time_of_the_gypsies

Çingeneler Zamanı… Time of the Gypsies… Ve orijinal adıyla Dom za Vesanje… İnsanı hem üzen hem güldüren, iyi insan kimdir, kötü insan kimdir diye bir kere daha düşünmeye teşvik eden, her izlendiğinde aynı duyguları baştan hissettiren, insanın daha güzel bir hayata sahip olmanın hayallerini kurarken yavaş yavaş yaşamına olan inancını yitirişini ve hayatın acı gerçekliği içinde kayboluşunu Perhan gibi olağandışı bir karakter üzerinden harikulade bir biçimde işleyen, bende her daim çok sevimli bulduğum, neşelerine hayran olduğum güzel yürekli çingenelere karşı daha büyük bir sempati uyandıran, “neşeliymiş gibi görünen” ama aslında her bir notasının vuruşunda bir hüznü, ayrılığı, ölümü, insanı çılgına çeviren hüzünlü bir şeyleri barındıran muhteşem müzikleriyle insana Balkan kültürünü daha da yakından tanıma ihtiyacı hissettiren olağanüstü bir film. Gerçeküstü sahneleriyle ve sembolik anlatımıyla sanat çevrelerinde büyük sansasyonlara sebep olmuş, aşk dolu, ümit dolu, ümitsizlik dolu, hayal kırıklığı dolu, insanı alıp başka dünyalara götüren, hemen hemen her izleyenin gözlerinden yaşlar boşaltan, sıcacık, doğal ve içten, insana yıkılmayı, vazgeçmeyi ve hüzünle dalga geçmeyi öğreten, kısacası ciğerde bir gram temiz hava bırakmayan, 1988 yapımı bir Emir Kusturica eseri. Kendisini izlemeden önce, muhteşem müziklerinin sahibi Goran Bregoviç’i tanıdım. Sonrasında belli aralıklarla, ihtiyaç hâlinde – ihtiyaç hâlinde diyorum çünkü izleyenler bilir, garip bir bağımlılık etkisi yapar insanda bu film- tekrar tekrar izlediğim bu filmi, Çingeneler Zamanı’nı öğrendim. İyi ki de öğrendim, çünkü bu film benim kişiliğimin, karakterimin yerine oturma sürecinin dönüm noktalarından biridir. Bu filmi sevmek çok garip bir duygudur, izlememiş insana bir türlü anlatamazsın sana ne hissettirdiğini. Kaldı ki anlatmana da gerek yoktur zaten, Çingeneler Zamanı’nı izlememiş insan, yarım insandır (!).Geçenlerde Kızılay’da dolaşırken 28 Mayıs’ta bir alışveriş merkezinde gerçekleşecek Goran Bregoviç konserinin afişini görünce olmalı, yeniden aklıma takıldı ve son zamanlardaki bu yorucu, bunaltıcı hafta içlerinin baş ağrısı dolu gecelerinde bu filmi yeniden açmak, izlerken uyuyup kalmak ve çocukluğumdan beri başımı döndüren sahneler, replikler üzerine yeniden düşünmek, yeniden yazmak ihtiyacı hissettim. O konsere gelince, Bregoviç’i canlı dinlemek, sahnedeki ruh haline şahit olmak paha biçilemezdi. Fakat biz prensip olarak büyük alışveriş merkezlerine yaklaşmıyoruz. Bu sebeple, bize de kendi evimizde kendi yatağımızın içinde Kusturica’nın sıradışı sahneleriyle özdeşleşmiş o müthiş Bregoviç müziklerinde  yok olup gitmek kabil oldu.

Time-of-the-Gypsies-34237_5

   Filmin ana karakteri Perhan’ın kişisel özellikleri, ilişkileri, hayatı algılayış biçimi, yaşadıklarının ağırlığı altında ezilişi, hayatın pislik tarafını gördükten sonra sevdiği ve özlediği her şeye, herkese duyduğu yabancılaşma hissi ile benim hayatımı derinden etkilediğini inkâr edemem. Hem görüntüsüyle, hem de sahip olduğu yeteneklerle izleyicinin aklından uzun bir süre çıkmayan, nevi şahsına münhâsır bir karakterdir Perhan. Elinde bir akordeonu, gözünde kavanoz dipli gözlükleri, ikisinin arasındaki dili başka hiç kimsenin anlamadığı bir hindisi ve zihin gücüyle metalleri hareket ettirebilmek anlamına gelen telekinezik güçleriyle çözümlemekte güçlük çektiğim, filmi ilk izleyişimde oynadığı pek çok sahneyi anlamlandıramadığım, ama sonrasında yavaş yavaş taşların yerine oturmaya başladığı ve neredeyse artık kendisine acımaya başladığım, “bahtsız bedevî” diye tanımlayabileceğim “ekmek kadar sıcak yürekli” bir çingenedir. Kızkardeşine ve babaannesine olan aşırı düşkünlüğü yüreğimi burkmuştur birçok kez. Hele babaanne sevgisi… Annesi olmayan çocukların, büyükannelerine duydukları aşk beni hep paramparça etmiştir zaten. Bütün hayatını, bacaklarından rahatsız kızkardeşini tedavi ettirebilmek ve sevgilisi Azra ile evlenebilmek için para kazanmak uğruna alt üst etmiş; ama sonunda, bizim filmin başında tanıdığımız Perhan’dan bambaşka biri olarak çıkmıştır karşımıza. Yalan söylemenin, insan öldürmenin  aslında hiç de zor olmadığını anlayınca, “Kendime yalan söylediğimden bu yana artık kimseye inanmaz oldum.” diyerek yüzyıla damgasını vuracak tespiti yapmıştır. Paranın, maddiyata dayanan çıkarların insan hayatında bu kadar önemli bir yere sahip olduğu bu zamanlarda, Perhan’ın içinde bulunduğu duruma düşüp,  herkese ve her şeye yabancılaşmak kaçınılmaz bence. Bu noktada, tanıklık ettiğim her türlü kişilik çözülmesi, her türlü kimlik bunalımı vakasında yaptığım gibi, Perhan’ın içine düştüğü durumu da, ait olduğumuz sistemin bize dayattığı zorunluluklara bağlamaktan kendimi alamadım. Yazının başından beri, bu filmin ve Perhan’ın hayatımda önemli bir yeri olduğundan söz ediyorum. Bu filmin insan psikolojisi üzerindeki derin etkilerine en büyük kanıt olarak, Perhan karakterini oynayan Davor Dujmovic’in, oynadığı rolün kişiliği üzerinde yarattığı baskılar sonucu intihar etmesini verebilirim. Zannediyorum ki bu da filmin ne denli sarsıcı ve yıkıcı olduğunu özetler herkese.

tanrım nedir

Çingeneler Zamanı’nda hiç aklımdan çıkmayan bir sahne vardır. Köyüne geri döndüğünde sevgilisi Azra’nın hamile olduğunu gören ve yaşadıklarının ağırlığı sonucu herkese ve her şeye duyduğu güvensizliğin etkisiyle, Azra’nın karnındaki bebeğin kendisinden olduğuna inanmayan Perhan’ın “Tanrım, nedir bu başıma gelenler?” diyerek kendini meyhaneye attığı, içkileri fondipleyerek  kendini bir çingene orkestrasının çaldığı şarkıya bıraktığı ve delicesine dans ettiği sahne. İnsan ruhunun en yıkık, en dökük, en perişan hâlinin mükemmel bir yansımasıdır, Perhan’ın müziğin ve alkolün etkisiyle kendinden geçişi. Alkolün değil, acının sarhoşluğudur aslında o. Ve o sahnede öyle bir şarkı çalar ki, insanı alır götürür başka boyutlara. “ Ederlezi Avela”. Sözleri ne der bilmezsin, anlamazsın ama biraz olsun kalbi kırık bir insansan, hayallerini yitirmişsen, yalnızsan hele, duygularının en güzel tercümanıdır bu şarkı. Gönül Yarası  isimli filmde  Meltem Cumbul’un Şener Şen’e, sözlerinin ne anlama geldiğini bilmediği bir Kürtçe şarkıya ağlarken “Abi, bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmek mi gerek?” diyerek nokta atışı yaptığı sahnedeki gibi, bu şarkıda da kendinden geçmek için, gözyaşlarına boğulmak için, yıkılmak için sözlerini anlamak mı gerek? Sözlerinin belirsizliğinin yanında, hareketli bir ritmi olmasına rağmen, insana garip bir hüzün verir bu şarkı ve alkol almak için, depresyona girmek için bir neden olarak belirebilir insanın karşısında. Ben bu şarkıyı ilk duyduğumda, kendi çapımda ufak bir araştırma yapmıştım. Kayıtlara geçmemiş, herhangi bir albümde de yer almamış, yalnızca Goran Bregoviç’in isimsiz bir çingene orkestrasına çaldırmış olduğu bir şarkı olarak biliniyor. Sezen Aksu, “Helal Ettim Hakkımı” ismi altında Türkçe sözlerle, Yunan şarkıcı Alkistis Protopsalti de “Mavro Xioni” ismiyle Yunanca sözlerle yorumlamış bu parçayı. Her versiyonunun ayrı bir güzelliği var. Fakat hiçbiri o isimsiz çingene orkestrasının çaldığı hali gibi özdeşleşmiyor “hayallerini kaybetmiş” bu çingenenin kendinden geçişiyle.

Çingeneler Zamanı  gerek  konusu, kurgusu, müzikleri, oyuncuların performansları, gerçeküstü sahneleri ve sembolik anlatımı bakımından, gerekse insanın hayat karşısındaki çaresizliğinin, yıkılışının, pek çok şeyden vazgeçişinin mükemmel dışavurumlarını içermesi açısından izlemeye ve düşünmeye değer bir filmdir. Perhan ise okunabilecek, izlenebilecek  bütün kitaplardaki ve filmlerdeki karakterlerin en ilginçlerinden biri olarak kalır insanın aklında. Ve zaman zaman yeniden hatırlayarak, başka boyutlara uçma isteği uyandırır insanın içinde. 18 Haziran Cumartesi günü Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde başlayacak Açık Hava Sineması Akşamları etkinliği içerisinde, 25 Haziran  Cumartesi akşamı Çingeneler Zamanı’nın gösterimi gerçekleşecek. Hala izlemeyenler ve gelebilecek olanlar var ise bilginize…  Hiç şüphem yok ki  bu filmi izledikten sonra,  bugüne kadar izlediğiniz bütün filmleri onu anlamak için izlemiş olduğunuzu fark edeceksiniz. Ben de şimdi kalemi bırakacağım, defteri kapatacağım ve Çingeneler Zamanı‘nı açacağım bilgisayarımda. Ve Perhan’ın yaşadıklarına bir kez daha üzülerek, bir kez daha küfrederek derin bir uykuya dalacağım.

Leave a Reply

3 comments

  1. İsmet Eminoğlu

    Filmi izlemedim ama yazıyı okuduktan sonra izlemek isterim.

  2. harun

    cok güzel yazmışsın tebrik ederim

  3. dilan

    şunu düzeltmek isterim ki filmde perhanın babaannesi değil, anneannesidir o. babası slav bir askerdir ve annesiiyle birlikte olduktan sonra terkedip gitmiştir. yanlış bilgilendirme olmasın.