Rick and Morty, dahi bir dede ve çok da akıllı olmayan torununun yaşadığı maceraları, evrende ve boyutlar arasında yaptıkları gezintiler sonucu ortaya çıkan absürt hikâyeleri anlatır. İkilinin fantastik tecrübeleri, zaman ve mekânda çeşitli boyutlarda dolaşmaları sırasında dizi, iki uzlaşmaz gerçeği bize yansıtmaktadır: insanlar onlara tamamen kayıtsız bir evrende var olmaktadırlar ve kendi varlıklarını anlamaya yönelik girişimlerinde sonuç almaları olanaksızdır. Rick and Morty, insan doğasındaki bu karanlık ikilemin derinliklerine inip aile hayatı hakkındaki cesur gerçeklerden, varlığımızın küçüklüğüne kadar her şeyle ilgileniyor.
Oldukça sevilen ve ilk iki sezonu izleyicileri tarafından çok beğenilen bu dizinin üçüncü sezonu ha geldi ha gelecek derken, biraz “Rick and Morty”nin neden sevildiğinden bahsetmek gerek. Bölümler kendi başlarına incelendiğinde içinde pek çok popüler kültür ve bilim-kurgu referansı bulmak mümkün. Fakat benim asıl değinmek istediğim nokta bu dizinin “varoluşçu” tarafı. Bir çizgi dizi oluşu sizi yanıltmasın, “Rick and Morty” felsefi açıdan fazlasıyla dolu. Derinlikli bir şekilde incelendiğinde dizinin felsefi temellerini Albert Camus ve Jean Paul Sartre gibi varoluşçu yazarlar aldığı görülebilir.
Kaçma. Kimse bilerek var olmadı. Kimse bir yere ait değil. Herkes ölecek. Gel, televizyon izle.
Morty’nin ablası Summer’a doğumunun bir hata olduğunu öğrenmesi üzerine yaşadığı öfkenin ardından sarf ettiği bu sözler belki de dizinin asıl mesajını tek başına gözler önüne seriyor. Bizler bir amaç ve anlam bulma çabası içinde hayatlarımızı yaşarken belki de fazla uzağa bakıyoruz. Anlam dediğimiz sonsuz girdabın içinde aşağı düşüp duruyoruz. Fakat asıl sorulması gereken soru bu mudur? Hayatın anlamını sorgulamak gerçekten de sorgulamaya değer mi?
Evrenin kalanıyla karşılaştırıldığında kendi küçüklüğümüz ve önemsizliğimiz acı verici olabilir, ama bu gerçeği kabullenmek belki de tek çözüm yoludur. Her gün hayatın bir amaç doğrultunda seyrettiğini tekrarlayıp durmak ve elbet bir gün bu amacın ortaya çıkıvereceğine inanmak belki de bizleri acıya sevk eden asıl şeydir. Belki de arayışımızın bir gün bitip bütün kalbimizle hayatın nihai gerçekliğine kavuşacağımıza dair inancımızı bırakmanın zamanı gelmiştir.
Camus, “Sisifos Söyleni” kitabında böyle bir acıdan bahseder işte. Sisifos, tanrıları kızdırması sonucu bir kayayı dağın tepesine çıkarmakla cezalandırılmıştır. Tam çıkardığı sırada taş aşağı yeniden yuvarlanır, taşın ardından bakan Sisifos aşağı inip tekrar taşı çıkarmaya çalışır her seferinde. Camus, bu absürt durumun çözümünü tajik olan olayın benimsenmesinde bulmuştur. Varoluş, ordadır. İnsan hayatının anlamı üzerinde kafa yormaktansa durumun absürtlüğünü benimsemeli, ve o kayayı yukarı itmeyi sonucu ne olursa olsun yapacağını anlamalıdır. Bu noktada Rick karakteri buna verilebilecek en açık örnektir. Rick, dahi olmasına rağmen hayatın anlamsızlığını içselleştirmiş, ve olaylara nihilist bir pencereden bakmaktadır. Hayat, yakınımızdakilerle, zevk aldığımız zamanlarla değerlidir. Kendi başına özgün bir değeri olduğu için değil. Bir kere evrenin rastgeleliği ile yüzleştiğimizde artık hayata anlam katan şeylerin aslında sadece gözümüzün önündekiler olduğunu göreceğiz. Rick belki de aradığını bulmaya en yakın insandır ama en mutlu zamanlarını Morty ve ailesiyle yaşar. Bir tarafta insanın önemsizliği ve yitip gidecek, sonsuz uzay boşluğunda kaybolacak olmanın sert kenarları, bir tarafta ise bireylerin bizlere kattığı değer ve dünyevi zevkler… Bütün bu bilmeceler bizleri hayatın absürtlüğüne boyun eğmeye ve elimizde var olanlarla eğlenmeye itmektedir. Çünkü, aslolan da budur.
Hayat yaşamamız gereken bir yükümlülükler silsilesidir adeta, biz de bu ağır yükü taşımak adına kendimize anlamlı hikayeler yaratırız. İnsanların yaptığı en iyi şey de budur zaten: hikayeler yaratmak. Kendi varlığımızın önemsizliği ve sonsuz evrenin kavrama sınırlarımızın ötesindeki olasılıkları, bizi çelişkilere sürükler. Buradan tek kaçış yolumuz belki de boşvermek, kabullenmektir. Rick’in de dediği gibi “düşünmemektir”.
Albert Camus bu noktayı biraz daha fazla kelimeyle ama Rick’in biz izleyicilere açıkladığından çok da farklı olmayan bir şekilde açıklamıştır: “Mutluluğun neden oluştuğunu ararsanız asla mutlu olamazsınız. Hayatın anlamını ararsanız asla yaşayamazsınız.” Ölümün kaçınılmazlığı karşısındaki savunmasızlığımız bizleri, anlam arayışına itmiş ve bu arayış bir atlıkarınca misali dikkat çekici ve aydınlık olsa da kendi etrafında dönen bir aldatmacadan ibarettir. O yüzden gelin, televizyon izleyin.
yusuf
Arayıp bulamayıp pes etmek. Herkesin yaptığı gibi boş vermek, takmamak, düşünmemek, sarhoş olmak… Aradığı şeyi kendi aradığı yerde, kendi baktığı tarafta, kendi yaşadığı zamanda bulmayınca öyle bişey yok demek. Kendisi göremeyince yok demek, görenlere de “onlar yalancı, onlar da görmedi” demek.
Yaptığımız şey işte bu.
Bunlar insana hiçbir şey kazandırmaz. Akıl, mantık, kalp, ruh ve vicdan bir araya gelipte samimiyet, gayret ve ön yargılardan uzak bir şekilde araştırma yapıldığında hakikat ortaya çıkabilir. Hakikat zıt fikirlerin çarpışmalarından çıkan kıvılcımlarla görülür.
Evrendeki hiçbir şey tesadüf değil, hiçbir şeyde manasız değil. Eğer bu manalar sonsuzluk içeriyorsa, tam olarak anlamak ve ihata etmek zaten mümkün de değil. Biz anlayamayabiliriz. Ancak bizim eksikliğimiz, onların yokluğunu ispatlamaz.
Hatta ve hatta teknik olarak herhangi bir şeyin yokluğunu ve hiçliğini ispatlamak imkansızdır. Eğer bir şeyin yok olduğunu ispatlamak istersen evrenin tüm köşelerini, geçmiş gelecek tüm zamanlarını tarayıp olmadığını göstermen gerekir. Dolayısıyla zaman ve mekana bütünüyle hakim olmayan birisi “yokluğu” ispatlayamaz. Oysa varlık çok daha kolaydır işte orda dersin ve biter.