Ölüm şiirimizde kimi zaman bir muhatap kimi zamansa bir düşman olup çıkagelmiştir. Ölüm bir
arzudur bazı şairler için; bazısı için bir kaygı, bir korkudur. Kimi için bir ayrılıktır sevgiliden ve nice
özlem uyandıracak olan güzellikten, kimisi içinse ders niteliğinde yaşama anlam veren bir olaydır. Her
şairde farklı anlamlarda vuku bulmuştur ölüm, lakin varlığının niteliği hiç değişmemiştir; o,
kaçınılmazdır.

Sayısız benzetmeye tabi tutulmuş olsa da ölümün hepsinde bulunduğu ortak bir tanımı vardır, kendisine
iliştirilmiş bir kelime: kaçınılmaz. Ölüm, insana doğumuyla beraber gelmiştir. Her eylem beraberinde
bir sonuca mahkumsa ölüm de doğum eyleminin esiridir. Akabinde ölümün de beraberinde getirdiği
sonuçlar vardır ve her şair farklı birinden etkilenmiştir.

“Ölüm Şairi”

Ölümü kendisine isim edinmiş bir şair ile başlayalım, “Ölüm Şairi” Cahit Sıtkı Tarancı. Kendisini
tamamıyla ölüm korkusuna sarmış bir kimse değildir ama ölümü devamlı muhatabında tutmuştur. Onun
asıl korkusu ölmekten ziyade ölümün ondan koparacağı yaşama aşkıdır. Bu kaygısını şiirinde şöyle belirtiyor şair: Kapımı çalıp durma ölüm, / Açmam; / Ben ölecek adam değilim.

“Ben Ölecek Adam Değilim” adlı bu şiirinin devamında ölümün kendisinden ayıracağı eylemlerden, güzelliklerden yakınıyor; çoktandır alışılmış olan hayat parçalarının gerekliliğini belirtiyor ve sonunda ölümü kendisi tanımlıyor: Nedir ki eninde sonunda ölüm? / Ayrı düşmek değil mi aşinalardan?

Tarancı’nın bir diğer derdi ise ölümün devamında ne olduğuna yöneliktir. Ölümden sonrasını tahayyül etmiştir bazı şiirlerinde keza “Ölümden Sonra” şiirinde kendince öldükten sonraki sürecini anlatıyor: Yok bizi arayan, soran kimsemiz. / Öylesine karanlık ki gecemiz / Ha olmuş, ha olmamış penceremiz; / Akar suda aksimizden eser yok”. Ne günün gireceği bir pencereye ne de girecek olan güne gerek yoktur. “Gün eksilmesin penceremden!” diyen şair artık penceresine bağlı değildir. Vücudun artık suya yansıyamadığı vakittir, diye belirtiyor şair ölümden sonrasını.

Tüm bu kaygılarının ötesinde Cahit Sıtkı’nın ölümle olan bu kurbiyeti devamında yaşama olan minnetini uyandırmıştır. “Anlamak” adlı şiirinde belirttiği üzere ‘her günün bir nimet olduğunu’ yaşı ilerledikçe, ölüme yakınlaştıkça anlamıştır şair. Üstelik ölüm, Cahit Sıtkı için bir kaçış sembolüdür. Şair kendi hayal ettiği, dilediği bir hayat özlemi içerisindedir keza bu arzulanan dünyaya ulaşamayışın yol açtığı yalnızlık tabiatı da şiirlerinde önemli bir yer edinmiştir. İstediği dünyaya bir yol arayışındadır lakin başka bir hayat ufukta görünmemektedir ve şair son umudunu kaçışı olarak gördüğü ölüme bağlamıştır.

"Ne vefasız geçmişten hayır var,
Ne gelecekler imdada koşar,
Çoktandır tekneyi aldı sular;
Çoktandır ümitler sende ölüm..."

Teslimiyet ve Temenni

Ölümü şiirlerine konu edinmiş bir diğer şairimiz ise Yahya Kemal Beyatlı’dır. Yahya Kemal,
şiirlerinde ölüm kaygısına bürünmez; kaygının ötesinde bir kabulleniş ve bu kabullenişle süregelen bir
sükûnet vardır. “Rindlerin Akşamı” şiirinde bu durumu “Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;
/ Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!” diye belirtiyor şair. Yahya Kemal’in bu rindane tutumu, ölümü huzurla kucaklamaya meyyal tavrı hayatla meselesini görmüş bir kimsenin endişe yoksunluğundan
çıkagelmektedir.

Şair ölümden sonrasını bir rüya misali görmektedir. Ölümden sonraki alem; bir rüya
gibi huzurlu, biraz meçhul ve belirsiz, merak uyandıran bir alemdir. “O Taraf” adlı şiirinde “Rü’ya bu.
Yoksa başka bir alem midir ölüm?” diyerek belirttiği üzere ölümden sonra kalkan perdelerin ardındaki
aleme karşı şairde bir merak duygusu vardır.

“Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde; / Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter. / Ve serin serviler altında kalan kabrinde / Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.” diye belirtiyor Yahya Kemal kabrinde yazan “Rindlerin Ölümü” şiirinin son kıtasında. Şair, ölümün yaşamımızdan geldiği ve yaşatmaya devam edeceği kabullenişiyle ölümü sakince karşılar. Şairin tahayyül ettiği asude aleme ulaşmak ise ancak ölümün ziyasının, ışığının kendi üzerine doğmasıyla olacaktır.

Hitamın Gelişi

Kaçınılmazın şiirlerinde yer bulduğu bir diğer şairimiz, Gülten Akın. Şair yaşamın zamanın peşi sıra
geçen hallerinden bahseder. Yaşlılığa vurunca hayatın evresi zihin dağardan yoksullaşır; bu, yaşlanmaya
müteakip gelen unutuştur. Sözlerin, kelimelerin hafıza ırmağından bir çağlayanın kendi kaynağına
devamlı akması misali sürekli akmasıdır. Şair yaşlılığın bu hallerini ölümün birer emaresi, birer
habercisi olarak niteler; “Ölüm ve Bellek” adlı şiirindeyse bu mevzuyu şöyle belirtir: “söyleyen kim aynı sözleri bir daha bir daha / ben mi ben değilim o başka / ama yakınlar duyarlar / yoklar ölüm bizden önce”

Ölüm, her ne surette bulunmuşsa şiirde her zaman şiire hayat vermiştir çünkü ölüm yaşamın bizzat
içindendir. Özlem duyulan bir sevgilidir ölüm yahut sevgiliye hasret tomurcuklarını ekecektir. Ölüm
kaçınılmazdır, mutlaktır ama şiir için ölümün tek bir gerçeği vardır: İnsana nasıl girmişse şiire de o
yansıyacaktır.

Son sözü kendimizden naçizane bir parçayla bitirelim ve bilelim öleceğimizi, ölümlü olduğumuzu
unuttuğumuz halde:

İnsanın en büyük kaçışlarıdır;
dayatılmış morfinler,
iltifatlara sarılı, güzele yoran sözler.
Beyaz tüllerinin ardında yalanlara perçinlenmiş diller,
insafsız acılarını gizler.
En katlanılmaz ızdırapları taşır yalanlar ölüye;
Kaçınılmaz, gelirken amansız gerçeğiyle.
Yaşamı düşer dimağlara son kader damlasının,
minneti maziden ziyade insanın 
yaşadığını hissettirdiğindendir sıcaklığına göz yaşlarının.
Ruhlar semaya özlemini gizleyemeyince
yaşlar da yetmez olur hissetmeye
Ölüm vehimden gerçeğe inince

Kaynakça:

Yücebaş, H. (1958). Bütün Cepheleriyle Yahya Kemal, İstanbul: Aka Kitabevi

Tarancı, C. S. (1987). Bütün Şiirleri, İstanbul: Can Yayınları

Akın, G. (1995). Sonra İşte Yaşlandım, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları

https://pin.it/14E4P3Cgo

Leave a Reply