Gelişen teknolojinin distopyalaştırılması filmlerde, özellikle son dönemlerde, hem sıkça hem de farklı alanlarda çokça karşılaştığımız bir konu. Öyle ki, şu dönemde vizyondaki neredeyse bütün yabancı filmler bir şekilde bilim kurgudan, gelecekten ve korkulan teknolojiden nasibini alıyor. 1900’lü yıllar ve 2000’lerin başlarında bu durum “transformers” zihniyetiyle, yani üretilen bu teknolojinin kontrolden çıkacağı şeklinde bir korkuya neden olur ve korkuları bu durum beslerken, insanlar bunun yalnızca kendi yarattıkları bir sistem olduğunu ve asla onlara gerçekten baş kaldırmayacağını fark etti. Sonra teknolojinin kötüye kullanılmasıyla ilgili filmler, diziler ortaya çıkmaya başladı. Bir önceki fikir kadar kurgusal olmasa da bu defa da insanlar gelişen teknolojiyle erişme imkanları artan “uzaylılar”dan ve teknolojinin kötü niyetli ellere geçmesinden korkmaya başladılar. Uzak geleceklerde, kötü insanların ellerine geçen ileri teknolojiler onları endişelendirirken ve teknolojinin var olan ancak sinema endüstrisi tarafından görmezden gelinip yalnızca psikoloji araştırmalarına konu olan zararlarıysa birden, üstelik çok bilinçli ellerle buluştu.
Şimdi, uzak gelecekten bahseden o filmleri unutun. Size zaten görmeyeceğiniz robotların istilasını zaten anlatmayacağım. Ya da kötü niyetli insanların eline geçmesi mümkün biyolojik silah teknolojilerini de anlatmayacağım. Zaten biyolojik hayatı bitirmeye niyetli ellerin binaları önemsemeyeceğini de Hiroşima’da gördük. Şimdi size en mümkün teknolojik kötülükten bahsedeceğim. İşte, tam elinizde duruyor. Şuan bu yazıyı bir gazetede basılı okumuyorsunuz. Bir cep telefonu, bir bilgisayar aracılığı ile okuyorsunuz. Tüm insanların özel hayatınıza erişimi için bir araç olarak kullandığınız internet aracılığıyla hem de. Bu sayfayı kapattığınızda açacağınız sosyal medya platformundan bahsediyorum evet. Çünkü siz güvenle ve büyük bir tutkuyla paylaşırken dün çektiğiniz fotoğrafı, size izlediğiniz yolun sonunu gösteren bir film var artık: “The Circle”.
Bilim kurgu türüne meraklı değilseniz bile, hemen ilginizi çekecek bir film “The Circle”. Renkli dünyası, durağan gibi görünen ancak sürekli olarak bir değişim izleyerek hayatı anımsatan dokusu yanında tüm bu kurguyla müthiş bir kadrosu var “The Circle”ın. Emma Watson’ın başrolünde yer aldığı filmde, ona Tom Hanks eşlik ediyor ve Tom Hanks’ın son zamanlarda imza attığı en değerli yapım ortaya çıkıyor. Bir kitap uyarlaması olan bu film, birçok bilim kurgu eseri asla anımsatmayarak hemen yarını anlatıyor. Peki nedir bu çember?
Son zamanlarda bir çok filmde olduğu gibi, orijinal adıyla seyircisiyle buluştu “The Circle”. Çünkü bahsi geçen şey aslında bir “çember” değil. The Circle, günümüzde yeri bir çoğunuzun dünya çapında tanınmış bir teknoloji firması dediğinde hemen aklına gelecek somut karşılığın filmdeki adı, bir teknoloji markasının ismi. The Circle, günümüz teknolojisini yalnızca bir tık ileriye götürmüş. İnsanları “trume” isimli bir sistemle tanıyıp, üzerinde taşıdığı birçok marka ve sisteme ait kimliklerden kurtarıp tek bir teknoloji altında birleştiriyor. Bu sistem sayesinde, artık onlarca kredi kartı, farklı sistemlere girişi sağlamak için düzinelerce kimlik, sistemlere okutacak onlarca farklı çip taşımak zorunda değilsiniz. Ne kadar büyüleyici bir güç değil mi?
Mae (Emma Watson) da sizinle aynı fikirde ve dünyanın en büyük teknoloji firması olan The Circle’da çalışmak için deliriyor. Gelişen teknolojiye ayak uydurmaya çalışan bir topluluğun içinde, topluluğun bir parçası haline gelmeye başlıyor ve çevresinde gelişen teknolojiye ayak uyduran insanları izliyor. Bu insanlar, gelişen her şeyden o kadar etkilenmişler ki artık kendilerine ait hiçbir şeyi paylaşmaktan utanç duymuyorlar. Yaptıkları her şeyi, gittikleri her yeri, düşündükleri her şeyi paylaşıyorlar. Öyle ki siyasiler, hayatlarını ve tüm iletişimlerini açık bir şekilde sürdürmeyi bir demokratik hareket olarak öne sürüyorlar.
Sonra bir gün, Mae farkına varıyor. İnsanlar sizi izlerken, bir şekilde daha iyi birisiniz. Onlardan sakladığınız sırlar, aslında onlara söylediğiniz yalanlar. Ve tüm gizliliğinden kurtulmaya karar veriyor.
Biz insanlar sizce neden özel hayatımızı gizliyoruz. Neden her şeyi herkesle paylaşmıyoruz? Çünkü biz, zayıfız. Başka insanların düşüncelerinden korkuyoruz. Çünkü korkmalıyız. Nasıl bir birey olarak kendi hakkımızda bir fikrimiz varsa, aynı şekilde tüm insanların öğrendikleri şeyler hakkında fikirleri oluşuyor. Ve sonra bu fikrin diğer bir insanı nasıl etkileyeceği, diğer insanların da fikir belirtip belirtmeyeceğini umursamayarak kendi doğrumuzu paylaşıyoruz. Onların tamamen kendi içlerinde yaşamaları gereken duygulara bile dil uzatma hakkını kendimizde buluyoruz.
İnsan sosyal bir yaratık olduğu kadar, bireysel de bir yaratık. Kendine dönmeye ve yalnız olmaya ihtiyaç duyduğu çok zaman ve duygu var. Ancak el ele yürüdüğümüz halka açılma yolunda, bize bu alanı tanıyan yerler ve zamanlar kısıtlanmaya başladı. Artık insanlar telefonumuz üzerinden yerimizi, fotoğraflarımız ve videolarımız, kendi oluşturduğumuz Twitter ve Facebook gönderilerimiz yüzünden yaptığımız işi ve duygu durumumuzu takip edebiliyorlar. Bu sayede, önceden bir dedektifin günler süren araştırmasından çok daha fazla kişisel bilgiyi bir tık uzakta, kendi kişisel sayfalarımızın altında depoluyoruz ve sosyalleşirken bireyselleşme hakkımızın eriyip gitmesine sebep oluyoruz.
Mae’nin o sosyalleşme hızı, ünlenme oranıyla kaybolup giden bireysel hayatı, teknolojinin yarınki tehdidiyle hem gerçekçi, hem bilinçli, hem de hemen yarını anlatmasıyla bize bizden olanı en çok sunan bilim kurgu filmleri arasında, “The Circle”. İyi seyirler…