Bir Başkanın Antolojisi 2: Irak Savaşı ve Obama  

        

“The World is in Chaos.”

(Henry Kissinger)

Takvim yaprakları 4 Kasım 2008’i gösterdiğinde tüm Dünya ekranlarının başına kilitlenip ‘özgür dünyanın en güçlü ülkesinin’ bir siyahi tarafından yönetilmeye başlandığına şahit oldular. Amerikan tarihinde ilk kez bir siyahi, Birleşik Devletlerin topraklarının içinde dahi doğmamış olan biri, ekonomik krizin sarsıntılı günlerinden kurtulmaya çalışan Amerikalıların ülkenin geleceğini emanet ettikleri kişi oluyordu. Barack Hussein Obama, Beyaz Saray’da görevi tarihte adı pek de iyi anılmayacak olan 43. Başkan George W. Bush’tan devralıyor, söz verdiği değişimi başlatmak için iş başına geçiyordu. Şimdi cevabı aranan en önemli soru ise Irak savaşının içinde kaybolmaya yüz tutan Birleşik Devletlerin kaderini çiçeği burnundaki bu başkan değiştip değiştiremeyeceğiydi. Aradan geçen bunca zaman sonra, Obama’nın ilk zorlu görevi olan Irak sorunu onun karnesine nasıl yansıyacaktı?

Önceki yazıda da belirtmeye çalıştığım gibi Obama’yı başkanlığa taşıyan en önemli etken onun söylevlerindeki değişime yaptığı vurguydu. Obama ve onun destekçileri için değişim iç politikadan sağlığa kadar her yerde geçerliydi. Hal böyleyken, bu rüzgarın dış politikayı etkilememesini beklemek çokta akıllıca olmazdı. Obama, daha başkanlığa seçilmeden önce 2007 tarihli Foreign Affairs dergisinin Haziran/Temmuz sayısında ‘Renewing American Leadership’ başlığıyla yayımlanan yazısında Bush yönetiminin 11 Eylül saldırıları sonucuyla gelişen Irak politikasının yanlış bir stratejinin sonucu olduğunu belirtiyor ve ekliyordu:

“Dünya bizim amaçlarımıza ve ilkelerimize olan inancını kaybetti.”

1717245203-Obama-End-Iraq 2

Obama için Irak’taki çözüm basitti. Amerika bölgede bulunan çatışma halindeki Şii ve Sünni gruplar arasında uzun, kalıcı bir barışı sağlayacak olan adımları atmalı ve bölgeden askeri gücünü 31 Mart 2008’e kadar çekmeliydi. Obama bu çekilmenin, yazısında da belirttiği gibi, dikkatlerin İsrail ve Filistin arasında Bush döneminden arta kalan en hafif ifadesiyle anlaşmazlık üzerinde toplanmasına ve kalıcı bir çözümün bulunmasında önemli bir rol oynayacağını düşünüyordu. Peki genç başkan adayı, bu tezinde haklı mıydı? Teori pratiğe uygulandığında ne gibi sonuçlar doğurmuştu?

Bu soruya cevap olarak Stephen Walt, her ne kadar Obama’nın Irak’taki ve diğer çatışmalı bölgelerdeki politikalarını genel olarak başarısız olarak nitelendirse de Irak’taki askeri çekilmenin başarılı bir şekilde tamamlanmış olmasının ve özellikle de onun döneminde Usame Bin Ladin’in etkisiz hale getirilmiş olmasının Obama’nın hanesindeki artılar olarak görüyor. Ona göre başarısızlığın temel nedeni Obama’nın Bush döneminden arta kalan ‘war on terror’ politikasını devam ettirmeye çalışmasıydı. Özellikle bu politikanın sonuçlarından olan insansız hava uçaklarının sınır dışı operasyonlarda kullanımı ve sınır ötesi özel kuvvetlerin kullanıldığı operasyonlar uluslararası kamuoyunun tepkisini çekti. Bu noktada her ne kadar Obama yönetimine yöneltilen eleştirilerin haklı bir tarafı olduğu inkar edilemese de Amerika’nın Irak’taki bu kanlı savaştan o dönem olabilecek en az zayiatla çıktığı da göz ardı edilemez.

Kanaatimce, sonuçları ve etkileri itibariyle, Amerika girmemesi gereken bir savaşa, kendi topraklarına karşı meydana gelen tehditleri önlemek, Kuveyt’e karşı meydana gelen işgali engellemek, demokratik kurumların işlevselliğini tekrar yerine getirebildiği bir Irak inşa etmek gibi sayısız sebeplerden ötürü girdi. Fakat, aradan geçen süre, bu savaşın ne Birleşik Devletlere ne de bölge insanına herhangi bir faydasının bulunmadığını Dünya kamuoyuna, ne yazık ki, kanlı bir şekilde ispat etti.

Obama Irak Savaşı'ndan çekileceğini açıklarken

Obama Irak Savaşı’ndan çekileceğini açıklarken

Bölgeyle alakalı açığa çıkan Wikileaks belgelerinden tutun da Irak savaşında bizzat yer almış Amerikan askerlerinin yaşadığı psikolojik travmaların basına yansıyan hikâyelerine kadar daha bir çok şey gösterdi ki savaşın devamı Amerika’nın siyasi ve ekonomik çıkarları için pek de iyimser bir tablo çizmiyordu. Irak cephesinden bakıldığındaysa durum Birleşik Devletlerinkinden daha da kötüydü. Savaştan önce bulunan merkeziyetçi Baas yönetimi savaşın kaybedilmesiyle dağılmış, başta Saddam Hüseyin olmak üzere birçok Baas partisi mensubu kişi Irak mahkemelerinde yargılanmış, ülke adım adım yaklaşmakta olan bir mezhep savaşının eşiğinde kalmıştı.

Şunu belirtmek gerekir ki, objektif bir gözle bakıldığında, tüm bu olanlardan sonra, Amerika’nın bölgeyi böylesine karışık bir halde bırakıp gitmesi her ne kadar eleştiriye haklı olarak açık olsa da Birleşik devletler için Amerikan ordusunun en az kayıpla bölgeden çekilmesi büyük bir kazançtı. Dümenin başındaki kaptan, Obama, gemisini olabilecek en az hasarla karaya çıkarmıştı. Bu onun ileriki yıllarında rakiplerinin, kendisini en ağır eleştiren muhaliflerin dahi göz ardı edemediği bir gerçek olsa da bu çekilmenin zamanlaması ve arkasında bıraktığı tahribatın büyüklüğü aradan yıllar geçmesine rağmen bölge de hala daha istikrarın önündeki en büyük engellerden biri.

Kaynakça

 https://www.foreignaffairs.com/articles/2007-07-01/renewing-american-leadership

http://foreignpolicy.com/2017/01/18/barack-obama-was-a-foreign-policy-failure/

https://www.theatlantic.com/magazine/archive/2016/12/the-lessons-of-henry-kissinger/505868/

 

 

Leave a Reply