Bir çift lastik pabuç ne denli acıtır bir insan yüreğini?
Şu aralar ülke gündemine küfür ederken buldum kendimi. İnsanlığım ve vicdanım siyasete yenik düşmedi ilk kez. Koca koca sarayların arkasına saklananlara daha çok acıdım. Nicedir nefretim bir yerlerde saklanır dururdu. Yeniden alevlendi. Piştim sanırken meğer dalmışım.
Gündem maddeleri arasında eriyip gideceğini adım gibi bildiğim bir mesele; iş kazaları. Fakat bu sefer bundan öte aklımı çelen, canımı acıtan, hayatını kaybeden işçilerin acılı ailelere yapılan muamele. Hoş bu ülke oğlu ölen anayı mahkemeye verenleri de gördü ya, neyse…
Düşmanıma vermesin Allah evlat acısını. Ne büyük bir acıdır insanın kendi canını toprağa vermesi. Ermenek’teki maden ocağında hayatını kaybeden Tezcan Gökçe’nin babası, Recep Gökçe, çömdü ağladı oğlunun mezarı başında. Gri bir ceket giymiş, gri bir kasket. Kalktı ayağa, bir iki yalpaladı. Durdu dimdik sonrasında. Ama duruşu bile bas bas bağırıyordu kara postallarını sevdiğim babanın. Siyah bir çift postal vardı ayağında. Eski, yırtık fakat muntazam. Ya tek pabucunu, ya da pabuçlarından en iyisini giymiş baba. “Param yok, param olsa ben bu ayakkabılarla gezer miyim milletin içinde?” Valilik duymuş tabi bunu, durur mu bir çift lastik ayakkabı göndermiş. İlk defa haberi okurken hafiften bir sevindim, niyeyse… Bir yandan “Ne iyi etmişler.” diyorum, bir yandan “Adamcağız oğlunu kaybetmiş, dalga mı geçiyorlar, ayakkabı yollayacaklarına bir hal çaresini bulsunlar adama ekmek getirecek.” Sonra ayakkabıları gördüm… Varın görün siz halimi, düşünün o anda beynimden geçenleri. Bir kaynar su boca oldu başımdan aşağı. Gözlerim doldu. Aman canım daha yardım yapılacakmış. Kısmet.
Hakikaten bir Soma vardı, ona ne oldu? Yakınlarını kaybeden ailelerin durumu nicedir acaba? Yardım yapılacaktı da.
Politika neydi, politika insan içindi. Biz onu ister sevelim, ister sevmeyelim. günlük hayatımızda, kamu politikaları hakkında birden çok alternatif içinden birine eğilim gösteriyor, onu tercih (!) ediyorsak öyle ya da böyle bir siyasi rolümüz var demektir. Yani bizim tercihimiz, bizim tercihimiz olmakla kalmayacak, ülkenin tüm vatandaşlarını etkileyecek demektir.
Baba Gökçe’nin parası yok hadi. Bir tek o mu? Camsız evde zatürreden bebek ölmedi mi geçen sene, hastahaneye götüremeden bebesini kaybeden amca çuvalda taşımadı mı cansız bedeni, her gün eve üç kuruş ekmek götüreyim diye Rus ruleti oynamıyor mu işçiler… Bizim bildiklerimizden öte bize yansımayan onlarca hikaye, onlarca sefalet var. “Yahu sadece bizde mi, başka ülkelerde acından ölmüyor mu insanlar?” diyeceksiniz. Elbet. Fakat gereksiz işlere harcanan bunca paraya karşılık bir yerlerde bazılarının karnını doyurabilmek için ölümü göze alması, ölmesi canınızı acıtmıyor mu?
Karton kutulara milyon dolarlar sığdırdılar. İki üç gün lakırdı ettik. Sineye çektik sonrasında. Çamurlu ayaklarıyla sedyeyi kirletmek istemeyen işçinin, Hrant’ın delik pabuçlarının, Ermenek madencisinin babasının yırtık postallarının yüreğimde kapladığı yer, şüphesiz, 1000 odalı saraylardan daha büyük. Her ay 700.000 liralık elektrik tüketen saraylar, 10 lira yevmiyeyle çalışan işçinin yüreğinin ve 11 liralık kara postalın ağırlığının altında ezilmez mi?