DSLR Nedir, Nasıl Çalışır?

Fotoğraf tarihin en önemli buluşlarından birisi. İlk fotoğrafın çekildiği günden beri farklı olayları, kişileri, zamanları, ortamları kısacası olan biten her şeyi herhangi bir zamana taşıyabiliyor. Bu güzel nimet aynı zamanda çok güçlü bir silah çünkü tüm bu olan biteni kameranın arkasındaki insanın bakış açısıyla anlatıyor bize. Medya sağ olsun bu silah günden güne şiddetlenerek bize doğrultuluyor. Ancak olayı farklı bakış açılarıyla anlatmanın inanılmaz yararları da var. Çünkü olaya hangi açıdan bakarsak bakalım az da olsa içinde olaya ait bir gerçeklik görürüz ve normal bakarak göremeyeceğimiz bu gerçek bize hoş sanatsal hazla kazandırabiliyor ve bu hazzı bir kez kazandıktan sonra hayattaki çoğu şeye bakarak bu hazzı aramaya başlıyoruz. Kısacası hayata başka yerlerden bakmayı öğreniyoruz.

Peki, tüm bu hazzı neye borçluyuz? Caanım fotoğraf makinelerine! Cep telefonlarımızın bayağı geliştiği(hala 10 yıllık bir DSLR etmezler) şu günlerde tek amacı fotoğraf ve video çekmek olan fotoğraf makinelerinin satışı tahmin edilenin aksine gün geçtikçe artıyor. Ben de bu muazzam aletlerin çalışma prensibini olabildiğince basit anlatmak istiyorum ancak tüm kamera çeşitlerine değinemeyeceğim için günümüzde (telefon kamerası hariç) en yaygın tür olan DSLRlardan bahsedeceğim. Yani açılımıyla Digital Single Lens Reflex.

İnsanoğlu olarak yaptığımız her şeyi doğadan esinlenerek yaptığımız için kamerada da durum aynı. Gözümüz nasıl çalışıyorsa fotoğraf makineleri de aynı prensiple çalışıyor. Işık nesnelerden yansıyor bir dizi lenste kırılıp gözümüzde retinaya düşüyor ve ardından beyinde ilgili yerde yorumlanıyor. Makinede ise ışık, ağırlığı yüzlerce grama çıkabilen bir dizi lens -objektif- içinden geçip makinenin kalbindeki sensörü uyarıyor ardından da aynı beyinde olduğu gibi bir işlemcide fotoğraf haline geliyor ya da sensör yerine filme işleniyor. Basit değil mi? Hadi biraz da parça parça kurcalayalım.

Lens

Makineyi tanırken ışıkla beraber gidelim. Işık makinede ilk objektif içinden geçiyor. Objektif aslında yeterli miktarda ışığı, istenilen doğrultuda sensöre ileten, içinde bir dizi lens, diyafram ve otomatik odaklama için bir motor düzeneği bulunduran kara kutudur. Aynı gözümüzde olduğu gibi gelen ışığın algılandığı belli bir yeri olan sensörden bahsettik. Işığı sensöre düşürmek ve algılaması için de biraz yavaşlatmak için bir dizi lens kullanıyoruz. Gözümüzdeki lens esnek bir yapıya sahi olduğu için odaklamak (ışığı sensöre istenilen doğrultuda göndermek) için pek yardımcıya ihtiyacı yok. Kalınlığını kaslarla ayarlayabildiğimiz için ışığa istediğimiz gibi yön verebiliyoruz. Ancak lensleri esnetemediğimiz için kamera içinde biraz ışıkla oynamamız gerekiyor. Işığın kırılma açısını değiştirmek için de iki farklı lens arasındaki mesafeyle oynuyoruz. Telefonlarda durum biraz daha karışık ama burada anlatsak bayağı uzar, belki diğer yazıda.

Diyafram

Gelen ışığı istediğimiz yere gönderdik şimdi istediğimiz kadar ışığı içeri almaya çalışalım. Gözümüzde durum gene çok basit. Göze aynı zamanda rengini veren iris, kaslı bir yapı. Böylece kısılıp açıldığı zaman göze giren ışığı ayarlayabiliyoruz.

Fazla ışıkta iris büyür, az ışık girer.

Yetersiz ışıkta küçülür, çok ışık girer.

Diyafram da aynı mantıkla çalışarak ışığın miktarını kontrol eder. Işık yetersiz olduğunda daha fazla ışık girebilmesi için diyafram yapraklarını çeker, çok ışık olduğunda da aksi olur.

Ancak, diyafram ne kadar açılırsa alan derinliğimiz o kadar azalır. Alan derinliğini kabaca kamerayı odakladığımız noktadan itibaren fotoğrafta net çıkan kısım olarak düşünebiliriz.

 

Sensör

Tıpkı gözümüzdeki ağ tabaka gibi kamerada da sensör var demiştik. Gözümüzde farklı amaca hizmet eden milyonlarca ışık almacı var. Bazıları güzel ışıkta renk ve detayları anlarken bazıları da yetersiz ışıkta cismin sadece şeklini anlamaya çalışır. Bu yüzden geceleri cisimleri daha siyah beyaz görürüz. Kamera sensöründe durum biraz daha farklı. Sensör dediğimiz milyonlarca ışık almacından oluşan teknoloji harikası, gelen ışığın karakterini kameranın işlemcisi ile yorumladığında renk tonları, doygunluk gibi detaylar birleşiyor ve fotoğraf ortaya çıkıyor.

Ancak sensörlerde ışığı farklı farklı yorumlayan almaç hücreler yok, onun yerine minnacık pixeller var. Kamerada yazan 16megapixel aslında kameranın sensöründe 16 milyon tane ufak almaç olduğunu gösteriyor. Ancak gözümüzden farklı olarak bu almaçların kendi hassasiyet dereceleri var, yani üzerine düşen ışığa tepkilerinin derecesi.  Buna fotoğraf dünyasında İSO diyoruz. İSO’yu arttırdıkça aslında zayıf gelen ışık daha güçlüymüş gibi görünüyor. “Ee, ne güzel gece fener gibi çekelim böyle!” derseniz maalesef her artının bir eksisi var. İSO’yu arttırdığımız zaman sensör fazla ısınıyor ve bunun sonucunda pixellerimiz sapıtıyor, fotoğrafta hiç sevmediğimiz karıncalanma yani gren oluyor. Gece güzel fotoğraflar çekmek için tek yapacağımız daha fazla ışık; yani daha çok ışığın düşmesi için daha büyük bi sensör ve daha çok ışık alabilmemiz için daha açık bir diyafram.  

“Fotoğraf makinesini icat etmiş gibi övünen telefon şirketlerinin kullandığı sensör ve standart bir aps-c sensör(23.7mm x15.7)”

Eveeet, kameramızın nasıl çalıştığını öğrenmek için 3 ana parçada kamerayı inceledik. İlk tepkileri azaltmak için mümkün olduğunca basite indirmeye çalıştım. Gelecek yazımızda enstantane hızı, odaklama mantığı, pozlama sisteminden vb. daha detaylı konulara girelim. Esen kalın.

Referanslar:

  • https://tahiryildiz.com/dslr-fotograf-makinesi-nedir-nasil-calisir/
  • https://electronics.howstuffworks.com/camera.htm

Leave a Reply