2 hafta önce bugünlerde Erasmus öğrenci değişimi dolayısıyla yeni bir ülkeye ayak bastım. Fransa idi yeni durağım. Bu yeni ülkede geçirdiğim iki hafta içinde çok şey öğrendim aslında bakmayın iki hafta dediğime. Kültürlerini, dinlerini, yaşayışlarını, hissettiklerini, dünya görüşlerini tanıdıkça biraz daha öğrendim, biraz daha kattım kendime bir şeyler. Aslında Avrupa’nın ya da daha doğrusu Fransa’nın bir düzen sayesinde ayakta kaldığını ve bu düzenin aslında her şey olduğunu gördüm. Bu düzen ki aslında bizim de ihtiyacımız olan ve belki de zamanında aslında bize hedef gösterilen şeydi: Muasır medeniyet seviyesi.
İlk fark ettiğim şey trenlerdi. Evet evet raylar, trenler her yerdeydiler. Toplu taşımın mucizeler yaratabileceğini gösteriyorlardı. Sonra bisikletli insanlar göründü. Boğucu egzoz gazları yutmak yerine şehrin her yerindeki bisiklet “durakları sayesinde, bisiklete binip istediğiniz yere ulaşabiliyordunuz küçük bir ücret karşılığında. Arabalar mı? Sırf yayalara ne kadar saygılı olduklarını görmek için birkaç kere attım kendimi caddeye. Sonuç? Hala hayatta isem fren yapıp kibarca yol veren sürücüler sayesinde. Yayalara müthiş saygılılar. Avrupa’yı aslında kuralların ve kurallara saygının yaşattığını bir kez daha anlıyorsunuz. Tahmin edeceğiniz gibi İngilizce konuşmuyorlar ama Fransızca konuştuğunuz zaman gerçekten ellerinden geleni yapıyorlar size yardım etmek için. Bir yabancı Türkiye’de Türkçe konuşmaya çalıştığında nasıl sempatik geliyorsa, aynı sempatiyi burada da yaratınca işiniz kolaylaşıyor. Her ne kadar Avrupalılar için soğuk
deseler de insanlarla iletişim kurmayı biraz biliyorsanız aslında Fransızlarla konuşmak bile o kadar zor değil. Teknoloji mi? Biz duble yol yaptık diye sevinirken onlar Demirağlarla örmüşler dört bir yani. Biz Ankara-İstanbul’u en az 5 saatte kat edip yeni yeni hızlı tren rayları inşa ederken, adamlar 1000 km olan ülkenin kuzey ucu ile güney ucunu 4 saatte kat ediyorlar. Hani diyoruz ya “Adamlar yapmış abii yaaa” diye, hakikaten yapmışlar. Ama elbette ki bir Türk lokantasına girdiğinizde selamınızı verip muhabbete başladığınızda, hissediyorsunuz tekrar insanımızın sıcaklığını, o iyiliğini ve saflığını. Fransa’da kızlı erkekli yurtta kalan birisi olarak, Türk mantığıyla yemeğinizi herkesle paylaşırken, aslında “rızkını paylaşmak” fikrinin onlara nasıl da yabancı olduğunu anlıyorsunuz. Ve aslında bu denli düzene, bu denli güce, teknolojiye, varlığa rağmen “abii bişeyler eksik lan sanki” diyorsunuz içinizden. O sıcaklığı aramış oluyorsunuz aslında.
2 hafta uzaklaşmaya görsün her anı “son dakika” haberleri ile yaşayan bir ülke olduğumuzu hatırladım aslında buradaki haberler ve gazetelerle ülkemdeki durumu karşılaştırdığım zaman. Fransız cumhurbaşkanının özel hayatı ve kaçamakları günlerce gündemi meşgul edebiliyorken, biz yolsuzluk, cemaat, operasyonlar, terör, eylemler ve daha niceleri ile günümüzü gün edebiliyoruz. Daha dün, hatta dünü geçin birkaç saat önce bir şey
tartışırken; şimdi başka bir şeyi tartışır oluyoruz. Ülkenin çivisi çıkıyor resmen. Ülkemizin insanları aslında özünde ne kadar iyi, temiz ve sıcak olsalar da aslında bu siyasi çekişmelerin, kutuplaşmanın, fanatikliğin ve cehaletin aslında bize ne kadar çok kaybettirdiğini göremiyoruz. Biz “sen şunu yaptın, sen şundan suçlusun, sen şöylesin, ben böyleyim” derken, “adamlar yapıyor abiii”. Zaten biz hep böyle kaybetmedik mi? Ne zaman bizi dıştan yıkmaya çalışsalar savaş alanlarında destanlar yazdık, içimize fitne soktular mı kaç tane imparatorluğumuzu kaybetmedik mi böyle? Unutmayalım bizim gidecek başka bir Türkiye’miz yok! Bu ülke ne herhangi bir siyasi partinin, ne herhangi dini/siyasi bir yapılanmanın ya da herhangi bir para babasının ya da elitler sınıfının. Evet belki o “adamlar” gibi düzenimiz yok ama en azından tarihimizden bu yürekli sıcak insanların neler başardığını ne savaşlara ne mücadelelere göğüs gerdiğini hepimiz biliyoruz. Artık yetmedi mi kendimize Fransız kalmak?