Türk parti siyaseti, askeri darbelerle perçinlenmiş, en yakın tarihte Osmanlı’ya, benim aksime tarih bilenler için ise çok daha eskiye dayanan bir lider-seçmen ilişkisi üzerine kurulu. Buna lider-seçmen ilişkisi demek bile yanlış. Parti içi oluşumlarca seçilmiş bir padişah ve onun sadık, partisine, partisinin desteklediğine sorgusuz sualsiz oy veren tebaası . En azından liderlerin gördüğü bu. Dün açıklanan çatı adayından almamız gereken tek ders budur.

Genel duruma baktığınız zaman olumlu görülebilecek amaçlar var bu işte. Toplumsal muhalefet unsurlarının beraber bir aday çıkarabilmesi güzel olurdu. Bunun örneklerinin 2014 yerel seçimlerinde kısmi başarılar yakaladıklarını gördük. Dün gördüğümüz ise bu muhalefet anlayışının yerelden genele taşınma amacıyla ele yüze bulaşmasıdır.

Ama neden? CHP neden bu seçimle karşımıza geldi?

Belki de ideolojilerin bittiği fikrini savunuyordur. Peki doğru mu bu yönde hareket etmek? Her ne kadar ideolojilerin bittiği iddiası popüler bir fikir de olsa doğru bir tespit değil. Tanımlar değişmiş, sınırlar kaymış da olsa sağ ve sol bugün siyaset içerisindeki yerini sağlam bir şekilde korumakta. Hatta yakın tarihteki o yerel seçimlerde kazanılan kısmi başarılar bile sağ ve sol kavramlarına epey dolanarak elde edildi. Oradan alınan sonuçlar ideolojilerin ölmediğine canlı kanıttır.

Belki de toplumsal muhalefet için ideolojilerin feda edilmesi gerekiyordur. Evet, belki de gerekiyordur. Geçen seçimde olan da buydu değil mi? Peki neden bu ideolojiyi feda eden hep sol oluyor? Yerel seçimlerde gösterilen yarı-ortak adayların, birkaç istisna dışında, hemen hepsi milliyetçi görüşten yahut merkez sağdandı zaten. Orada kazanılan kısmi başarılar da bütünsel hezimeti değiştirmediğine göre nedir bu inatla kendi tabanının fikirlerini reddediş?

kemal-kilicdaroglu-tam-bir-bozguna-ugradilar_847720_720_400

Kendini bazı sol değerlerle tanımlayan ve kendi tabanında, mecliste temsil edilmek isteyen sol görüşlü seçmenlerin oyunu da barındırarak bulunduğu yere gelen bir partidir CHP. Aldığı yüksek oy sebebiyle kendini toplumsal muhalefetin merkezinde bulduğu şu dönemde yaptığı seçimler ise bu muhalefetin merkezinde bulunmaya ne kadar da hakkı olmadığının göstergesi adeta. Eğer farklı grupların önderliğini üstlenmek gibi bir amacınız varsa öncelikle kendi tabanınızın değerlerini, taleplerini, isteklerini göz önünde bulundurmak, onların temsil edilme hakkını korumak zorundasınız. Sonra ancak bu çerçevede orta yol arayışına girebilirsiniz.

Peki Kılıçdaroğlu ve CHP ne yaptı? Önce hepimizi umutlandıran bir şekilde sivil toplum örgütlerini, sendikaları, partileri gezdi ve sonrasında da kendi tabanına küfür eder gibi İslami ideolojinin nurtopu gibi evlatlarından birini alıp karşımıza sürdü. Belki de şimdi geyik mazemesi yaptığımız ama 3-5 yıl öncesine kadar son derece ciddi siyasi tartışmalarını bitiren cümle ve onu dillendirenler haklıdır. Belki de “Tamam Erdoğan gitsin, yerine kim gelecek? Kılıçdar mı gelsin?” sorusuna cevap olarak artık “Haklısın kardeşim, gelmesin.” dememiz gerekiyordur.

Ama tüm bunların suçlusu Kılıçdaroğlu veya günümüz siyasi aktörleri değil. Yazının başında bahsettiğim zihniyet bugün karşımıza sorun olarak çıkan asıl şey. Kılıçdaroğlu da bugün Türk siyasetinin akıntısına kendini dağıtmış ve partisinin tabanına tebaa olarak bakmıştır. “Onlar nasıl olsa bana oy verir, ben sağa yamanayım.” demiştir. Hadi biz tüm seçmenler tebaanız olalım, onlar da şahımız, padişahımız olsun. Önce kendi tebaanıza yanaşın padişahım, sonra başka şahların tebaasına göz dikersiniz.

Not: Çatı adayının adını yazıda kullanmamamın sebebinin adını yanlış yazmaktan korktuğum olduğunu söyleyenler yanılmaktadır. Bakın nasıl da yazıyorum: Ekmeleddin İhsanoğlu. Ayrıca ikinci günde de olsa adını artık tek denemede söyleyebiliyorum.

Leave a Reply