Bir dönemin acı dolu bir hikayesi olarak tarihin sayfalarında yerini alan Ermeni Tehciri, insanlık tarihinde derin izler bırakan bir trajedidir. 1915 yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi altında gerçekleşen bu olay, Doğu Anadolu’da işgalci Çarlık kuvvetleriyle iş birliği yapan Ermeni milis kuvvetlerinin o bölgedeki Türk ve Kürt nüfusu sistematik olarak katletmelerine karşı bir tedbir olarak binlerce Ermeni’nin zorla yerinden edilmesi ve bunun sonucunda iki taraftan da yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesi olarak açıklanabilir. Bu olay, sadece Ermeni ve Türk halklarının acısı değildi, aynı zamanda insanlığın ortak hafızasında derin bir yaraydı.
Nedir Bu Soykırım Dediğimiz?
Soykırım teriminin kökeni ve uluslararası hukukta kanunlaştırılması, 1915-16 yıllarındaki Ermeni tehciri ve akabinde gerçekleşen ölümlere dayanmaktadır. Bu sözcüğü ilk kullanan ve daha sonra Birleşmiş Milletler’de savunucusu olan Avukat Raphael Lemkin, Türkiye’nin Ermenilere karşı işlediği suçlar hakkında çıkan ilk gazete yazılarının grupların yasal korunma ihtiyacı (1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesi’nin ana unsuru) ile ilgili düşüncelerinin anahtarı olduğunu defalarca ifade etmiştir.
“Soykırım tarihte birçok kez gerçekleşti. Önce Ermenilerin başına geldi, ardından da Hitler harekete geçti.”
- Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü’ne göre soykırımın tanımı 6. maddede yapılmaktadır. Bu maddeye göre soykırım, bir milletin, etnik veya dini bir topluluğun veya bir ırkın tamamını ya da bir bölümünü yok etmek amaçlı yapılan aşağıdaki davranışlardır:
(1) Topluluk üyelerini öldürmek,
(2) Topluluk üyelerine ciddi fiziki veya zihinsel zarar vermek,
(3) Topluluk üyelerini bilerek tamamen ya da kısmen fiziksel yok oluşa götürecek yaşam şartlarına tabi tutmak,
(4) Topluluktaki yeni doğumları kasıtlı olarak engellemek,
(5) Topluluğun çocuklarını zorla başka bir gruba transfer etmek.
1996’da Genocide Watch’ın (Soykırım Gözlem Örgütü) başkanı Gregory Stanton “Soykırımın 8 Aşaması” isimli bir rapor sundu. Burada soykırımların “öngörülebilen fakat engellenemez olmayan” 8 aşamada gerçekleştiğini söylüyordu. Bunlar:
Aşama | Özellik | Önlem |
---|---|---|
1- Sınıflandırma | İnsanlar “bizler ve onlar” diye bölünür. | Bu erken aşamada alınacak başlıca önlem ayrımları aşacak evrensel kurumlar geliştirmektir. |
2- Simgeleme | Nefretle birleştiği zaman simgeler dışlanan topluluğun gönülsüz üyelerine dayatılabilir. | Simgelemeyle mücadele için nefret simgeleri ve nefret sözleri hukuki olarak yasaklanabilir. |
3- Hümanizm karşıtlığı | Bir topluluğun üyeleri diğer topluluğun insanlığını inkâr eder. Topluluğun üyeleri hayvanlar, parazitler, böcekler ya da hastalıklarla özdeşleştirilir. | Yerel ve uluslararası liderler nefret söyleminin kullanımını lanetlemeli ve kültürel olarak kabul edilemez ilan etmeli. Soykırıma teşvik eden liderlerin uluslararası yolculukları yasaklanmalı ve yurtdışı finans kaynakları dondurulmalı. |
4- Örgütlenme | Soykırım her zaman örgütlüdür. Özel ordu birlikleri ya da milisler genellikle eğitilir ve silahlandırılır. | BM soykırımsal katliamlara katılan hükûmetlere ve kişilere silah ambargosu uygulamalı ve ihlalleri incelemek için komisyonlar kuralı. |
5- Kutuplaşma | Nefret grupları kutuplaştırıcı propagandalar yayınlar. | Önlemler ılımlı liderleri emniyet altına almak ya da insan hakları gruplarına destek vermek şeklinde olabilir… Radikallerin darbe yapmasına uluslararası yaptırımlarla karşı çıkılmalıdır. |
6- Hazırlık | Kurbanlar etnik ya da dinsel kimlikleri nedeniyle belirlenip ortaya çıkarılırlar. | Bu aşamada soykırım acil durumu ilan edilmelidir. |
7- İmha | Bu katillerin gözünde “imha”dır çünkü kurbanlarının insan olduğuna inanmazlar. | Bu aşamada soykırımı yalnızca hızlı ve yoğun silahlı müdahale engelleyebilir. Ağır silahlı uluslararası koruma gücü tarafından gerçekten güvenli bölgeler ya da mültecilerin kaçacağı yollar yaratılmalıdır. |
8- İnkâr | Failler herhangi bir suç işlediklerini inkâr ederler. | İnkâra cevap uluslararası ya da ulusal mahkemelerce verilecek cezalardır. |
Kanun-ı Esasi’ye göre:
MADDE 8.– Devleti Osmaniye tabiyetinde bulunan efradın cümlesine herkangi din ve meshepten olur ise bila istisna Osmanlı tabir olunur ve osmanlı sıfatı kanunen muayyen olan ahvale göre istihsal ve izae edilir.
MADDE 9.– Osmanlulerin kâffesi hürriyeti şahsiyelerine malik ve aherin hukuku hürriyetine tecavüz etmemekle mükelleftir.
MADDE 10.– Hürriyeti şahsiye her türlü taarruzdan masundur. Hiç kimse kanunun tâyin ettiği sebeb ve suretten maada bir bahane ile mücazat olunamaz.
Olayların Arkaplanı
Yabancı kaynaklara binaen Doğu Anadolu’daki etnik dağılım:
Berlin Antlaşması’nın imzalanmasının ardından Sultan II. Abdülhamid (1876–1909), imparatorluktaki Ermenilerin hiçbir ilde çoğunluk oluşturmadığını iddia ederek ve hak ihlali raporlarının abartılı ya da yanlış olduğunu savunarak ıslahat hükümlerinin uygulanmasının önüne geçti. Fakat artan baskılar ve Ermeni Patrikhanesinin yoğun batılı propagandalara maruz kalıp silahlanmaya başlaması bu durumu işin içinden çıkılmaz bir hale soktu.
Ermenileri silahlanmaya ilk davet eden isim, daha sonra Eçmiyazin Katogikosluğuna seçilecek olan eski İstanbul Patriği Mıgırdıç Kırımyan’dı. Berlin Kongresi’ne katılan Ermeni temsilcilerinden ve sürecin önemli aktörlerinden biri olan Patrik Kırımyan, İstanbul’a döndükten sonra Ermeni Patrikhanesi’nde büyük bir kalabalığa hitaben meşhur “Demir Kepçe” konuşmasını gerçekleştirdi. Konuşmasının sonunda Patrik, Ermenilere şöyle sesleniyordu: “Ermeni Halkı, tabii ki silahın ne yaptığını ve neler yapabileceğini çok iyi anladınız. Bundan dolayı, değerli ve kutlu Ermeniler, sizler vatanlarınıza, akrabalarınıza ve arkadaşlarınıza döndüğünüzde, silahlanın, silahlanın ve yine silahlanın. Ey insanlar, her şeyin üstünde bağımsızlık umudunu önce kendi içlerinize yerleştirin. Aklınızı ve yumruğunuzu kullanın! İnsan kendi kurtuluşu için mücadele etmelidir.” Başka bir patrik olan İzmirliyan da, bir din adamından ziyade bir komiteci gibi davranmış, patrikliği sırasında gösterdiği gayretle ün kazanmış ve kendisine “Demir Patrik” unvanı verilmişti. Patriklerin yanı sıra Ermeni piskoposları ve din adamları, Ermenileri silahlanmaya teşvik eden ilk kişiler olarak bilinirler. Ayrıca Anadolu’daki kiliselerin birçoğu, isyan planlarının yapıldığı ve silahların saklandığı yerler haline gelmiştir. Türklerin mabetlere gösterdiği saygı ve bu yerleri kutsal kabul etmesi, teröristlerin kiliseleri üs olarak kullanmalarına yol açmıştır. Silahlanan Ermeni milislerine karşılık Sultan Abdülhamid genellikle Kürt çetelerini bir araya getirerek Hamidiye Alayları’nı oluşturdu ve bu alaylar, “Ermenilerle istedikleri gibi uğraşmaları” için görevlendirildi. Osmanlı yöneticilerinin provokasyonları sonucu ortaya çıkan ayaklanmalar, genellikle aşırı vergi tahsisi gibi sebeplerden dolayı Ermeni nüfuslu bölgelerde gerçekleşti (örneğin 1894’te Sason ve 1895-96’da Zeytun İsyanı). Bu ayaklanmalar, Hamidiye Alayları tarafından baskı ve sindirme yoluyla bastırıldı. Ancak, bazı durumlarda Ermeniler, alaylara karşı üstünlük sağladı ve 17 Ekim 1895’te Ermeni devrimciler İstanbul’daki Ulusal Banka’yı ele geçirmiş ve yetkili makamların Ermenilere bölgesel özerklik vermemesi hâlinde 100 rehineyle birlikte bankayı havaya uçurma tehdidinde bulunmuştur. Fransız müdahalesi bu olayın barışçıl bir sona ulaşmasını sağlamışsa da el altından Ermeniler silahlandırılmaya devam edilmiş ve Doğu Anadolu’da karşılıklı kıyımlar yaşanmaya devam etmiştir ama Bâb-ı Âli, her ne kadar Batılılar bu olayların ateşini fitillese de yaşanan katliamlar nedeniyle kınandı.
II.Meşrutiyet ve takibi kutlamalar:
II. Meşrutiyet sonrası
24 Temmuz 1908’de, Selanik merkezli Üçüncü Ordu subayları, II. Abdülhamid’e darbe yaparak Hamid’in mutlak otoritesine son verdi ve anayasa tekrar ilan edildi. Bu darbe, devletin yönetiminde reformlar yapmayı ve modernleşmeyi hedefleyen Jön Türk hareketine bağlıydı. Darbeyi gerçekleştiren subaylar, çökmekte olduğu anlaşılan devleti Avrupa standartlarına uygun hale getirmeyi amaçlıyordu. Jön Türk hareketinin liberal kanadı, imparatorluğun tüm azınlıklara yeni haklar tanıması gerektiğini savunarak milliyetçi kanadı ikna etmişti.
Jön Türk hareketi içinde birçok devrimci örgütlenme bulunuyordu ve bunlardan biri İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) idi. Selanik merkezli İttihat ve Terakki, merkezi yönetimi zayıflatmak için bazı isyan hareketlerini destekliyordu. Ayrıca, 1908’de Üçüncü Ordu ve İkinci Ordu Birlikleri’nden bazı kişiler, II. Abdülhamid’e karşı olduklarını ilan etmişti. Bu muhalif hareket, Abdülhamid’in otoritesini sarsarak Araplar, Bulgarlar, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler ve Türkler gibi baskı gören toplulukları sevindirmişti.
1909 başlarında gerçekleşen karşı darbe, 13 Nisan 1909’da 31 Mart Vakası olarak bilinen olayla sonuçlandı. İslamcı ilahiyat öğrencileri ve softaların desteğiyle ayaklanan bazı Osmanlı askeri güçleri, bu karşı darbeyle ülkeyi padişahın ve şeriatın kontrolü altına döndürmeyi amaçlıyordu. Ayaklanan Osmanlı askeri güçleri ile İttihat ve Terakki arasındaki kargaşa ve çatışmalar, İttihatçıların ayaklanmayı kontrol altına alıp karşıtlarını askeri mahkemelerde yargılamasına kadar devam etti.
Şeriatçı ayaklanma başlangıçta Jön Türk hükümetini hedef alsa da, daha sonra anayasanın yeniden yapılandırılmasında destek olduğu varsayılan Ermenilere karşı bir pogroma dönüşerek Adana’da yayıldı. Adana Katliamı olarak adlandırılan bu olayda tahminlere göre 15.000 ile 30.000 arasında Ermeni öldürüldü.
1912’de başlayan Birinci Balkan Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisiyle ve Avrupa topraklarının %85’inin kaybıyla sonuçlandı. Bu yenilgi, ülkedeki birçok insan tarafından “Bir araya gelmeyi bilmeyen bir millete Allah’ın verdiği ilahi ceza” olarak yorumlandı. Bu olay üzerine, Türk milliyetçisi hareketi Anadolu’yu yavaş yavaş son sığınak olarak görmeye başladı. Bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türkler için önemli bir azınlık olan Ermeniler, Anadolu’da önemli bir nüfusa sahipti.
Balkan Savaşları sırasında ve sonrasında, Balkanlar’da yaşayan birçok Müslüman katledildi ve yüz binlercesi yaşadıkları yerlerden kovularak mülteci durumuna düştü ve Anadolu’ya yerleşti. Bu mülteciler, muhacir olarak adlandırıldı. Rus-Türk savaşları ve Balkanlardaki çatışmalar nedeniyle, 19. yüzyılın ortalarından itibaren yüz binlerce Türk, Çerkes ve Çeçen kökenli insanlar Anadolu’ya kaçtı veya sınır dışı edildi. Bu süreçte, Çerkes Soykırımı gibi olaylar yaşandı.
İmparatorluğun Müslüman kesimi, zulme maruz kalan bu mülteciler nedeniyle öfkeli bir hale geldi. Bu dönemde Kostantiniyye’de yayımlanan bir dergi, havayı şöyle yansıttı: “Bu bir uyarı … Ey Müslümanlar, rahatlamayın! İntikam almadan kanınızın soğumasına izin vermeyin!” Yaklaşık 850.000 Müslüman sığınmacı, Osmanlı’da Ermenilerin yaşadığı yerlere yerleştirildiği tahmin edilmektedir. Tarihçi Taner Akçam ve diğer birçok tarihçiye göre, muhacirler Ermeni katliamlarında ve mülklerine el konulmasında önemli bir rol oynamıştır.
Birinci Dünya Harbi Sonrası
Kitlesel mezalim ve soykırım suçları genellikle savaş bağlamında işlenir. Ermeni Kırımı da, Ortadoğu ve Rusya Kafkasyası’ndaki I. Dünya Savaşı olaylarıyla yakından ilişkilidir. Osmanlı İmparatorluğu, Kasım 1914’te İtilaf kuvvetlerine (Büyük Britanya, Fransa, Rusya ve Sırbistan) karşı savaşan İttifak kuvvetlerinin (Almanya ve Avusturya-Macaristan) yanında savaşa girmiştir.
25 Şubat 1915’te Osmanlı Genelkurmayı, Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından “güvenlik ve önlemleri artırmak” amacıyla hazırlanan 8682 sayılı emirle, Osmanlı kuvvetlerinde görev yapan tüm etnik Ermenilerin görevlerinden uzaklaştırılarak terhis edilmelerini emretti. Görevden uzaklaştırılan kişiler, silahsız bir şekilde Amele Taburları’na gönderildi. Emirde Ermeni Patrikhanesi’nin, devlet sırlarını Ruslara açıklamakla suçlandığı ifade edildi. Enver Paşa, bu kararın “Ermenilerin Ruslar ile iş birliği yapacağına dair kaygı” üzerine alındığını belirtti. Normalde, Osmanlı Ordusu sadece 20 ile 45 yaş arasındaki gayrimüslim erkekleri düzenli orduya alıyordu. Daha genç (15-20) veya daha yaşlı (45-60) gayrimüslim erkekler ise her zaman Amele Taburları’nda, ücretsiz emekle yol yapımı gibi işlerde lojistik destek olarak görev almışlardı. Şubat’tan önce ise bazı Ermeniler hamal olarak kullanılmış ancak sonradan idam edilmişlerdi. Ermeni askerlerin görevden uzaklaştırılması ve silahsız lojistik taburlara katılmaları, sonradan gerçekleşecek kırımın önemli bir habercisi olarak görülmüştür. Andonyan Belgeleri’ne göre, bu taburlarda Ermenilerin idam edilmesi, İttihat ve Terakki’nin önceden planlanmış stratejisinin bir parçasıydı ve bu Ermeni acemi birliklerinin ortadan kaldırılması sonradan yerli Türk çeteleri tarafından gerçekleştirildi.
Ovanes Kaçaznuni, 1905 ve 1906 yıllarında Türk ve Müslümanlar ile Ermeniler arasında kanlı olayların yaşandığını belirtmektedir. 1914 yılında ise, Ermeni birliklerinin Türklere karşı faaliyetlerini başlattıklarını söylemektedir. 1915 yılında Van’ın Ermeni valisi olan Aram’a Rus bir komutan bölgedeki Kürtlerin öldürülmesini emreden bir emir gönderildi; fakat Aram emrin uygulanmayacağını belirtti.
Osmanlı arşivleri 1910-1922 yılları arasında 523.000 Türk’ün Ermeni çeteleri tarafından öldürüldüğünü belirtmektedir. Fransa Dışişleri Bakanlığı’ndan Rusya’nın Paris büyükelçiliğine gönderilen 14 Mayıs 1915 tarihli bir yazıda, Van İsyanı sırasında bölgede yaklaşık 6000 Müslüman’ın öldürüldüğü belirtilmektedir. Rus bir general, Ermeniler tarafından Türk ve Müslümanlara karşı tecavüzlerin de gerçekleştirildiğini söylemiştir. 19 Ağustos 1915’te dönemin Avusturya büyükelçisi “Ermeniler tarafından Türklere karşı yapılan büyük ölçekte katliamlar”dan bahsetti; ama hem Türkler hem de Ermenilerin katliam yaptığını ve olayların kimin tarafından başlatıldığının belli olmadığını belirtti.
24 Nisan, Ermeni Aydınların Sürgünü
Stratejik açıdan önem taşıyan Gelibolu Yarımadası’nda Müttefik çıkarmalarının tehdit riskini düşünen Osmanlı makamları, 24 Nisan 1915’te İstanbul’da 240 Ermeni liderini tutuklayarak doğuya sürdü. Bu insan toplama faaliyeti, günümüzde Ermeniler tarafından soykırımın başlangıcı olarak anılmaktadır. Osmanlılar, Ermeni devrimcilerin düşmanlarla temas kurduğunu ve bir Fransız-İngiliz çıkarmasını kolaylaştırmaya hazırlandıklarını ileri sürmüştür.
Mayıs 1915’ten itibaren hükümet, muharebe sahalarından uzaklığına bakılmaksızın bu sürgünlerin kapsamını genişletmiş ve sivilleri güneye doğru çöl bölgelerindeki (bugünkü Kuzey ve Doğu Suriye, Kuzey Suudi Arabistan ve Irak) tutma kamplarına yürütmüştür. Bu konvoyların birçoğu Doğu Anadolu’da Ermenilerin ağırlıklı olduğu altı ilden (Trabzon, Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Mamuretü’l Aziz (Elazığ) ve Maraş bölgesi) çıkmış ve nihayetinde imparatorluğun neredeyse tüm bölgelerinden gönderilmiştir.
Osmanlının Almanya ile olan savaş ittifakı nedeniyle birçok Alman subayı, diplomatı ve yardım görevlisi Ermeni Tehcirine birinci ağızdan şahit olmuştur. Reaksiyonları korku ve resmî protestolardan, bazı durumlarda Osmanlıların sözsüz desteğine kadar değişiklik göstermiştir. Bir görüşe göre Almanların bu kuşağı bu şiddet olaylarının anısını 1930’lara ve 40’lara taşıyarak Nazi kontrolündeki Yahudilere karşı eylemlerinin görünüşünü renklendirecektir.
Osmanlı Birlikleri Sürülen Ermeni Sivilleri Koruyor:
Türk Muhalefeti
Bazı Türk siyasetçi ve askeri liderler, tehcirleri ve katliamları engellemeye çalıştılar. Örneğin, 1915’in Konya ve Halep valisi Mehmed Celal Bey, binlerce Ermeni’yi tehcirden kurtarmasıyla tanınır. Ancak, tehcir emirlerine karşı çıkması üzerine Celal Bey Halep valiliği görevinden alındı ve Konya’ya nakledildi. Buna rağmen, Celal Bey tehcirler devam ederken defalarca Osmanlı otoritelerinden yerlerinden edilen Ermeniler için sığınak sağlanmasını talep etti. Ayrıca, Bâb-ı Âli’ye “Ermenilere karşı alınan tedbirlerin her açıdan anavatanın yüksek menfaatlerine aykırı olduğunu” belirten birçok telgraf ve protesto mektubu gönderdi. Ancak bu talepler göz ardı edildi.
18 Haziran 1914’te Ankara valisi olarak atanmış olan Hasan Mazhar Bey de tehcir kararlarına karşı çıkanlar arasındaydı. Ermenileri tehcir etmeye karşı gelmesi sebebiyle Mazhar Bey, Ağustos 1915’te Ankara’daki valilik görevinden alındı ve yerine Teşkîlât-ı Mahsûsa’nın önde gelen bir üyesi olan Atıf Bey getirildi. Mazhar Bey daha sonra yaşadığı olayı şu sözlerle anlattı: “Bir gün Atıf Bey yanıma geldi ve otoritelerin tehcir sırasında Ermeniler’in öldürülmesine dair talimatını sözlü olarak iletti. ‘Hayır, Atıf Bey. Ben bir valiyim, haydut değil, bunu yapamam, bu görevi bırakacağım ve istersen sen gelip bunu yapabilirsin’ dedim.”
Osmanlı otoritelerinin Ermenilere yönelik uygulamalarını protesto etmek için istifa eden Bağdat valisi Süleyman Nazif, Hadisat gazetesinin 28 Kasım 1918’deki bir sayısında, “Tehcir kılıfı altında toplu katliamlar işlendi. İşlenen suçların çok açık olduğu göz önüne alındığında, faillerinin çoktan asılmış olması gerekirdi.” şeklinde yazdı.
Bir gazete haberine göre, Türk Kurtuluş Savaşı sırasında, Nureddin Paşa tarafından TBMM’ye Anadolu’da hayatta kalan veya bölgeye geri dönen tüm Ermeni ve Rumları öldürme önerisi sunuldu. Ancak öneri, Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından reddedildi.
Sürgün
Çölden zorla yürütülen yaşlı erkekler, kadınlar ve çocuklardan oluşan konvoylar, yerel yetkililerin, göçebe çetelerin, suç çetelerinin ve sivillerin keyfi saldırılarına maruz kaldılar. Bu şiddet olayları arasında hırsızlık (örneğin, kurbanların çıplak bırakılması ve değerli eşyaların üst araması yapılması gibi), tecavüz, genç kadınların ve kızların kaçırılması, gasp, işkence ve cinayet yer aldı.
Yüz binlerce Ermeni, belirlenen toplama kamplarına ulaşmadan önce hayatını kaybetti. Bazıları öldürülürken ya da kaçırılırken, bazıları intihar etti ve birçoğu yolda açlık, susuzluk, maruziyet ya da hastalık nedeniyle hayatını kaybetti. Bazı siviller, sürülen Ermenilere yardımcı olmaya çalışırken, diğerleri ise konvoylardaki insanlara zarar verdi ya da işkence yaptı.
El Konulan Ermeni Mülkleri
Tehcir Kanunu, sürgün edilen Ermenilerin mülkleriyle ilgili bazı önlemler getirdi. Osmanlı Meclisi tarafından 13 Eylül 1915’te kabul edilen “Geçici Müsadere ve Kamulaştırma Kanunu” ile birlikte, terk edilmiş araziler, çiftlik hayvanları ve evler de dahil olmak üzere Ermenilere ait tüm mal varlıklarına, “Emvâl-i Metruke” yani terk edilmiş mallar denilerek, Osmanlı yönetimi tarafından el konuldu. Meclis-i Mebusan Reisi Ahmed Rıza, bu kanunu kınayarak şunları ifade etti:
“Bu kanunun bahsettiği malları Emvâl-i Metruke olarak tanımlamak da hukuken uygun değildir. Çünkü, bu malların sahipleri olan Ermeniler, mallarını isteyerek terk etmemişlerdir, onlar zorla ve cebir ile çıkarılmışlardır. Hükümet, bu malları memurlar aracılığıyla satıyor. … Eğer bu ülkede Anayasa ve Meşrutiyet varsa, bu kabul edilemez, bu bir zulümdür. Beni evimden kov, malımı sat, bu hiçbir şekilde kabul edilemez. Ne Osmanlı vicdanı ne de kanun bunu kabul eder.”
Ermeni Kırımı’nın ardından, Trabzon’daki bir Ermeni kilisesinin açık artırma ile satılan ve dağıtılan Ermeni mülk ve eşyalarını gösteren bir fotoğraf, 1918’de çekilmiştir. 1919 Paris Barış Konferansı sırasında bir Ermeni heyeti, sadece Ermeni kilisesinin uğradığı maddi zararın 2024 enflasyon oranlarına göre yaklaşık $546 milyarlık bir zarara işaret etti. Daha sonra Ermeni cemaati, Osmanlı yönetimi tarafından el konulan mülk ve malların iadesini talep etti. Ancak Osmanlı yönetimi bu taleplere hiçbir zaman cevap vermedi ve dolayısıyla herhangi bir iade gerçekleşmedi.
Sonuç
Ermeni Tehciri, insanlık tarihinin en acı verici olaylarından biri olarak sayılabilir. 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi altında gerçekleşen bu trajedi, binlerce Ermeni’nin zorla yerinden edilmesi ve milyonlarca insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlamıştır. Ermeni Tehciri, işgalci güçlerle iş birliği yapan Ermeni milislerin bölgedeki Türk ve Kürt nüfusunu sistematik olarak katletmelerine karşı alınan bir tedbir olarak tanımlanmıştır.
Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olarak, vatanının en zor zamanlarında Ermeni milletininin hedef alındığını ve onların yok edilmesine çalışıldığını, ancak zamanla Türk milletinin koruyuculuğuna sığınılarak huzura ve rahata kavuşturulmalarının istendiğini ifade etmiştir. Türk vatanına sadık olanlara her türlü iyiliği yapacağını vurgularken, Türk’e ve vatanına ihanet edenler için ise sert bir uyarıda bulunmuştur.
Ulusal ve uluslararası hukuk açısından soykırım, bir topluluğun tamamını veya bir bölümünü yok etmeyi amaçlayan belirli davranışları içerir. Bu davranışlar arasında topluluk üyelerinin öldürülmesi, ciddi fiziksel veya zihinsel zarara uğratılması, yaşam şartlarının bilerek fiziksel yok oluşa götürülecek seviyede oluşturulması, yeni doğanların engellenmesi ve çocukların zorla başka bir gruba transfer edilmesi bulunur.
Soykırımın 8 aşaması olarak tanımlanan süreçte, topluluklar “bizler ve onlar” diye sınıflandırılır, nefretle birleşen simgeler dışlanan topluluğa dayatılır, insanlığını inkar eden bir hümanizm karşıtlığı yaygınlaşır, soykırım örgütlenir, kutuplaşma artar, kurbanlar belirlenir ve imha gerçekleşir. Bu süreç genellikle inkâr ile son bulur.
Tehcir ve soykırım sürecinde, birçok Türk yetkilisi ve askeri lider, uygulanan politikalara karşı çıktı ve Ermeni sivilleri korumaya çalıştı. Ancak bu çabalar, genel olarak göz ardı edildi ve sürgünler, keyfi saldırılar, hırsızlık, tecavüz, gasp, işkence ve cinayetlerle sonuçlandı. Ayrıca Ermeni Kırımı sonrası, el konulan Ermeni mal ve mülklerinin değeri oldukça büyüktür. Sonuç olarak bu trajik olaylar, uluslararası toplumun bu tür vahşetlere karşı duyarlılığını artırmak için bir ders niteliği taşımaktadır.
Kaynakça
- ^ “8 facts about the Armenian genocide 100 years ago”. CNN. 6 Nisan 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Aralık 2015.
- ^ “Tsitsernakaberd Memorial Complex”. Armenian Genocide Museum-Institute. 13 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2 Şubat 2015.
- ^ Kifner, John (7 Aralık 2007). “Armenian Genocide of 1915: An Overview”. The New York Times. 4 Eylül 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2 Şubat 2015.
- ^ “The forgotten Holocaust: The Armenian massacre that inspired Hitler”. The Daily Mail. Londra. 11 Ekim 2007. 6 Ocak 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2 Şubat 2015.
- ^ Göçek, Fatma Müge (2015). Denial of violence : Ottoman past, Turkish present and collective violence against the Armenians, 1789-2009. Oxford University Press. s. 1. ISBN 019933420X. 16 Mayıs 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 7 Mart 2016.
- ^ Auron, Yair (2000). The banality of indifference: Zionism & the Armenian genocide. Transaction. s. 44. ISBN 978-0-7658-0881-3. 10 Haziran 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 7 Mart 2016.
- ^ Forsythe, David P. (11 Ağustos 2009). Encyclopedia of human rights (Google Books). Oxford University Press. s. 98. ISBN 978-0-19-533402-9. 12 Mayıs 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 7 Mart 2016.
- ^ Chalk, Frank Robert; Jonassohn, Kurt (10 Eylül 1990). The history and sociology of genocide: analyses and case studies. Institut montréalais des études sur le génocide. Yale University Press. ss. 270-. ISBN 978-0-300-04446-1. 27 Mayıs 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 7 Mart 2016.
- ^ “100 Years Ago, 1.5 Million Armenians Were Systematically Killed. Today, It’s Still Not A ‘Genocide.'”. The Huffington Post. 12 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Aralık 2015.
- ^ Gaillard, Gaston (1921). The Turks and Europe. T. Murby. ss. 293-295. 16 Ağustos 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Ağustos 2021.
- ^ Benmayor, Gila (Mart 2001). “Anadolu’da Ermeni’den çok Türk öldü”. Hürriyet. 23 Nisan 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 30 Nisan 2022.
Anadolu’da 3 milyona yakın Müslüman ile 600 bin Ermeni öldürüldü. 1915’te Van’daki Müslümanlar’ın üçte ikisi öldürülmüştü. Bu insanlar kimin tarafından öldürüldü diye sorarsanız, Ruslar ve Ermeniler diyebilirim.
- ^ Avcıoğlu, Doğan (1998). Millî Kurtuluş Tarihi 1838’den 1995’e. Tekin Yayınevi. s. 1138. ISBN 975-478-081-1.
- ^ “24 Nisan 1915’te Ne Oldu?”. Türkler ve Ermeniler – Tarih Boyunca Türk-Ermeni İlişkileri | Marmara Üniversitesi Projesi. 6 Mayıs 2015. 6 Haziran 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 23 Nisan 2023.