İran devrimi 1979 yılında İran’daki mevcut anayasal monarşik sistemin, İslam hukuku ve Şiiliği esas alan şeriat cumhuriyetine dönüştüğü popüler harekettir. Reform karşıtı grupların Ruhullah Humeyni liderliğinde birleşerek şaha karşı başlattıkları hareket, şahın devrilmesiyle birlikte son bulmuştur. Devrimi önemli kılan esas nokta ise devrim sonrasında yeniden şekillenen İran dış politikası olmuştur.
Devrim öncesi İran politikalarına göz attığımızda, Amerikan politikalarının bölgede uygulayıcısı bir müttefik olduğuna dair bir tablo çizmek herhalde yanlış olmayacaktır. Fakat devrimle birlikte bu tablonun, İran açısından, baştan sona değiştiğini ifade etmek mümkündür. Bölgede mezhebini açıkça ifade eden ilk ülke olmasının yanı sıra anti-Amerikancı bir tavır takınan İran, dış politikalarında buna ek olarak ciddi bir dönüşüm yaşamıştır. Devrim sonrası izlenen dış politikanın amacı; bölgede dini anlamda kendine yani Şiilik mezhebine yakın ve politik istikrarsızlığın var olduğu ülkelere devrimi ihraç etmektir. Bu terim akademik literatüre ünlü Amerikalı akademisyen Christopher Joyner tarafından kazandırılmıştır (1990)[1]. Bölgede yaşanan krizler, İran’ın bu amacı doğrultusunda eşsiz birer araç olarak görülmekteydi. Amacı ve aracı belli olan bu yolda İran, Ortadoğu’da kurulan siyasi denklemi yer ile yeksan eden bir ülke olmuştur.
2011 yılında başlayan Arap uyanışı süreci; Tunus, Libya, Mısır gibi ülkelerde iktidarların değişmesine neden olurken, Suriye’de Esad rejimi karşısında reform talep eden muhalif grupların oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu krizin bölgesel ve küresel aktörler için bir çıkar savaşı haline gelmesinde ise şüphesiz ki bölgenin mezhepsel temele dayanan demografik yapısındaki farklılıklar etkili olmuştur. Suriye’de nüfusun yaklaşık %12’lik kesimini oluşturan Nusayriler, Baas rejimi tarafından kurulan güçlü bürokratik yapı sayesinde yaklaşık 45 yıldır ülkenin yönetiminde söz sahibidir. Sünni Müslümanlar ise Suriye’deki nüfusun yaklaşık %73-75’ini teşkil etmektedir. Bu noktada, Şia’nın bir kolu olan Nusayrilik mezhebine mensup olan Beşşar Esad’ın İran tarafından desteklendiğini vurgulamak yerinde olacaktır.
İran; Suriye’nin verdiği destek sayesinde Lübnan ve Filistin’de yer alan örgütleri etkileyebilmektedir. Örnek vermek gerekirse; İran, Lübnan’da siyasi ve askeri faaliyetlerde bulunan ve Şia’nın bölgedeki en etkili temsilcilerinden olan Hizbullah’a Suriye üzerinden lojistik destek sağlamaktadır. Bu durum aynı zamanda, İran’ın devrimi ihraç edebilme anlayışının da bir başka örneğidir. Bunun karşılığında, İran ise Suriye’deki iç savaşta açık bir şekilde Esad yanlısı bir tavır sergilemektedir. Bunun en açık örneği ise, Times gazetesinde çıkan habere göre, İran ve Suriyeli rejim güçleri tarafından, Suriye’nin en büyük kentlerinden bir olan Halep’teki muhalifleri bölgeden tamamen çıkarmak amacıyla yürütülen işbirliğidir.[2] Buna benzer iddialar taşıyan İran-Suriye çıkar ilişkisini ideolojik ve mezhepsel bir temele oturtmak mümkündür.
İran’ın Suriye ile kurduğu mezhepsel çıkar ilişkisini, IŞİD ile verdiği mücadele sayesinde bir temele oturtmak da mümkündür. Ehlibeyt Haber Ajansı (ABNA)’nda çıkan bir haberde, jeopolitik analisti Pepe Escobar’ın deyimiyle IŞİD karşısında kurulan koalisyonun 4+1; yani Rusya, İran, Suriye ve Irak’ın yanı sıra Hizbullah olduğu açıkça ifade edilmiştir.[3] İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in ofis başkanı Muhammedi Gülpayegani, 2014 yılında verdiği bir demeçte İran Devrim Muhafızları’nın IŞİD’le mücadele etmek isteyen Iraklı gençlere askeri eğitim verdiğini ifade etmesi bu durumu kanıtlar niteliktedir.[4] Tüm bu olaylar zincirinden çıkarılacak sonuç ise İran’ın çeşitli kanallar sayesinde İran Devrimi’ni Suriye’ye ihraç etmek için yoğun çaba sarf ediyor olmasıdır.
Kısacası, 1979 yılında İran’da gerçekleşen devrim günümüzde bile bölge jeopolitiğini ve doğal olarak siyasi dengeleri belirleyen önemli bir parametredir. Devrim sonrasında üretilen devrimi ihraç etme fikri bu bağlamda çok önemli bir role sahiptir. Mezhepsel çıkar ilişkisine dayanarak Suriye ile yakınlık kuran İran hükümetleri, bu kanal sayesinde bölgedeki diğer çıkar gruplarını etkileyebilme fırsatını elde etmiştir. İran’ın mevcut Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin parlamentoda yemin ettiği toplantıda -ki bu toplantıya Başbakan Ahmet Davutoğlu o dönemin Dışişleri Bakanı sıfatıyla katılmıştı.- açıkça Esad’a destek vermiş ve şu sözleri sarf etmişti:
– İran İslam Cumhuriyeti, Suriye ile ilişkileri güçlendirmeyi amaçlıyor ve bunu bütün engellere göğüs gelerek yapacaktır. Suriye ile İran halkları arasındaki derin, stratejik ve tarihi bağları dünyadaki hiçbir güç koparamayacaktır.[5]
Son olarak, Suriye-İran ilişkilerini göz ardı eden bir siyasi anlayışın sürdürdüğü politikaların, Ortadoğu’da hiçbir zaman başarılı olma şansının olmayacağını ifade etmek mümkündür.
[box_dark]Kaynakça[/box_dark]
[1] Joyner, C. The Persian Gulf War: Lessons for Strategy, Law, And Diplomacy. Connecticut: Greenwood Press Inc. 1990. Print
[2] http://www.thetimes.co.uk/article/assad-and-iran-mass-forces-for-assault-on-aleppo-2wtn8rp9z
[3] http://tr.abna24.com/service/important/archive/2016/04/22/749155/story.html
[4] http://www.haberpress.net/iranda-isidle-mucadele-151480h.htm
[5] http://www.ensonhaber.com/ruhaniden-eseda-acik-destek-2013-08-04.html