Gülen cemaafettullah gülenti bildiğiniz üzere kendisini  hizmet hareketi olarak adlandırıyor. Peki neye ve kime hizmet dendiğinde cevapları eğitim, demokrasi, hukuk, insan hakları gibi ulvi değerler için topluma ve insanlığa hizmet diyorlar. Bu amaçla yola çıkmışlar ve bu yolda ilerliyorlar. Siyasi iktidarın da aslında kendilerine değil, bu değerlere saldırdıklarını iddia ediyor, demokrasinin vazgeçilmez unsuru basın özgürlüğü ve hukuk devletine karşı yapılan son operasyonlar için bütün muhalif kesimin desteğini istiyor ve ekliyorlar “şimdi susarsan sıra sana da gelebilir!”

Yanlış! O sıra zaten bizdeydi. Sen sustun, yapılan tüm zulümleri, haksızlığı, hukuksuzluğu sen destekledin, yetmedi medyanla gerekçelendirdin, sahte delillerle karartılan hayatlara ortak oldun. Kaleminden damlayan kan hala üzerinde durmakta. Şu an olan ise sıranın sana geçmesi yani empatiyi yaşarak öğrenmen.

Bir zamanlar ülkede en büyük iç tehdit irtica ve ona paralel olarak dini cemaatlerin varlığı görülüyordu. Gülen cemaati de dini irticai bir örgütlenme olarak laik devlet yapısını değiştirerek dini kurallara dayalı bir devlet kurma suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Gülen yargılandı ve 2007’de beraat etti. Fakat o tarihten sonra anladık ki, bu cemaat dini bir örgütlenme olmaktan çok daha öte dünyevi konulara ilgi duymakta. Dünyanın dört bir yanında okullar, dershaneler kurup öğrenci yetiştiren; bu insanları bilgi, birikim ve yeteneğine göre başta kolluk ve yargı olmak üzere belirli alanlara yönlendirerek devlet üzerinde görünmez, paralel bir el olarak faaliyet göteren bir yapı. Yetiştirdiği bu nitelikli insanların ortak noktası ise demokrasi ve hukuku emir komuta zincirindeki bir sistemde cemaat hedeflerine uygun kullanabilmesi yanında kendisini, her durumda bu kavramlarla haklı çıkarma çabası. Mesela CnnTürk’teki bir programda demokrasinin gelişmesi için illegal dinlemelerin ve emniyetteki gizli oluşumların mübah sayılabileceğini öğrendik.

Soru şu, iyi de kardeşim elinde bir delil var mı? Neye göre suçluyorsun sen bu insanları. Evet, elde kesin bir dahmet şıkelil yok ama yaşadığımız, bizzat şahit olduğumuz olaylar var. Ahmet Şık’ın basılmamış kitabına yapılan operasyonlar,  dönemin Erzincan Cumhuriyet Başsavıcısı İlhan Cihaner’in  yaka paça zorbalıkla gözaltına alınması, aşağılık suçlamalarla Alevi  ve Atatürkçü olduğu için intihara sürüklenen Yarbay Ali Tatar, hayatını çağdaş eğitime ve cüzzamlı hastalara adamış Türkan Saylan’a yapılan zulüm, Ergenekon, Balyoz, Oda Tv, KCK davalarında kurunun yanında yaşı da yakan fiyasko süreç ve tabi Hanefi Avcı’nın başına gelenler. Tüm bu operasyonların ve davaların ortak nedeni bir şekilde hizmet hareketine dokunmaları.  Ahmet Şık’ın dediği gibi “dokunan yanar” ve nitekim öyle oldu.

Mevcut eldeki olaylara bakarak çok açık ve net bir şekilde hukuk güvenliğinin tehlikede olduğunu görüyoruz. Düşünsenize, devletin içine yerleşmiş bir şebeke, olmayan belgelerle sizi suçluyor, polis delil üretiyor, basın gerekçelendiriyor, savcı iddianeme hazırlıyor ve hakim hükmünü veriyor. Sonuç 15-20 yıl hapse mahkum oluyorsunuz. Modern yöntemlerle uygulanan yeni bir infaz yöntemi. Biraz abartı da olsa IŞID’in yaptığıyla bu yapılan arasında pek bir fark göremiyorum. İkisinde de vicdan yok ve karşısında kim varsa orada infaz ediliyor. Biri kılıçla öteki kalemle.

Dolayısıyla devletin içine sızmış,ali tatar sızdırılmış, göz yumulmuş, ortaklık yapılmış bu örgütlü yapıyı hukuk sınırları içinde kalarak somut delillerle yok etmek iktidar kim olursa olsun onun görevidir. Çünkü yaptıkları bundan sonra yapacaklarının teminatıdır. Egemen olan şu an için Akp olduğuna göre bu onların işidir. Dönemin siyasi ortağı olan iktidardan bu yaşananların hesabını ise sonraki hükümetler ancak sorabilir gibi gözüküyor. Çünkü görünen o ki bu yargı sistemi ve kaos ortamı içinde cemaatin ortaya çıkardığı  yolsuzlukları halkın vicdanından başkası yargılayamayacak.

Son olarak bu ara rejimde kaybettiğimiz ve haksızlığa uğramış insanların itibarı iade edilmeden, hazırlanan kumpaslar amasız fakatsız kabul edilmeden bir helalleşme söz konusu olamaz. Bu zulme ortak olan sözde gazetecilerden, medya patronlarından da demokrasi kahramını yaratılamaz. Ancak ülke olarak bir yerlere gelmek istiyorsak, öfkemizi gelecek güzel günler adına perçinlemek ve bunların bir daha yaşanmaması adına zulüm ve hukuksuzluk nereden gelirse gelsin ortak bir duruş sergilememiz lazım. Bu nedenle zaman ve samanyoluna yapılan baskınları muhalefeti  susturmaya yönelik bir girişim olarak algılıyorum. Paralel her türlü yapılanmaya karşı mücadeleye evet, ancak bunun için hukuk dışına çıkmaya hayır!

 

Leave a Reply