Dünya Bankası verilerine göre ABD’nin 1960 yılında 65 yaş üstü nüfusu %9.13 iken 2017 yılında bu oran %15.41. Japonya’daki durum ise daha bile ilginç. 1960 yılında Japon nüfusunun %5.62’si 65 yaş üstü nüfusu oluştururken 2017’de tam tamına %27.05’e ulaştı. Listede İtalya, Almanya, Danimarka, İsveç, Hırvatistan, Hong Kong, Güney Kore, İspanya, Yunanistan, Finlandiya gibi birçok gelişmiş ülkede benzer tablolar görülebiliyor. * (Ülke bazında veriler için: https://data.worldbank.org/indicator/SP.POP.65UP.TO.ZS )
ARTIK DAHA UZUN YAŞIYORUZ!
Aslında bu yaşlı nüfustaki artışın en önemli sebeplerinden birisi çok pozitif bir gelişme: Yükselen yaşam standartlarının getirdiği insan hayatındaki uzama. Nüfusun doğum ve ölümlerle belli bir dengede kaldığı ve bu yüzden de dinamik bir yapısı olduğunu göz önüne aldığımızda hızlı doğum oranlarına sahip olmayan ülkelerde zaman içinde artan yaşam süresi bir anlamda aslında yüksek yaşlarda bir yığılmaya sebep oluyor.Artık insanlar emekli olduktan sonra hayatının sonuna kadar geçireceği beklenen zaman aralığının daha üstüne kadar yaşayabiliyor. Kulağa hiç de fena gelmiyor.
Yukarıda bahsettiğimiz işgücüne katılım sağlayabilen yaş aralığının dışına çıkıldığında doğal olarak ülke geneli için işi ile fayda sağlayamayan nüfusa ulaşmış oluyoruz. Ülkelerdeki düşen doğum oranları işgücünden ayrılmış nüfusa yetmediği zaman ise uzun vadede sıkıntılar yaratabilecek boyutlara erişebilir.
Amerikan Nüfus Bürosuna göre ortalama bir Amerikan emekliliğinden sonra yaklaşık en az 20 yıl daha yaşayabiliyor. Bu veriler Amerika’nın gittikçe büyüyecek bir bağımsız nüfusa sahip olacağını gösteriyor. Aynı kurumun verilerine göre ise 1950 yılında bir Amerikan kadınının ortalama 3.5 çocuğa sahip olduğu bilinirken günümüzde ise bu beklenti 2 çocuktan daha az. *(https://www.forbes.com/sites/miltonezrati/2018/04/23/aging-demographics-a-threat-to-the-economy-and-to-finance/#20a7de5c3f2e )
*Bu grafik ise 2005 ile 2050 yılları arasında beklenen bağımsız nüfus oranındaki değişimi ülkeler bazında gösteriyor.
ARTAN YAŞLI NÜFUS NELERİ ETKİLİYOR?
Bağımsız nüfusta görülecek artışın bir diğer doğuracağı sonuç ise devlet açısından artacak ödemelerin ortaya çıkacağı. Ne kadar fazla yaşlı insan olursa, bakılmaya muhtaç insan sayısı da o kadar fazla olmaya başlayacaktır. Yaşlılar için huzurevleri şart durumda. Huzurevlerine olacak talep artışı ise doğrudan olarak huzurevlerinde hizmet verecek işgücüne olan talebi de artıracak. Bunun dışında genel olarak sağlık sektörünün de boyutunun, veriminin ve hızının normalden daha fazla olması gerekeceği de öngörülebilir.
Buna ek olarak, yaşlılar için gerekli olan tüm ürünlerin ve kaynakların üretimi için gerekecek işgücü de artacaktır. Yoktan işgücü var edilemeyeceği için bazı işçilerin sektör değişimi yapmak zorunda kalması görülebilecek bir diğer sonuç. Sektör değişimi ise detaylı incelendiğinde, terk edilen sektörlerde verimsizliğe neden olur.
Bunun yanında ödenecek emekli maaşlarının da artış göstereceği göz önüne alınmalıdır. Daha uzun süre hayatta kalan insanlar daha uzun süre maaş alabilmeyi hak etmektedir.
*Birleşik Krallık verilerinden oluşturulmuş bir grafik. Yıl bazlı olarak devletin emeklilik maaşına olan giderlerindeki artışı görebiliyoruz.
Eğer bir devlet emekli maaşlarına olan giderlerinin arttığını görürse, uzun vadede sıkıntılar yaşamamak için mutlaka bu kaybı kapatacak yeni yollar bulmalıdır. Böyle bir durum yaşandığında çalışan yaş aralığındaki vatandaşlardan ödedikleri normal vergilerin daha fazlasını ödemeleri talep edilebilir. Veya normal şartlarda planlanan gelecek yatırımlar için halen yapılan tasarruf planları sekteye uğrayabilir. Bu da sonuç olarak bazı planların ertelenmesine ya da başarısız olmasına yol açabilir.
PEKİ, OLAY TAMAMEN OLUMSUZLUKTAN MI İBARET?
Aslında hayır. Değerlendirdiğimiz durumlar ülkeden ülkeye izlenen politikaların farklılığıyla ve sahip olunan koşullarla değişebilecek durumlar. Hatta bazı noktalardan bakıldığında ise bunun avantajları da olduğu görülebilir.
Mesela, yaşlılara gerekecek harcama miktarı aslında yeni doğan bir bireyin yaratacağı maddi yükten oldukça az olacağını düşünebiliriz. Bir çocuk doğduğundan itibaren hem kendisi hem de ailesi açısından yüklü bir harcama yapılmasını gerektirir. Yeni doğan bir çocuk, öndeki yaklaşık 10-15 yıl boyunca yüklü bir eğitim harcaması, aileye eklenen ekstra gıda, giyecek vb. masraflar anlamına gelir. Yaşlı bir bireyin bir yılda sebep olacağı maddi yük ise küçük bir çocuğunkinin yanında oldukça masumdur.
Ayrıca, eğer ülkedeki sağlık sektörü yeterince gelişmiş ve hızlı ise insanların bir süre daha fazla çalışması daha kolay olacaktır. Gelişmiş ülkelerde yaş ortalamasındaki artışın nedeni temelde budur zaten. Eğe sağlıklı beslenme; spor, düzenli tıbbi kontroller ve sağlık merkezlerindeki denetimler teşvik edilir ve artırılırsa, bakıma muhtaç olarak yaşanacak yılların bir kısmı yeniden etkin ve aktif hayat süresine dahil edilebilir.
Bu noktada yerinde devlet tutumları önem kazanıyor. İnsanlara daha uzun süre çalışabilecekleri ve iyi koşullarda; sağlıklı olacakları garantisi verilebilirse, işgücünden yaşanacak kayıp en aza indirilebilir. Bu da devletin emeklilik yaşını yükseltirken olumsuz tepkiler almasını ve bu sürecin sancılı geçmesini önleyebilir.
BİR DİĞER ÇÖZÜM YOLU: GÖÇMENLER
Günümüzde hali hazırda birçok gelişmiş ülke gerek tarihe dayanan sebeplerle gerekse de yeni geliştirdikleri politikalar ile artış gösteren bir göçmen nüfusa sahipler. Göçmen almak nüfusu hareketlendirmenin ve işgücü için gereken nitelikteki insana ulaşmanın daha hızlı ve ucuz bir yolu olabilir. Genelde geri kalmış ülkelerden daha iyi koşullar bulabilmek ve çalışabilmek umuduyla gelişmiş ülkelere olan göç her gün gerçekleşen bir hadise. Zaten, gelişmiş ülkelerin göç alarak amaçladıkları ise bu işgücüne kolayca destek sağlayabilme kolaylığından ibarettir.
Fakat, bahsettiğimiz konuları tekrardan düşünürsek göçün de doğruluğu üzerine tartışabilecek argümanlara ulaşabiliriz. Şayet, göç ile kısa zaman zarfında büyük insan topluluklarına sahip olabilirsiniz. Ancak o insanlar da ülkeye girdiğinden itibaren sizin koşullarınızda yaşayacakları için onlara da uzun bir ömür sağlamak sorumluluğunuz olacaktır. Yani, her şekilde yaşlı nüfus fazla kalmaya devam edecek uzun vadede. Göç alımını da sürekli hale getirmek ise çok daha komplike durumlar yaratabilir. Bu nedenle göç alımı kısa süreli bir çözüm getirecektir.
BAHSEDİLENLERİ BİR ÜLKE ÜZERİNDEN İNCELEYELİM BİR DE…
JAPONYA
Japonya, Dünya Bankası’nın 2017 yılı verilerine göre yaklaşık 127 milyonluk nüfusa sahip. Japon ekonomisi ise dünyanın en büyük ekonomileri arasında ilk 3’te kendine yer bulabilecek büyüklükte. Yazının başlarında değinildiği üzere Japonya’nın nüfusunun yaklaşık %27 si 65 yaş ve üzerini oluşturuyor. İlerleyen 10-20 yıl içerisinde de bu oranın %40’a bile ulaşabileceği tahmin ediliyor. Bu kadar büyük nüfuslu ve büyük ekonomiye sahip bir ülke üzerinden böyle çarpıcı bir oran oldukça incelemeye değer.
Ekonomik büyüme oranları bu noktada devreye giriyor. Ekonomik büyüme, bir ülkenin yaratabildiği toplam milli gelirin nüfusuna oranla yıl bazında artış oranıdır. Japonya 1980’den itibaren azalan bir büyüme grafiği izledi. Bunun en büyük sebebi de ülkedeki işsizliğin artmış olması.
Japonya bu durumu ile G7 ülkeleri arasında en düşük büyüme oranına sahip. ING Bank’ın Asya-Pasifik araştırma ve ekonomik yöneticisi Rob Carnell, Japonya’nın nüfusunun hızla artan yaş ortalamasının ve iş olanaklarındaki azalmanın ekonomik büyümeyi zora sokmakta olduğunu belirtiyor. *( https://www.ft.com/content/7ce47bd0-545f-11e8-b3ee-41e0209208ec )
Japonya geçtiğimiz son on yıllar içerisinde nüfusunu azaltmaya yönelik izlediği politikalarının meyvesini almaya başlamıştı. Fakat öngörülebilir bazı sıkıntılar kendini göstermeye başladı.
*Japonya’nın diğer G7 ülkeleri ile olan nüfus büyümesini bu grafiğe bakarak görebiliyoruz.
Japonya’nın bir de özel durumu var. Japonların özgün kültürleri, etnik yapılarını ve ırklarını muhafaza etmeye oldukça önem gösteriyor. Bu sebeple verilecek bir büyük çaplı göçmen kabul etme kararı onlara kültürel açıdan da tehdit oluşturabilir.
Çalışma saatlerinin rekor derecelerde olduğu Japonya bir anlamda kaybettiği verimi çalışanlarına ekstra mesai koymakla karşılayabiliyor. Japonya’da ayrıca işgücüne katılan kadınların sayısı da arttı. Erkeklerse daha uzun ve daha düşük seviyedeki pozisyonlarda çalışıyor ve gençlere yer açıyor. Yaşlıların evde daha uzun süre yaşamasıysa sağlık hizmetlerinin maliyetini düşürebilir. *( https://www.amerikaninsesi.com/a/yalanan-nufs-ekonomiyi-ne-kadar-etkiliyor-128587553/899268.html)
HADİ ÇOCUK YAPMAYA!
Yaşlı nüfus oranlarından şikayetçi olan İtalya ve Danimarka gibi diğer ülkelerde nüfusu gençleştirmenin en iyi çözümü yine de doğum oranını artırmakta yatıyor gibi gözüküyor. İtalya hükumeti geçtiğimiz günlerde 3 çocuk doğurana tarım arazisi vaatlerinde bulunmuştu. Hatta bu vaatlere faizsiz ev kredisi verileceği de duyuruldu.* (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46032660) Bunun yanında Danimarka ise son birkaç yıl içinde bu duyurularını reklamlar üzerinden yapmayı tercih etti. Bazı seyahat acenteleri çiftleri tatile ve balayına gitmelerini teşvik edecek reklam projeleri başlattı. Hatta balayında çocuk sahibi olan çiftlerin ilk yıl içindeki bakım harcamalarının tamamen karşılanacağı da belirtilmişti. Slogan ise “Danimarka İçin Yap!”.
https://www.youtube.com/watch?v=B00grl3K01g
Ekonomi bir döngüden ibarettir. Döngüde yer alan her bir aktör bu sirkülasyonda birbirini denetler ve gerekli durumlarda dengeler. Birisinde yaşanan bir sorunda ya da eksiklikte bir başka aktör devreye girer ve durumu düzeltir. Nüfus yapısının bu döngüdeki kritik rollerden biri olduğunu görmüş olduk. İnsanların daha uzun yaşayabiliyor olmasından güzel bir haber olamaz değil mi? Ama geri kalan etkenler de göz önüne alındığında aslında bu tam olarak da bir tıkanmaya sebep oluyor olabilir. Genellikle olumlu olarak nitelendirdiğimiz hadiseler büyük ölçekte farklı şekilde yorumlanabilir.