SON YILLARIN EN ZOR KIŞI: ENERJİ KRİZİ

Bu kış hepimiz için çok zor geçecek. Avrupa’da başlayan ve kısa sürede bütün dünyada etkisini gösteren enerji krizi bütün ülkelerin gündeminde. Ciddi sonuçlarının olmasını beklediğimiz bu kriz için “neden öngörülemedi?” ya da “bir önlem alınabilir miydi?” sorularının cevapları herkes için merak konusu. Öncelikle krizin sebeplerine bakalım. Pandeminin etkisinin azalmasıyla beraber ekonomik aktivitede önemli bir artış yaşandı. Salgının yoğun hissedildiği dönemde kapanan ya da üretim kapasitesini azaltan sanayi kuruluşları eski çalışma düzenlerine geçmeye başladılar. Bu durum doğalgaz talebini yükseltti. Öte yandan Avrupa’nın genelinde nükleer ve termik santraller yerine güneş ve rüzgar enerjisine geçilmesi ve bu enerji kaynaklarının düzenli bir şekilde enerji sağlayamaması, doğalgaza talebi arttıran bir önemli etken daha oldu. Madalyonun diğer yüzünde, yani üretici tarafında da durum çok farklı ilerlemedi. Norveç’in beklenenden daha az gaz üretmesi ve Avrupa’nın en büyük gaz ithalatçısı olan Rusya’nın taleplere yanıt vermemesi, gaz fiyatlarının artmasına neden oldu. Ayrıca finansal piyasalardaki spekülatif hareketler de bu yangına kömür atmış oldu. Enerji yoğun sektörlerde iflas eden ya da üretimi durduran fabrikaların sayısı her geçen gün artıyor. Bu durumun hane halkını nasıl etkileyeceğinden de kısaca bahsedelim.

Bu yıl, fiyatı şimdiye kadar %600 artan doğalgazın, vatandaşın cebine de yansıması bekleniyor. Bazı enerji uzmanları Türkiye’nin gaz alım maliyetinin %30 ila 35 arasında artacağını ön görüyor. Bu artışın ne kadarının hane halkın yansıtılacağı ise henüz bilinmiyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, devletin fedakarlık yaparak maliyeti vatandaşa yansıtmadığını belirtse de bu durumun sürdürülebilir olmadığı düşünülüyor. Dolar kurundaki artışı da düşününce, enerji ithal eden bir ülke olarak zor durumda kalabiliriz. Daha da önemlisi, bu fiyat artışını sadece doğalgaz faturalarında hissetmeyeceğiz. Çin’de üretimini durduran fabrikalar yüzünden bazı malların temininin zorlaşacağı ve birçok üründe fiyat artışı yaşanacağı öngörülüyor. Doğalgazdaki bu artışı elektrik ve petrol fiyatlarının da takip ettiğini söylemek mümkün. Sene başından beri elektriğin fiyatı %250 artış gösterirken, Brent petrolün varil fiyatı 50 dolardan 80 doların üzerine çıktı.

Yaşanan bu gelişmeler The Economist dergisin 2020 Eylül ayındaki kapağını gündeme getirdi. Dergi kapağında yeşil enerjiye “21. Yüzyılın enerjisi” adını vermiş ve yeşil enerjiyi “yeni düzen” olarak adlandırmıştı. “Petrol devrinin sonuna mı geldik?” adlı makalede yeşil enerjinin avantajlarından detaylı bir şekilde bahsedilmiş, fosil enerjiler “kirli” olarak
adlandırılmıştı. Yine aynı dergide, yalnızca bir sene sonra ise “Yeşil dönemdeki ilk enerji şoku” adlı makale yayınlandı. Bu makalede demokratik ülkelerin fosil yakıt üretimini azalttığı ve enerjideki arzın otokrasi ile yönetilen ülkelere yöneldiği belirtildi. Avrupa’nın plansızlığı sebebiyle oluşan bir enerji krizini Rusya’ya bağlamak her ne kadar yanlış olsa da bu makale Avrupa’nın henüz yeşil enerjiye geçmek için yeterli altyapıyı sağlayamadığını bir kez daha ortaya koymuş oldu. Avrupa’nın Rusya’nın “iyi niyetine” kaldığı bu günlerde Avrupa’daki hükümetlerin kendi politik konumlarını korumak için Rusya’ya taviz vermeleri bile söz konusu olabilir.


Yeşil enerjiye geçmek ve daha temiz bir dünyada yaşamak mümkünse bile yakın gelecekte bunun için çok daha fazla çaba sarf edilmesi gerekiyor. Yeşil enerjinin gerçekten temiz bir dünya için mi yoksa yüksek kâr marjları için mi istenildiği konusunda netlik sağlanmalı. Yaşanan bu krizden dersler çıkarılmalı ve bu süreç daha dikkatli bir şekilde yürütülmeli. Aksi takdirde, televizyonlarda insanlara kat kat giyinmelerini öneren uzmanları görmeye başlayabiliriz.

Leave a Reply