Kopenhag Üniversitesi’nde Bir Bilkentli: Yatırım Tahkimi Uzmanı Dr. Güneş Ünüvar

Mezunlar röportajlarımızdan bir diğerini Hukuk Fakültesi mezunumuz Dr.Güneş Ünüvar ile gerçekleştirdik. Kopenhag Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Güneş Bey’i, Hukuk fakültemizin düzenlediği Alumni Talks kapsamında okulumuzda konuk etmişken  GazeteBilkent için söyleşi yapmanın çok güzel bir fırsat olacağını düşünerek son dakikada bir röportaj talebinde bulundum ve kendisi ricamı nezaketle kabul etti. Her konuda oldukça samimi ve açık bir şekilde cevap veren Güneş Bey özellikle akademisyenlik düşünenler için gerçekten aydınlatıcı  bilgiler sundu. Siz değerli okuyucularımızın da keyif alacağını düşündüğüm bu güzel röportaj için kendilerine teşekkür ediyorum.

GazeteBilkent: Neden hukuk fakültesi okumaya karar verdiniz?

Güneş Ünüvar: Hukuk seçmemin sebebi çocukluğumdan beri okumayı ve özellikle yazmayı, didaktiği, retoriği çok sevmemdi. O dönem TM MF ayrımı vardı ve ben TM öğrencisiydim. TM öğrencisi iseniz ya psikoloji ya hukuk ya da siyaset bilimi ve kamu yönetimi okuyacaktınız. Bana göre bunların içinde en somut disiplin hukuktu. Psikoloji hariç, hukuk okursam bunların hepsiyle ilgilenebileceğimi düşündüm. Hatta kriminoloji gibi alanlarda psikolojiyle bile bir bağlantınız var. O dönem bu disiplinleri bir anlamda hukuka dahil saymıştım, bu yüzden de daha geniş bir yelpazeyi ihtiva edebileceğini düşünerek,“altın bilezik” olur diyerek hukuk fakültesinde karar kıldım.

GazeteBilkent: Neden Bilkent Hukuk?

Güneş Ünüvar: Ben Kocaeli Gölcüklüyüm. 2005 senesinin başlarıydı, , makul bir ÖSS sıralamasıyla İstanbul ya da Ankara arasında bir tercih yapmam gerekiyordu. Açıkçası o dönem pragmatik bir karar vererek ailemle de arama biraz mesafe girsin, kendi başıma kalıp hayatı öğreneyim diyerek Ankara’da okumaya karar verdim. Zaten Bilkent’in o dönemden beri statüsü vardı, uluslararası anlamda da bana çok şey katacağını düşünerek Bilkent’i seçtim.

GazeteBilkent: Peki mezuniyetten sonra kariyeriniz adım adım nasıl şekillendi? Aklınızda ne vardı, hayat size neler getirdi?

Güneş Ünüvar: Aslında mezuniyetten önce, Social and Political Philosophy dersinde Hilmi Demir Hocamın,  yönlendirmesiyle akademik bir kariyeri düşünmeye başlamıştım. O dönemden aklımın bir köşeşinde bu hep vardı. Elbette hukuk fakültesinin “staj yapın, avukat, hakim ya da savcı olun” diye dolaylı bir yönlendirmesi oluyor ve etkileniyorsunuz. O sebeple önce avukatlık stajımı yapmaya, ardından master yaparken tez aşamasında akademisyenliğe yönelik ilgimi tekrar keşfedersem akademisyenliğe devam etmeye karar verdim.

Stajımı Çakmak’ta yaptım, yaklaşık 1 sene sürdü. Sonrasında Vrije Universiteit Brussel (Free University of Brussels)’da uluslararası hukuk ve Avrupa hukuku üzerine bir master yaptım. Tezimi yatırım hukuku üzerine yazdım ama açıkçası yatırım hukuku, yatırım tahkimi benim üniversitede öğrendiğim şeyler değildi. Çakmak’ta birkaç tahkim davası görmüştüm, yatırım tahkim anlaşmalarıyla ilgili bir cilt hazırlama aşamasındaydık ve ben bu vesilelerle seksen-doksan tane anlaşmayı art arda okuyunca “ tamam ben artık bunu biliyorum” dedim :)

İlgimi de çekti açıkçası. Masterdan sonra, tezimi danışmanımla birlikte bir dergide yayınladık, danışmanımın da desteğiyle Kopenhag Üniversitesinde doktora bursuna başvurdum ve kabul aldım. 2016’da doktora tezimi savunduktan sonra fakültede çalışmaya devam ettim. Şu an da yine Kopenhag Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya devam ediyorum.

GazeteBilkent:Bir de kariyerinize karar verme süreci var. Mezunlarımızla yaptığımız röportajlarda hep örnek veriyorum; bazı arkadaşlarım doktorada ne yazacağını bile belirlemişken ne yapacağını hiç bilmeyen benim gibi öğrenciler de var. Karar verme süreci nasıl olmalı; içimizdeki seslerden hangisini dinlemek lazım, buna dair tavsiyeleriniz var mıdır?

Güneş Ünüvar: Bu soruya genel geçer bir cevap vermek mümkün değil ama “ne yapılması gerekir”den çok “ne yapabilirim”i düşünmek lazım bence. Yani bulunduğunuz durumda mümkün olan nedir? Kararınızı verdiniz ve doktora projenizi bile belirlediniz diyelim, ki doktora projeninizi belirlediğiniz zamanla doktorayı birtirirken ortaya çıkan proje arasında dahi dağlar kadar fark oluyor, istediğiniz kadar planlasanız da bazı şeyler bu planlara göre gitmeyecek. O yüzden esas olan yapılan planlamaya ne kadar katı yaklaştığınzıla ilgili.

Eğer “planım buydu, yapamamdım, başarısızım” diye düşünürseniz ne başarılı olabilirsiniz ne mutlu olabilirisiniz ne de yaptığınız şeyi sevebilirsiniz. Bu nedenle planınız her zaman esnek olmalı. Yani elbette plan yapmak iyi ama sıkı sıkıya bağlanmayın. Çünkü her şey imkanlarınıza göre belirleniyor.

Peki bu kararı nasıl verirsiniz?

Bilirisiniz zaten. Bilmiyorsanız da işin içine biraz daha girip, daha aktif bir şekilde “neler ilgimi çekebilir”, okulda hangi alanlar ilgimi çekiyordu gibi sorular sormak lazım. Ki, özellikle yerel hukun dışında da düşünmek lazım. Uluslararası hukuk, yerel hukuk sistemlerinden çok farklı işliyor olmasına rağmen, çok başka perspektifler sunuyor insana. Mesela tahkim seçmeli dersti ve ben seçmemiştim bile. Ama şimdi bütün kariyerim tahkim üzerine kurulu. Hukuk eğitimi her zaman devam ediyor. Üniversitede öğrenmediysen stajda öğreniyorsun örneğin. “Karasızım ne yapacağımı bilemiyorum” aşamasına gelmeden önce, her anlamda yapılabilecek her şeyi iyice araştırmak gerekiyor.

Yani demem o ki, “kalbinizin sesini dinlemek” zaten istemsiz yaptığın bir şey, eninde sonunda dinliyorsun o sesi. Yeter ki bu sesi dinlerken kalbinin sana ne dediğini gerçek anlamda anlayabilmek için araştırmanı iyi yap. Bilinçsizce bu sese yönelirsen istemediğin yerlere gidebilirsin. Dolayısıyla mantık çerçevesinde iyice her şeyi inceleyip öyle hareket etmekte fayda var. Günün sonunda insan her zaman duygularıyla hareket ediyor.

GazeteBilkent: Aslında Bilkent Hukuk Fakültesi öğrencileri ana akımda “plaza avukatı” olmayı hedefliyor.Öğretim üyelerinden böyle bir yönlendirme de olmuyor ama neredeyse herkesin hedefi bu yönde. Oysa siz farklı bir yol seçtiniz, akademisyen oldunuz. Neden avukatlık değil de akademisyenlik? Sizin için artısı neydi?

Güneş Ünüvar:  Dürüst olmak gerekirse bahsettiğiniz bu “plaza avukatlığı”; her sabah traş ol, takım elbiseyi çek… Çalışma nosyonu olarak tam zamanlı avukatlığa uygun olduğumu düşünmüyorum. Çakmak’ta çok fazla şey öğendim ve burada yaptıklarımla ilgili hiçbir keşkem yok. Belki de Ankara’nın en kurumsal ofislerinden birinde bu tecrubeyi yaşadım ama yine de, orada yaptığım şeylerin hayatım olmasını istemedim. Müvekkillerle yapılan görüşmeler, dikey ve katı bir hiyerarşi, stajım süresince meslek itibariyle karşılaştığım insanların genel tavrı, öncelikleri bana uymadı. Bulunmak istediğim sosyal/profesyonel ortam o değildi. Hele ki yüksek lisansta bu fikrim iyice gelişti. Oradaki akademisyenlerin öğrencilerle  olan diyaloğunu, ne kadar yaklaşılabilir olduklarını gördüm, ki bu hocalar AB’de, Dünya Ticaret Örgütü ve benzeri uluslararası kurum ve kuruluşlarda görevli profesyoneller. Çalışma şartlarını, işlerini gördükten sponra bunun hem hayatımda kurmak istediğim kariyere hem de Avrupa’da bir süre kalmama vasıta olacağını gördüm. Ne yapmak istemediğimi görüp sonra ne yapacağıma karar verdim dolayısıyla.

Belki herkes için bu aşamalar bu kadar kademeli ve kolay olmayabiliyor, dediğim gibi genel geçer bir yol değil. Ancak Türkiyede ne istemediğime karar verip Avrupa’da ne istediğimi bulmak şansına sahiptim.

 

 

GazeteBilkent: Röportajımıza başlamadan önce bahsettiğiniz şu GPA meselesini konuşalım bir de. Akademisyen olmak için GPA tek başına bir kriter değil, olmazsa olmaz değilmiş. Eminim bunula ilgili birçok okuyucumuz bir şeyler duymak isteyecektir.

Güneş Ünüvar:

3.90 ile mezun olabilirsiniz ama öyle kariyer seçimleri yaparsınız ki potansiyelinizin farkına varamadan yıllar geçirirsiniz. Ortalamanın iyi olması her zaman iyidir. Ama ortalamanın ortalama olması her zaman kötü değildir.

GPA tek başına bir şey ifade edemiyor.Sadece okulda kalıp sınavlara çalışarak 3.50, 3.60 yapıp başarılı olan arkadaşlarım olduğu gibi, o ortalamanın yetmediğini çok acı bir şekilde tecrübe eden arkadaşlarım da oldu, Bilkent içinden ve dışından.

Örneğin benim ortalamam 2.85’ti ve okulu 5 senede bitirdim. Ama bu ne benim master aşamamda, ne doktoramda ne de post doktroramda önüme engel oldu. Bunu belki bir başka sebebi de okul dışında çok şey yapmış olmamdı. Ben okulda MUN yaptım. Oraganizasyon görevelerinde bulundum, bir organizasyon nasıl yapılır, insanlar nasıl yönetilir gibi hiç beklenmedik deneyimler benim için mümkün oldu. Özerllikle staj başvurularımda ortalamamdan çok MUN konuştuk inanın. Ne öğrendin, neden yaptın… 2.85, ortalama bir ortalama. İnsanlar “tamam okulda ortalama bir başarısı varmış, peki okul dışında ne yapmış” buna bakıyor. Ve özelllikle İngilizceye bakıyor. Bence her şeyden daha önemli olan dil. 4.0 ortalamanız olablilir ama İngilizce bilmiyorsanız Türkiye’nin sınırlarının dışına çıkamazsınız. Ve alelade bir İngilzce yetmiyor, bir noktada anadil gibi olması lazım çünkü Avrupalılar ikinci dil olarak İngilizce konuşuyorlar ve çok iyiler. Onlarla rekabet edebilmek için en az onlar kadar iyi olmak gerekiyor ki kendisinizi mülakatlarda ifade edebilesiniz, master başvururlarınız için vs. araştırma planlarınızı çok iyi yazabilesiniz, sorulan sorularda tatmin edici cevaplar verebilesiniz.

Bunların dışında sosyal olarak da kendinizi nasıl ifade ettiğiniz çok önemli. Bir mülakata girip çekingen bir şekilde oturan 3.90lık öğrencidense daha yaklaşılabilir, kendini iyi ifade eden 3 ortalamalı birini tercih edebilirler.Uzun lafın kısası günün sonunda isteyip de not sebebiyle atamadığım bir profesyonel adım henüz olmadı. .

GazeteBilkent: Bu gerçekten önemli bir nokta. Daha bu hafta bir arkadaşımın akademisyenlik düşünüyordum ama bu ortalamamla olmayacak herhalde dediğini duydum.

Güneş Ünüvar: Kesinlikle bu benim birebir tecrübem, çok çok düşük olmadığı müddetçe GPA mutlak olması gereken bir koşul değil. Doktoraya başvurduğunuz ülkeye de bağlı tabii ki. Bazı ülkeler not konusunda daha şekilci ve katı olabiliyorlar. Danimarka öyle değildi.

GazeteBilkent:Şu an çalıştığınız alanla ilgili konuşalım bir de.

Güneş Ünüvar:  Uluslararası yatırım tahkimi, uluslararası hukukun bir alt dalı. Konusu itibariyle, yabancı yatırımcıların korunması hukuku. İmzalanan yatırım koruma anlaşmaları ile iki ya da daha çok devlet birbirlerinin yatırımcılarına nasıl muamele edeceğini belirliyor. Örneğin, kamulaştırma yaptığımızda kompanse edeceğiz, adil ve hakkaniyetli olacağız, en az yerel yatırımcımız kadar koruyacağız… Bu işin normatif hukuki kısmı. Bir de politik kısmı var. Bir ülkenin yabancı yatımcıyı nasıl koruduğu o ülkenin insanını da etkiliyor. Şöyle ki, örneğin Japonya’da Fukuşima depremiyle nükleer reaktörlerden birinde bir sızıntı oldu ve Almanya gibi bazı ülkeler nükleer enerjiyi bırakmaya karar verdi. Almanya, 2023’e kadar nükleer enerji kullanmaya son vereceğim dedi. Bu, sağlık ve çevre için mükemmel bir devlet politikası ancak Almanya’nın bazı enerji şirketleriyle yaptığı süresi dolmamış birtakım anlaşmalar var. Yurdışından gelip Almanya’ya yatırım yapmış bu şirketlere taahhüt edilen hizmet süreleri gidiyor. Burada şöyle bir sorun doğuyor: Almanya, halkı için yaptığı böyle bir politika yüzünden bu şirketlere milyonlarca Euro ödemek zorunda mı? Almanya kötü niyetle hareket etmiyor ancak bu şirketlerin de hukuken yaptıkları anlaşma dolayısıyla haklarının tahsis edilmesi gerekiyor. Bu dengenin nasıl kurulacağı konusunda yatırım tahkimi devreye giriyor. Özel ekonomik çıkarların ve kamu çıkarlarının “yabancı yatırımcının korunması” kapsamındaki dengesiyle ilgili. Devlet yatırımcıyı ne pahasına korur, kendi çıkarlarını korurken ne oranda fedakarlık yapması gerekir?

Bu alan, hukuk ötesi bir alan. Özel ve genel çıkarların dengelenmesi konusunda adil sonuca nasıl ulaşılır? Yatırım vs bu işin süsleri.

GazeteBilkent: Çok da bereketli bir konuya benziyor. Yatırım yapılan konu kadar sorun, uyuşmazlık olacak çünkü.

Güneş Ünüvar:  Aynen öyle; telekomünikasyon, gaz ve yağ çıkarımı, hastane, su borusuna kadar her şey. Örneğin özelliştirilmiş bir su işletmesinin devletle anlaşması olduğunda ve suları kesitiğinde susuz kalan halk oluyor. Yatırım hukuku dediğimiz şey yalnızca yatırımcıyla sınırlı değil yani. Dediğiniz gibi bereketli ve çok dallı budaklı bir konu.

GazeteBilkent: Peki akademisyenliğin yanında, örneğin danışman olarak, sahada çalışmayı sürdürmeyi de planlıyor musunuz?

Güneş Ünüvar: Yatırım tahkimi sahayla çok iç içe. Saf akademisyen ya da pratisyen ayrımı çok yok. Türkiye’de birkaç müvekkille harici danışman olarak çalıştım, şimdi Türkiye’de yatırım ve ticari tahkim üzerine butik bir büro girişimimiz var. Ama tüm bular akademisyenliğin yanında daha ikincil kalıyor benim için. Şu anki pozisyonumdan sonra da yine Kopenhag’da, Avrupa’da başka bir yerde ya da Türkiye’de akademisyenliğe devam etmek istiyorum.

GazeteBilkent: Direkt sorayım, Danimarka nasıl?

Güneş Ünüvar:  Biraz karmaşık bir soru. Danimarka’yı seviyorum, akademik/sosyal olarak çok güzel bir yer. Sadece Türkiye’den değil Avrupa’nın kalanından da çok farklı bir yer. Akademik olarak, çalıştığım ortam çok tatmin edici, imkanları bol ve bu anlamda çok şanslıyım. İnkar edemeyeceğim bir nimet. En sevdiğim tarafı, hiyerarşinin yok denecek kadar az olması. Dekanından öğrencisine yatay bir ilişki var. Yapılan işe endeksli bir karşılıklı saygı var. Bir profesöre doktora öğrencisi olarak adıyla hitap edebiliyorsunuz. Özel sektörü bilemiyorum ama üniversite olarak çok serbest bir ortam. Laçkalıktan bahsetmiyorum ama, yapılcak iş elbette takip ediliyor. İşinizi doğru yaptığınız müddetçe saygı duyuluyorsunuz. Bir anlamda “meritokrasi” var.

Sosyal anlamda ise biraz homojen bir ülke. Almanya, Belçika, Fransa’daki çok kültürlülük Danimarka’da çok yok açıkçası. 2013’te ilk taşındığım zamandan beri bu da değişiyor ama. İnsanlar çok güler yüzlü, elbette her yerde olduğu gibi orada da ırkçı insanlar olabiliyor ama her yerde var bu. Sevmediğiniz insanlardan uzak durup iyi geçindiklerinizle yakınlaşıyorsunuz her yerdeki gibi.

GazeteBilkent: Peki Danimarka makaleniz vasıtasıyla bir anda karşınıza çıkan bir fırsat mı oldu yoksa önceden düşünüyor muydunuz?

Güneş Ünüvar:  Brüksel’deyken, 2012 senesi temmuz ayında masterımı bitirdim ve iş aramaya başladım. Sanıyorum 50-60 başvuru yaptım ama bir tane bile mülakata çağrılmadım. Aralık ayı gelmişti, vizem biteceği için Türkiye’ye dönmem gerekiyordu. TÜSİAD’ın AB bürosunda da staj yapıyordum, Kopenhag Üniversitesinde doktora poziyonlarıyla ilgili bir ilan gördüm. Başvurdum, oldu.

GazeteBilkent: Böyle hikayelere bayılıyorum! Tam dibe vurdum derken hayatınız bir anda mükemmelleşiyor!

Güneş Ünüvar: Aynen öyle. O kadar yere başvurdum, çağıran bir büronun da mülakatına katılamamıştım ve Bürksel’de hiçbir mülakata giremeden dönmek üzereydim.

GazeteBilkent: Dediğiniz o es payı bu oluyor sanırım. Bir plan yaptınız ama sıkı sıkıya bağlı kalacağım deseydiniz bu fırsat karşınıza çıkamayacaktı.

Güneş Ünüvar:  Aynen öyle, Brüksel’de kalırım burada doktora yaparım derken hayatınız planınıza uymuyor. O plana denk başka bir şey yapıp sonunda varılanın ilk planınızdan bile daha güzel olduğunun farkına varıyorsunuz. Şu dakika bana sorsanız Brüksel mi Kopenhag mı diye, iksinde de yaşadım ama kesinlikle Kopenhag.

GazeteBilkent:Ece Göztepe hocamız, başarısızlıklarımı da anlattığım bir ders olması gerekiyor demişti bir seferinde. Bir başarının arkasında onlarca tökezleme oluyor galiba.

Güneş Ünüvar:  Kesinlikle. Başarısızlıklar başarılar kadar önemli. Çünkü bir insan başarısız olmuyorsa başarıyı da idrak edemez, içselleştiremez. Özgürlüğünü kaybetmemiş insanın özgürlüğü kaybedip anlaması gerekir ya, buna benziyor.

Şunu yaptım, şuralara girdim diyerek hikayenizi anlatmak beş dakika sürer. Ama arkasındaki başarısızlıklar, bu neticelere anlam katıyor. Başarısız olmasam şu an Brüksel’de olacaktım, ama tercih şansım olsa tekrar tekrar Kopenhag’ı seçerim.

Planlarıma körü körüne bağlanmadığımdan çok fazla hayal kırıklığı yaşamış olsam da hayatımı mahvedecek, “artık bittim” diyeceğim bir hayal kırıklığı yaşamadım, ki bir çok insan aynı durumda bunu yaşardı muhtemelen.

GazeteBilkent: Okula geldiğinizde canlanan anılarınız, iyi ki buraya gelmişim dediğiniz oldu mu?

Güneş Ünüvar: Olmaz mı? Okulun ilk günü canlandı aklımda… Mozart’ta anım olmayan köşe yok, ağaçlar bile büyümüş. Her yer anılarımla dolu… İhsan Doğramacı heykelinin arkasındaki havuz her kış donardı, ve biz üstüne çıkar oynardık… En güzel yıllarımdan birkaçının geçtiği yerdir Bilkent, dolayısıyla Ankara. Ve şunu fark ettim ki daha sık gelmem lazım. Arada bir yad etmek lazım.

Beş altı senedir akademik camiadayım ve birçok sunumum oldu, ama birazdan yapacağım konuşmanın heyecanı çok ayrı bir şey. Sınavlara girdiğim, derste dalıp dalıp hayaller kurduğum V2’nin kürsüsünde şimdi bir şey anlatacak olmak çok heyecan verici.

GazeteBilkent: Hatta belki buraya geri dönersiniz. Okulumuzdan mezun olmuş hocalarımız var, eminim çok güzel bir histir aynı sınıflarda bu sefer ders anlatmak.

Güneş Ünüvar: Daha büyük bir keyif olabilir mi? Mezun olduğunuz okula çağrılmak, onure eder insanı.

GazeteBilkent: Üniversitedeki Güneş’e vereceğiniz tavsiyeler var mıdır?

Güneş Ünüvar:  Üniversitedeki Güneşe vereceğim tavsiye, hocalarıyla tanışması olurdu. Hocaların senin adını bilsin, daha çok insanla tanış, okul dışında mümkün olduğunca daha çok aktivitede bulun.

GazeteBilkent: Ki siz bunları yapmışsınız aslında.

Güneş Ünüvar: Evet ama hocaların aklında daha çok yer etmek gerekiyor. Notlar aradan çıkınca insani bağlar devam etmeli. En basitinden bir referans mektubu alabilmek için danışabilmelisiniz.

Bunun dışında, keyfine bak, Bestekarda takıl. Güneş zaten ne yapacağını bilir.

 

Yoğun temposunda bize zaman ayıran, bu içten söyleşiyi yapmamıza imkan veren Güneş Bey’e kendi adıma bir kez daha teşekkür ediyorum.

Leave a Reply