Geçtiğimiz günlerde, İngiliz kabinesinin 1957 tarihli Suriye Krizi’ne yönelik yazışmaları ortaya çıktı. Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinin konuşulduğu bugünlerde, bu belgelerin tarihin tozlu sayfalarından ayrılıp günümüze gelmesi, aslında Rusya’nın Suriye’yle olan ilişkilerini de anlamamız açısından hayati bir öneme sahip. Bu yüzden şimdi sizleri Soğuk Savaş’ın hüküm sürdüğü, darbelerin ve gizli servislerin dünyayı değiştirdiği bir döneme götüreceğim.


Tarihler Eylül 1957’yi gösterdiğinde, Suriye yine, tıpkı bugünkü gibi uluslararası gündemin bir numaralı konusuydu. İngiltere’nin çok gizli yazışmalarının ortaya koyduğu üzere İngiliz yönetimi, ABD’nin Suriye’deki rejimi değiştirme yönündeki politikasından ve bunun muhtemel sonuçlarından oldukça rahatsızdı. Üstelik İngilizler, dönemin Sovyet yönetiminden bu rejim değişikliğine yönelik sert tepkiler geleceğini, böylesi bir durumun iki süper güç arasında Suriye üzerinden bir savaşa dahi sebep olabileceğini düşündüklerini vurguluyorlardı.

Nikita Kruşçev

Nikita Kruşçev

Sovyetlerin o dönemki lideri Nikita Kruşçev, Batı destekli rejim değişikliğini olabilecek en yüksek perdeden protesto etmiş, hatta Suriye’yi savunmak için askeri müdahalede bile bulunabileceklerini ima etmişti. Bununla bağlantılı olarak da İngiliz otoritelerinin en büyük endişesinin Sovyetlerin atom bombası tehdidiyle karşılaşmak olduğu, yazışmalardan anladığımız bir diğer önemli gelişme. Öyle ki İngilizler, Suriye’deki rejim değişikliğine yönelik aleni bir destek gösterisinde bulunmaktan sırf bu sebeple kaçınmışlar. Ne de olsa böylesi bir tehdit, sadece bir yıl önce, Süveyş Kanalı’nın Mısır tarafından millileştirilmesi sonrası patlak veren krizde, İngiliz tarafının geri çekilmesine sebep olmuştu. Bu bağlamda, Mısır’ın egemenlik mücadelesini destekleyen Suriye yönetimi de şimşekleri üzerine çekmişti. Suriye’ye yönelik rejim değişikliğinin sebeplerinden birinin de Mısır’a verdiği bu destek olduğu söylenebilir. Ama bu krizde de Ruslar, kırmızı çizgiyi çekmeyi ve ona sadık kalmayı bildiler diyebiliriz.

Peki, bilmeyenler için Suriye’de aslında ne oldu? Ağustos 1957’de Suriye ordusu, ülkenin istihbarat kuruluşu Muhaberat’ın başkanının ofisine yürüdü. İddiaya göre istihbarat başkanı, ülke yönetimini devirmek için CIA ile gizli bir anlaşma yapmış ve para karşılığı, rejimi devirmeyi kabul etmişti. Bu skandalın patlak vermesi üzerine ABD ve Suriye, karşılıklı olarak diplomatlarını çektiler. Bunu takiben, ABD skandalın iç yüzünü araştırmak yerine, Suriye’nin komşularını ve Bağdat Paktı’nın üyelerini saldırgan bir tavırla baskı altına alarak Suriye’ye karşı bir savaş koalisyonu oluşturdu.

Başkan Eisenhower

Başkan Eisenhower

Üstelik bu Suriye’deki rejimi değiştirmeye yönelik ilk atak da değildi. Başarıya ulaşmayan ilk plan, 1949 tarihliydi. CIA’in “Operation Straggle” adını verdiği 1956 tarihli ikinci plan da, Süveyş Krizi dolayısıyla suya düştü. Zira şartlar dolayısıyla ABD, arabulucu rolünü üstlenmek zorunda kaldı. Zaten İngiltere, Fransa ve İsrail’i bağımsız bir Arap devleti olan Mısır’a saldırmakla suçlayan ABD’nin, bunun hemen arkasından Suriye’de örtülü bir operasyona girişmesi, uluslararası çevrelerde hoş karşılanmazdı. Bu sebeple, Suriye hakkındaki plan ertelenmek durumunda kaldı. Ancak Suriye ve Mısır’ın Sovyetler ile kurdukları iyi ilişkiler bir yana, Soğuk Savaş’ta tarafsız ülkeler safında bulunması, ABD’yi huzursuz ediyordu. Zira Amerika’nın Orta Doğu dış politikasını şekillendiren Başkan Eisenhower, tarafsız hareketi zayıflatmanın ve tarafsızları “Batı ruhuna uygun” hale getirmenin öneminden bahsediyordu. Bu sebeple Suriye, kesinlikle ilk hedefti. O yüzden harekât, önce psikolojik safhada başlatıldı. Komünist ideolojinin kötülüklerinin Suriye toplumuna empoze edilmesi ve bu sayede, Suriye’de Amerikan yanlısı bir atmosferin yaratılması için kollar sıvandı.

Deane Hinton

Deane Hinton

Öte yandan Mısır’la yaşanan krizin anıları daha tazeyken Suriye’de böyle bir propaganda yapılmaya başlanması, gizli belgelerin ifşa ettiği üzere, İngilizleri pek memnun etmemişti. Çünkü İngilizler, bu şartlar altında Suriye’nin ABD, İngiltere ve Fransa’nın çıkar çatışmalarının ortasında kalmış bir kurban olarak görüleceğini düşünüyorlardı. İsrail ve petrol şirketlerinin çıkarlarını korumak adına Suriyeli Arap milliyetçileriyle karşıt görüşlülerin birbirlerini boğazlamalarına göz yumdukları suçlamasıyla karşılaşacaklarının farkındaydılar.

Üstelik böyle düşünen sadece İngilizler de değildi; Suriye’de görevli Amerikalı bir diplomat, Deane Hinton, bunun yapılmış en aptalca ve sorumsuz hareketlerden birisi olduğunu belirterek sonrasında ortaya çıkacak olan sonuçların önünün alınamayacağını belirtiyordu. Tüm bunları göz önüne aldığımızda, bugün yaşananlarla belli benzerlikler görmek pekâlâ mümkün. 1957’de Amerikalıları istedikleri gibi hareket etmekten alıkoyan, Sovyetlerin derhal karşılık vereceklerine yönelik tehditleriydi. Öyle ki gizli bir İngiliz protokolünün belirttiği üzere, Sovyetler tarafından gelmesi muhtemel karşılıklar şu şekilde listelenmişti:

-Suriye’ye yapılan silah satışı arttırılabilir.

-Sovyet gemileri Akdeniz’e çıkabilir.

-Suriye’ye artan sayıda teknik destek sağlanabilir.

-Sovyet Hava Kuvvetleri, Suriye üzerinde uçuş gerçekleştirebilir.

Hill_PutinSyria1_6301957’de Rus tarafının ciddi bir tavır sergilemesi, Suriye açısından ciddi önem arz eden bir konuydu. Öyle ki bu sayede kriz ortamı Kasım 1957 itibariyle sakinleşmiş durumdaydı. Bugün yaşadığımız kriz ise biraz daha derin ve çetrefilli olmakla birlikte 1957 Krizi’yle ciddi benzerlikler gösteriyor. Bu bağlamda tarihin kendini tekrar ettiğini söylemek mümkün. Ne diyelim, umarız ki tarih çözüm konusunda da kendini tekrar eder ve bu kasım, Suriye Krizi için gerçekçi bir çözüme giden yolun başlangıcı olur.


[box_light]Kaynakça[/box_light]

http://akademikperspektif.com/2012/09/17/1957-suriye-buhrani-ve-2011-suriye-krizi/

http://sputniknews.com/analysis/20151030/1029356237/secret-uk-papers-syria-russian-role.html

http://www.e-tarih.org/soguksavas/?sayfa=8.749304.2196327.0.0.php&1957%20Suriye%20Buhran%FD

Leave a Reply

1 comment

  1. Rıza ÇETİN

    Güncel, can alıcı, kısa ve öz yazılmış. “Neden ülkem bu konumda?” sorusunu akla getiriyor. Yönetenler bilmiyorlar mı? Ya da bizim bilmediğimiz ne? Geçmiş olayları kullanarak okuyucuyu istediği potaya sürüklüyor ve yazar çok başarılı.