Türkçeye “gerçek-ötesi” olarak çevrilebilecek “Post-truth” kelimesi, Oxford Dictionaries tarafından 2016 yılının kelimesi seçildi. Kelimedeki “post” ön eki, genel kullanımdaki anlamını bu kelimede karşılamamış. Nasıl “post-modern” kelimesini modern dönemden sonrası olarak açıklayabilirken, “post truth” kelimesini o şekilde açıklayamıyorsak, buradaki “post” ön eki de ardından gelen “truth” kelimesine bir önemsizlik anlamı katıyor; yani post-truth, “gerçekliğin, doğruların önemsizleştiği, vadesinin dolduğu dönem” anlamına geliyor.
Peki “post-truth” gerçekliğin önemsiz olduğu bir noktayı işaret ediyorsa, orada gerçek olmayan, yani yalan ve sahte olan mı var? Gerçekliğin bittiği nokta mıdır “gerçek-ötesi” dediğimiz, yoksa sadece “eskidiği” yer mi? Bu noktada gerçek-ötesi kavramı gerçekle gerçek olmayanın arasında bir yerlerde kalıyor. Peki o zaman gerçek nerede başlayıp nerede bitiyor ve biz artık “gerçek-ötesi” olarak tanımlayabileceğimiz döneme ne zaman geçiyoruz? “Hadi hadi, bırak felsefe yapmayı” dediğinizi duyar gibi oluyorum, o yüzden geçiyorum. En yaygın kullanılan haliyle “gerçek-ötesi siyaset”, siyasetçilerin yalan söylerken o yalanları en inandırıcı hale getirmesini anlatmak için kullanılıyor. Peki gerçek-ötesi çağına ait insan, sanat alanında, gerçekle sahte arasındaki ayrıma nasıl bakıyor?
Geçen gün the Guardian yazarı Jonathan Jones’un Van Gogh’un yeni bulunmuş eskizleriyle ilgili bir yazısına denk geldim. Kanadalı sanat tarihçisi ve Van Gogh konusunda uzmanlaşmış Bogomila Welsh-Ovcharov, henüz bulunmuş altmış beş çizimle ilgili bir kitap yayımlıyor. Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi ise bu çizimlerin Van Gogh’a ait olmadığı konusunda hayli ısrarcı. Müze, uzmanların özel bir inceleme yoluyla çizimlerin 1888 ve 1890 yılları arasında çizilmiş olduğunu tespit ettiklerini, ancak çizimlerin Van Gogh’un bu dönemlerdeki gelişmişliğinin izlerini taşımadığını özellikle vurguluyor. Ayrıca, bu çizimler tam anlamıyla Van Gogh’un tarzını yansıtmıyor; yaniçizimler Van Gogh’un çizimleriymiş gibi, ama değil. Bu “-miş gibi” kısmı Van Gogh müzesini yakından ilgilendiriyor olabilir ancak, altmış beş çizimden oluşan “The Lost Arles Sketchbook” kitabı insanların ilgisini çoktan çekmiş durumda. Van Gogh Müzesi argümanının arkasında durmaktan öteye gidemiyor, orijinalliği henüz kanıtlanmamış çizimlerin önüne geçmek mümkün değil…
Jones, gerçek-ötesi döneme bir atıfta bulunarak noktalamış yazısını. Sanatta gerçek-ötesi dönem: Sanatta gerçek ve sahte olmanın çok da önem arz etmediği bir dönem. Gerçekten öyle mi, diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Bir insan düşünelim; bir galeride, bir tablonun karşısında, resmin orijinal olması mı etkiliyor onu; taşıdığı özgün anlam mı, yoksa biricik olması mı? Hepimiz müzelere ve galerilere gidiyorsak bunun öncelikli sebebi oradaki havayı solumak istememizdir, en azından benim için bu böyle. Mona Lisa tablosunu bilmeyen yoktur, ancak nasıl bir şey olduğunu bilseniz bile Paris’teki Louvre Müzesine gidince o tabloyu görmeden oradan ayrılmak istemezsiniz. Belki de o tablonun biricik olduğunu bilmek, bize orada bulunan birisi olarak kendimizin de biricik olduğunu hatırlatır. Tabloyla o anı paylaşırız, ressamla birebir aynı kanvasa baktığımızı düşünürüz. Ressamın anlatmak istediği kopyalara yansımaz da orijinal tablonun içinde sıkışıp kalır mı o halde? Bir resmin sahtesi, gerçek olanın çizgilerini mi taşır sadece?
Resimler galerilerden çıkıp, bilgisayarlarımıza ve akıllı telefonlarımıza çoktan girmiş durumda. Aslının olduğu galeriye gitmeden o resim hakkındaki bilgilere ulaşmak, bir tık kadar uzağımızda artık. Peki bu, resmin anlamından bir şey kaybettirmiş midir? Bana göre hayır. Sanırım gerçek-ötesi çağda insan; resmin anlamıyla, imgesiyle daha çok haşır neşir olmaya başladı; önce insan geçiş yaptı gerçek-ötesi çağa, sonra da resimler. Bu çağda resmin gerçeği, hala orijinalliğini korurken, anlamı her geçen gün yayıldı, büyüdü ve bu, sanatçıyı da büyüttü. Sahteler asıl resme çok daha yüce bir anlam yükledi bana göre, çünkü bir resimde nelerin kopyalandığını fark ettiğiniz dakikada, o resmi asıl önemli yapan detaylara da tanık olmaya başlarsınız. Taklit edilen detaylar, dolaylı yoldan orijinalde neyin güzel ve özel olduğunu açıklar bize.
Gelelim sahte olup olmadığı tartışılan Van Gogh’un çizimlerine. Sanırım hiç kimse, “The Lost Arles Sketchbook” kitabının yazarı başta olmak üzere, bu karalamaların sahte olduğunu duymak istemez. Van Gogh müzesiargümanının arkasında durmaya devam ededursun, kitap Van Gogh hayranları tarafından büyük ilgi görüyor. Gerçek-ötesi çağda insanlar artık gerçeğin peşinden gitmeyi bıraktı mı peki, bu sonucu mu çıkartmalıyız bu durumdan? Gerçeklik henüz çekiciliğini kaybetmiş değil; nasılsa kendimizi müzelerde dolanırken, sergileri arşınlarken buluveriyoruz. Ama Van Gogh’un belki de çizmemiş olduğu resimlere bakarken, ona dair ayrıntıları görüyoruz. Eğer bu resimler bir taklitçinin ürünüyse, Van Gogh’un tablolarını özel yapan şeyleri bulup çıkartmış ve kendi çizimlerine iliştirmiş. Van Gogh Müzesine göre bu çizimlerde bir şeyler eksik, kendi tabirlerine göre: “Resimler ruhtan yoksun”. İmge arayışı içinde olan gerçek-ötesi çağına ait insan, o resimlerde Van Gogh’u o veya bu şekilde buluyor. Çizimler orijinalse eğer, Van Gogh’un çizgilerinde buluyor; değilse taklit edenin Van Gogh’u arayışında. “The Lost Arles Sketchbook” dikkatleri üzerine çekmeye devam edecek gibi duruyor, Van Gogh’un imgesi ise bize bir şekilde göz kırpıyor…
KAYNAKLAR:
https://en.oxforddictionaries.com/word-of-the-year/word-of-the-year-2016
https://www.theguardian.com/artanddesign/jonathanjonesblog/2016/nov/16/van-gogh-arles-lost-drawings-post-truth-art
GÖRSEL KAYNAKLAR:
https://hyperallergic.com/338490/museum-denies-authenticity-of-newly-revealed-van-gogh-drawings/