Mektepli hanım kızların marşı
Bize cennet evdir…
Borcum, tehdit altındaysa
Kurtarmaktır vatanımı,
Fakat işim ondan sonra
Olmaktır bir ev hanımı…
Ben de ilim öğrenirim,
Fakat ede demem zindan,
Ayrılamaz derim pirim
Kadın evden, ev kadın
Ziya Gökalp, Yeni Mecmua, 1917
Osmanlı reformcu erkekleri, Tanzimat dönemi ve arkasından gelen 2.Meşrutiyet döneminde, Batı toplumlarıyla uyum sağlayacak yeni bir toplum fikri çerçevesinde kadınların eski zihniyetlerden kurtuluşunu tartışmışlardır. Ziya Gökalp’in gözünden kadın, yukarıdaki alıntıdan da anlaşıldığı üzere, aile bağlamında bir anne, eş olarak ele almıştır. Osmanlı-Türk modernleşme tarihi, modern kadın ve modern ailenin inşası tarihi olarak okunduğunda eğitim sistemimizde, tarih ders kitaplarında eril zihniyetin görmezden geldiği hürleşme hareketleriyle, kadın hakları savunucularıyla karşılaşırız.
Cumhuriyetin 91. Yılının kutlandığı bu günler, Kemalist Devrimlerin getirilerini, yaşanan toplumsal değişimleri kadın merkezli incelemek için bir fırsattır. Erken Türk modernleşmesinin, Geç Osmanlı dönemindeki reformlarla ele alınmasının, “modern, şehirli Türk kadını” imajını anlamada daha sağlıklı sonuçlar vereceğini düşünüyorum. Bu nedenle, ulus-devlet uygulamasına paralel inşa edilen cinsiyet rejimini iki aşamada; 19.yüzyıl Osmanlı kadın hareketleri ve cumhuriyet modernleşmesi olarak inceleyeceğiz. Feminist araştırmaların ortaya koyduğu kadın tarihiyle, Türkiye tarihini yeniden anlamaya çalışacağız. Geç Osmanlı ve erken Türk modernleşmesinin iddia edildiği gibi bir kadın devrimine yol açıp açmadığını, laik hukukun esas alınmasıyla gerçekleşen kadın hakları reformlarının “Türk ulusu”nun yaratılmasındaki etkilerini göreceğiz.
[box_dark]Modernleşmenin Cinsiyeti[/box_dark]
Serpil Sancar, modernleşmeyi en genel tanımıyla insanlar tarafından düzenlenebilir bir toplum olarak açıklamıştır. Modernleşme süreçlerinin toplum-devlet, sivil-siyasal, kişisel-toplumsal gibi farklı alanlara bölerek, sosyal yaşama farklı nitelikler atfederek var olduğunu da eklemiştir. Bu modernlik tarzının insan hayatını; aile yaşamı ve toplumsal yaşam diye bölmesi ve aileyi duygusallığın, manevi gereksinmelerin alanı; toplumu ise çıkarın, çatışmanın, maddi ve kültürel süreçlerin alanı olarak tanımlaması bu yaşam alanlarının cinsiyetlendirilmesine neden olmuştur. Aile alanı dişiliği, toplumsal alan erilliği temsil etmiştir. Modern zihniyet aileyi, toplumsal yaşamın, ekonominin, politikanın dışında bir alan olarak düşünmüştür. Aile, kadın ve çocuklar apolitik varsayılmış, güç ve iktidar ilişkilerinden uzak tutulmuştur. Modern toplumlarda görmezden gelinen, kadınlara bırakıldığı için dişil olarak önemsizleştirilen aile ilişkileri ve bu alan cinsiyet rejimlerinin, egemenliğin yeşerme ve donanım alanıdır.
Bu nedenledir ki, Osmanlı ve Türk modernleşmesinin, aile yapısı ve kadın kimliği göz ardı edilerek incelenmesi eksik kalacaktır. Çoğu sosyal bilimci tarafından ötelenen aile ve kadın odaklı toplumsal ilişkileri, geç dönem Osmanlı Devleti’nde kadın derneklerini ve eğitim sistemi irdeleyeceğiz.
[box_dark]Okul: Kadınlığın Öğrenim Merkezi[/box_dark]
Kamusal yaşama ait görünmeyen kadınların, Osmanlı’da giderek artan görünürlüklerinin yasaklanması, kadınların giysileri hakkındaki kurallar 18.yüzyılın sonlarına doğru farklı stratejilerle değişimini incelemek önemlidir. Osmanlı seçkin çevrelerinin, yeni ve Avrupai bir yaşama evrildiği İstanbul gibi kentlerde, devlet, kadınların kamusal alanlardaki, “ortalık” mekanlardaki varlıklarını yasaklamaktan vazgeçmiş, çıkarılan yeni kararlarla kadınların örtüleri, feraceleri ve gezinti yerleri düzenlenmiştir. 1829 tarihli Kıyafet Kanunu’nda ise kadınlardan bahsedilmemesi, devletin kadınlarla sokaktaki kıyafetler ve gezilecek yerler bağlamında ilişki kurmaktan vazgeçtiğini göstermektedir. Söz konusu kadınlar, üst sınıfa mensup kadınlardır. Elif Ekin Akşit, farklı kadınlık kategorilerine farklı düzenleme stratejilerinin tekabül ettiğini belirtmiştir. Avrupa karşısında gerileyen imparatorluk, sosyal değişimlerde kadına da yer vermiştir; kadın batılılaşmanın simgesi olarak hetero-erkek monarkın izin verdiği ölçüde yaşam alanı bulmuştur.
Osmanlı Devleti, modernleşme sürecinde kadınlarla ilişki kurma tarzında önemli dönüşümleri eğitim politikaları üzerinden gerçekleştirmiştir. 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren, devlet ile kadınların ilişkisi okullaşma ile şekillenmiştir. Mithat Paşa tarafından geliştirilen kadınların eğitilmesi politikası, Kız Sanayi Mektepleri kurma düşüncesini doğurmuştur. Kız Sanayi Mekteğleri, 1865’te Rusçuk’ta kurulmuş, 1869’da İstanbul’da yaygınlaşmıştır. Kız çocuklarının kamusal eğitimi ilk kez orta sınıflara yayılmıştır. Akşit, kız çocuklarına yönelik eğitim stratejisinin, Osmanlı hane sisteminin temelini oluşturan Ekrebiyet kurumu ile paralellik taşıdığını belirtmiştir. Ekrebiyet, erkek ve kız çocuklarının tecridine dayanan hane yapısı içinde, cinsiyet ve yaş hiyerarşisinin önemli olduğu, genç kızların deneyimli kadınlar tarafından ev işlerinden dikişe, cinsellikten sanata kadar değişik konularda eğitilmesini sağlayan kültürel bir kurumdur. Kız Sanayi Mektepleri, bu “kadınlık” eğitiminin devlet eliyle verilmesidir. Kız çocuklarına iyi bir ev kadını ve anne yapmanın bir yoludur. Bu mektepler, haremlerdeki cariye eğitim sistemlerinin ruhunu taşımaktadır. Aralarındaki fark, kız çocuklarının hane-içi eğitimden okul eğitimine modern toplum inşasıyla sıçrama yapmasıdır. Bu okullar, yeni bir modern kadın nesli yaratmanın mimarlarıdır.
[box_dark]Osmanlı Kadın Hareketi[/box_dark]
Yeni Osmanlılar hareketinin paralelinde gelişen kadın örgütlenmeleri, kadınların Osmanlı Devleti’nin uyrukluğuna erkekler gibi eşit hakları olan insanlar olarak kabul edilmeleri talebiyle ortaya çıkmıştır. Bu örgütlenmeler, İstanbul saray çevresine mensup elit kadınların liderliğinde dünyaya İslam kadınlarının da modern bireyler olabileceğini gösterme amacındadır.
1908’de 2.Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük ortamında kadınlar özgürlük ve hak talep ederken, yaşadıkları insan hakları ihlâllerini dile getirmişlerdir. Kadınların kamu yaşamına katılıp görünür olmalarının desteklenmesi, giyim yasaklarının kalkması, aile hayatında çok eşlilik ve erkek isteğiyle boşanma gibi uygulamaların yasaklanması talepleri, hukuk-i nisvan ve kadınlığın tealisi olarak tanımlanıp savunulmuştur. Bu dönemde Şair Nigar, Fatma Aliye, Halide Edip, Nezihe Muhittin ve Emine Semiye gibi kadınlar döneme damgasını vurmuştur.
1908 Devrimi sonrası kadın hakları tartışmasına Demet, Mehasin ve Kadın gibi kadın dergileri ortam sağlamıştır. Osmanlı reformcu basınındaki kadın hakları söylemini, bu kadın dergilerinden takip etmek mümkün olmuştur. Şüküfezar, sadece kadınların çıkardığı ve sahibi kadın olan ilk dergi olarak 1886’da 15 günde bir yayınlanmaya başlamıştır. 1908’de Demet haftalık olarak, Mehasin ve Kadın aylık olarak yayınlanmaya başlamıştır. 1895-1908 arası dönemde 10 adet, 1909-1923 arası 22 adet kadın dergisi çıkmış, Hanımlara Mahsus Gazete 13 yıl, Kadınlar Dünyası 8 yıl aralıksız yayın yapmayı başarmıştır. Serpil Çakır, bu dergilerde, kadın-erkek ayrımı yapılmadan muamele görme arzusu ve kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak için zaten kendilerini yeterince kanıtladıkları ifadesi olduğunu belirtir.
Osmanlı kadın hareketi olarak tanımlanan ve birbirinden farklı bakış açılarını içeren derneklerin ve dergilerin farklı kadınlık savunuları, kadın haklarına farklı bakışları vardır. Öncü kadınlardan biri Hanımlara Mahsus Gazete’yi çıkartan Fatma Aliye’dir.
“Allah insanların erkeğine, dişisine de aynı ihsanda bulunmuştur, kadının gelişimine engel teşkil eden etkenlerden en önemlisi erkeklerdir” diyerek bugün de halâ geçerli olan biyolojik farklılıklar tartışmasını başlatmıştır. Aliye, İslamiyet temelinde kadın haklarını sağlamanın mümkün olduğunu ileri süren görüşün öncü ismidir. Başyazarı Ulviye Mevlan olan Kadınlar Dünyası dergisi ise din, ırk, köken gibi meşrulaştırıcı başak bir referansa gerek görmeden, doğrudan ve bağımsız kadın hakları savunusu yapmıştır. Sadece kadınların yazmasına açık olan tek dergi olan Kadınlar Dünyası radikal olmakla suçlanmıştır.
[box_dark]Mücadeleci Ananelerimiz[/box_dark]
Geç Osmanlı dönemi kadın hareketlerini, Serpil Çakır, “uyanmak, görmek, istemek” olarak özetlemektedir. Mücadele içinde olan kadınların hak talepleri iktidar tarafından, erkek tarafından yazılan tarihte kendine yer bulamamıştır. Kemalist Devrimlerin kadına “bahşettiği” haklar dışında, kadınlıkla ilgili bir söylem erken cumhuriyet tarihinde kendine yer bulamamıştır. Cumhuriyet öncesindeki kadınların feminist farkındalıklarını gördüğümüz bu yazı, Tanzimat Dönemi ve 2.Meşrutiyet’i kapsamaktadır. Bu zaman zarfında verilen kadın hakları mücadelesini elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Unuttuğum, atladığım, ismini yazmadığım, ismini bilmediğim tüm güçlü kadınlardan özür diliyorum. Onlarla gurur duyuyorum.
*Halide Edip bir kadın hakları savunucusu olarak, ikinci yazıda ayrıca ele alınacaktır.