Serinin önceki yazısı için:
-İskender’den Önce Dünya-X: Yakub’un Evlatları-I
Kitab-ı Mukaddes’e göre Musa’nın doğduğu yıl firavun rüyasında İsrailoğulları arasından çıkacak bir çocuğun saltanatına son vereceğini gördü. Tedbir olarak o yıllarda İsrailoğullarından doğan tüm erkek çocukları öldürttü. Musa’nın annesi, çocuğunu kurtarmak için Musa doğunca onu bir sepete koyarak Nil nehrine bırakmış, bebek Musa sarayın yanına kadar beşikte yüzmüştü. Sarayın hanımı bebek Musa’yı bulmuş ve ona “ Mōšeh” ismini vermişti (Çıkışlar 1:10). Bu hikaye arkeolojik bulgular arasında Akkad kralı Sargon’un doğumunu anlatan tabletlerde bulunmuştur. Bu tabletler Kitab-ı Mukaddes’in Musa olarak anlattığı kişinin Akkad krallığının kurucusu Büyük Sargon olduğunu düşünmemiz pek mümkün değildir. Çünkü Musa, Mısır’da Yeni krallık dönemde(MÖ 1549-1069) yaşadığı tahmin edilmekteyken Akkad kralı Sargon MÖ 2334-2279 yıllarında Güney Mezopotamya’da krallık yapmıştı. Sonuç olarak buna benzer hikayeler Antik Yakın Doğuda anlatılmaktaydı (Bordreuil ve diğerleri, 220). Musa hakkında ikinci arkeolojik bulgu Mısır dilinin çözülmesinden sonra ortaya çıktı. Musa kelimesini etimolojik olarak incelediğimiz zaman İbranice(Muşe) manası “Sudan Kurtarılmış” şeklindedir. Ancak hikâyeye göre Mısırlı kraliyet ailesine mensup kişilerin Musa’ya köle kavim olan İbranilerin kullandığın bir dilde isim vermesi düşünülemez. Bu nedenle Musa ismi antik Mısırca olması gerekiyordu. Son 100 yılda yapılan filolojik çalışmalar Musa kelimesinin antik Mısırca manasının “Doğan, çocuk” olduğunu söylemektedir (Burnside, 116). Bu açıklama akla daha yatkın gözükmektedir. Belki de Firavun’un hanımı Musa’yı sudan çıkınca bu ismi vermiş olabilir. Derken Musa sarayda büyümüş ve halkının çektiği acıların farkına varır hale gelmişti.
Kitab-ı Mukaddes’e göre bir gün Rab, Musa ile Tur dağında konuşmaya başladı. “Sonra Tanrı şöyle dedi: “Ben Yehova’yım. İbrahim’e, İshak’a ve Yakup’a Mutlak Güce Sahip Tanrı olarak göründüm, fakat Kendimi onlara Yehova ismimle tanıtmadım. Kenan topraklarını, yabancı olarak oturdukları gurbet diyarını onlara vermek için kendileriyle ahit yaptım.””(Çıkışlar, 6:2-4) Artık Rab’in bir ismi vardı. İbrahim, İshak ve Yakup’a söylemediği adını Rab, Musa’ya söylüyordu. Onun adı Yehova(Yahwe) olacaktı. Musa’dan sonra Kitab-ı Mukaddes rivayetlerinde Rab’bin ismi daha da çeşitlenecek İsa’nın Yeni Ahid reformuyla Rab(Lord) birçok isim ve sıfata sahip olacaktı. İslam ise Rabbin(Allah) 99 isminin olduğunu ancak bunlarla da sınırlı olmadığını iddia eder. Rabbin(Allah) isimlerini ve sıfatlarını 1000’e kadar çıkaran İslam metinleri vardır (Al-Jawshan Al-Kabir).
Yehova, Musa’ya iki görev vermişti. Bunlardan ilki şımarmış Firavun’u uyarmak, ikincisi ise İsrailoğullarını esaretten kurtarmaktı. Kitab-ı Mukaddes’te Musa ve Firavun’un arasında geçen olaylar uzun uzun anlatılır (Çıkışlar 1-14 ayrıca Kasas ve TaHa). Derken bir gece tüm İsrailoğulları evlerinden gizlice çıktılar. Mısır’dan ayrılan İsrailoğulları Sina çölüne vardılar. Bu topluluğa İbrani deniyordu. İbrani(Hebrew, He-Ivrit) kelimesinin kökeni Antik Mısır dilinin çözümlenmesi ile tartışma konusu olmaya başladı. Akhenaton’un yönetiminde Mısır Amarna şehrinde birçok kayıt tutmuştu. Bu kayıtlarda Apiru/Habiru olarak adlandırılan bir gruptan bahsetmektedir. Bu grup hiçbir ülkeye bağlı olmayan yaşayan vatanı-milleti olmayan halk manasında kullanılıyordu. Birçok uzmanın İbrani(He-Ivrit) kelimesinin Apiru kelimesinden geldiğini düşünmektedir (Mendenhall, 55). Artık İsrailoğulları vatanı-milleti olmayan bir halk haline gelmişlerdi. Peki İbranilerin Mısır’dan çıkışı ne zaman olmuştu?
İbranilerin Mısır’dan çıktığına dair elimizde arkeolojik kanıt yoktur. En erken arkeolojik kanıt Kahire müzesinde sergilenen Merneptah dikilitaşıdır. Bu dikilitaş “İsrail Dikilitaşı” olarak da bilinir. Dikilitaş, Menpetah’ın, hâkimiyetinin 5 yılında(MÖ 1208) Libyalı-Deniz Halkları koalisyonunu bozguna uğratışı üzerine dikilmiştir (Mendenhall, 73). Bu dikilitaşa göre Merneptah Deniz kavimleriyle beraber “İsrir/İsrail” halkını da yendiğini şöyle anlatmaktadır: “İsrail harap oldu, tohumları değil; Hurru Mısır’ın duludur şimdi” (ANET, 378). Bu ibare birçok manaya gelebilir. Birinci manaya göre İsrail/İbraniler çoktan Mısır’dan çıkmışlardır, Merneptah de Mısır’da olmayan bir kavmi yenmiştir. İkinci manaya göre ise Merneptah birçok diktatörün yaptığı gibi kendi halkından bazı gruplara soykırım uygulamaktadır. Sonuç olarak denilebilir ki Merneptah’ın babası II. Ramses( MÖ 1279-1213) zamanında veya Merneptah (MÖ 1213-1203) zamanında İsrailoğulları Mısır’dan çıkmış olabilirler. Eğer Kitab-ı Mukaddes anlatıları doğru ise İsrailoğullarının çıkışı ardından Mısır’da kargaşalar çıkmış ve Firavun ölmüştü. Bu nedenle Merneptah dönemi ardından gelen Deniz Kavimleri göçü Mısır’ı karanlık bir döneme soktuğu için söz konusu Firavun’un Merneptah olması daha muhtemeldir (Mendenhall, 75). Sonunda İbraniler Mısır’dan çıkmış ve Sina çölünde mahsur kalmışlardı.
Musa önderliğinde Sina çölünde yaşamaya başlayan İbraniler bir toplum olmaktan çok uzaklardı. Sanılanın aksine ilk İbraniler aynı aileye veya ırka sahip insanlar değillerdi (Mendenhall, 107). Tek ortak özellikleri Rab Yehova(Yahwe)’ye tapmalarıydı. İbranileri bir toplum haline getiren şey ise 10 emir(Taahhüt/Commitment veya Dekalog) olmuştu. Musa’ya Yehova tarafından Sina dağında verildiğine inanılan yasa kitabı(Tora) bu Dekalogları içermekteydi. Tesniye 5. Babda sıralanan bu 10 emir İbrani(Apiru) kalabalığını bir toplum haline getirecek anayasa hükmündeydi (Assman). Burada 10 emirin içeriğini tartışmaya açmayacağız ancak bu 10 emrin siyasi değil ahlaki yükümlülükler olduğunu söylemekle yetinelim (Tesniye 5: 1-33 ayrıca Kuran’da bu 10 emir çıkartma ve ekleme yapılarak tekrarlanmıştır bkz. İsra: 22-39 ve En’am:151-153). Musa 10 emirin yazılı olduğu tabletlerle beraber İbranilerin arasında döndüğünde onları altın bir öküze tapar bir halde buldu (Çıkışlar 33).
Musa, Sina dağından İbranilerin arasına döndüğünde İbranilerin bazılarını Yehova’yı bırakmış altın öküze tapar halde bulunca köpürmüş, halkına kızıyordu. Aslında bu altın öküz, ilah olarak Mısır’da tapılan Apis tanrısından başkası değildi. Bu olay İbranilerin içlerindeki çok tanrıcı(politeist) inançların kökleştiğini gösteriyordu. Tanrı Yehova(Yahwe) bu fiillerinden dolayı onları lanetlemiş ve 40 yıl boyunca Sina sürgüne mahkûm bırakmıştı. Kitab-ı Mukaddes’e göre bu 40 yıl içinde İbraniler hiçbir halk ile temasa geçmeyecek ve burada Yeşu(Yuşa) ve Kaleb(Kilab) gibi Musa’nın öğrencileri yetişecekti.
Rab Yehova Musa’ya Kenan topraklarına yerleşmeyi vaad edilmişti.40 yıl tamamlanmış ve Musa vaadedilmiş toprakların fethi için işe koyulmuştu. Ancak Tora kitabının sonu vaad edilmiş toprakların fethini haber vermeden Musa’nın öldüğünü haber vermektedir. Musa’nın kaldığı yerden Yeşu işleri devralacak ve Kitab- Mukaddes’e göre çok çetin mücadeleler sonucunda İbraniler Kenan’ı fethedecek, buraya yerleşeceklerdi. Ancak arkeolojik kanıtlar bu fetih hareketinin Kitab-ı Mukaddes’te olduğu şeklinde meydana geldiği izlenimini vermez.
Musa ve İbranilerin Mısır’dan çıkmış ve 40 yıllık Sina sürgününden sonra Kenan’a yerleşmişlerdi. Ancak Kitab-ı Mukaddes’in anlatılarının zıddına Kenan ve Levant’taki arkeolojik araştırmalarda 2. milenyumun sonuna rast gelen büyük bir yıkım bulunamamıştır. Bu nedenle araştırmacılar İbranilerin/İsrailoğullarının Kenan’ı fethi konusunda çeşitli ihtimaller sıralamaya itmiştir. Bunlardan birine göre İsrailoğullarının Kenan’ı fethi, 40 yılın ardından Kenan’daki siyasi boşluğu değerlendirerek MÖ 1200’lü yıllarda Kenan’a yerleşmeleri şeklinde olmuştu (Mendenhall, 114). Başka bir görüşe göre ise 40 yıllık Sina sürgünündeki İsrailoğullarından Yeşu ve Kaleb hariç kimse Kenan’a girememiş, ancak İbraniler ile Kenaniler arasında bir inanç takası olmuştu. Yani fetih Musa’nın Rabbinin(Yehova’nın) fethiydi. Kenan’da yaşayan Sami halkları tanrı Yehova’ya(Yahwe) tapar hale gelmişlerdi (Dever, Nova). Gerçekten de Kitab-ı Mukaddes Kenan’a giren Yeşu’dan başka kimseden bahsetmez. Kenan’ın fethi arkeolojik olarak daha tespiti tam yapılamamış bir mesele olarak durmaktadır.
İbraniler için yeni bir dönem başlamıştı. Vaadedilmiş topraklara yerleşen İbraniler burada tanrı Yehova’ya özgürce ibadet edeceklerdi. Kitab-ı Mukaddes bu dönemi “Hakimler” dönemi olarak adlandırıyordu. Çünkü bu dönemde kralları olmadan 12 kabile(grup) halinde yaşıyorlardı. Hâkim adı verilen bazı öğütçü insanlar halk arasında düzeni sağlamaya çalışıyorlardı (Durant, 29) . Kitab-ı Mukaddes’e göre Sina Ahdine harfiyen uyan İbraniler arasında büyük sıkıntılar meydana gelmiyordu. 12 kabile Rabbin hükümranlığı altında yaşadıklarına inanıyorlardı. Modern araştırmacılar bu 12 kabilenin ortak kan, etnik, kültürel miras veya müşterek ekonomiye sahip olmadıklarını düşünmektedirler (Mendenhall, 107). Bu 12 grubu birleştiren şeyin ortak inanç olduğunu ileri sürerler. Her bir İbrani Sina ahdinin etrafında birleşiyor ve ortak bir atmosferde yaşıyordu. Peki Sina ahdine onları bağlayan şey neydi? Mendenhall’a göre bu Rab Korkusuydu(İbranice: yir’at YHWN) (111). Eğer İsrailliler Sina ahdine uyarlarsa her şey yolunda gitmeye devam edecektir. Ancak İsrailliler Sina Ahdine aykırı davranırlarsa Yehova(Yahwe) İsrail’in başına musibetler gönderecek, babanın suçunu üçüncü veya dördüncü nesilden soracaktı (Çıkışlar 20:5). Antik İsraillilerin bu “Rab Korkusu” fikrinde ahiret düşüncesini sezemiyoruz. İsa’nın reformuyla ortaya atılan Yehova’nın adaletini mutlak ortaya çıkaracağı adalet günü antik İsrail inancında yoktu veya çok zayıftı (Matta 25:46, Luka 12:5, Yuhanna 3:36). Antik İsrail inancındaki Rab Korkusu daha çok Japon Şintonizm inancına yakındı. Yani Şinto’ya iman edene Şinto iyi şans verecek, onu reddedenin şansı yaver gitmeyecekti. Antik İsrail’de ahiret inancına tekrar döneceğimiz için burada kısa kesiyoruz.
İsrailliler Yehova’nın hükümranlığında barış içinde yaşarken Deniz Kavimleri Levant kıyılarına ulaşmış İsrailoğullarını rahatsız etmeye başlamışlardı. Musa’nın kutsal emanetlerini içeren Ahit Sandığı’nın(Tabut-u Sekine) deniz kavimleri tarafından çalınması bardağı taşıran son damla oldu (Samuel-II 6-7). İsrailliler peygamberleri olan Samuel’in yanına gelerek Yehova’nın onlara bir kral göndermesini istemişti. Bu talep üzerine Samuel İsrail halkını uyarmış, kral talebinin ardından savaşların eksik olmayacağı ve diğer milletler gibi olacaklarını onlara hatırlatmıştı ( Samuel-I 8:11-18 ayrıca Bakara 246). Gerçekten de Samuel’in dediği gibi MÖ 1050 gibi deniz kavimleri ve İsrailliler arasında Ebenezer savaşı meydana gelmiş ve bu savaşta komutan olan Saul(Talut) daha sonra İsraillilerin ilk kralı olmuştu. İsrailliler 12 kabile/grup konfederasyonundan monarşiye geçiş yapmışlardı.
Saul(Talut) (MÖ 1050-1000?), İsraillilerin ilk kralı olmuştu. Yehova’nın 10 emri artık bir devletin hukukunu uluşturuyordu. Antik İsrail dini devletleşmişti. Saul’un(Talut) dahi uyması gereken Yehova’nın kuralları vardı. Ancak ileride göreceğimiz gibi daha sonraki yıllarda bu anlayış devletin dini şeklinde değişicekti. Kitab-ı Mukaddes uzmanı George Mendenhall bunu Yehovacılar ve Yehovistçiler arasındaki çatışma olarak resmeder. Bir tarafta Yehova’nın yasa kitabına(Tora) bağlı Yehovacılar, diğer tarafta devletin resmi dinine tabi Yehovistçiler vardır. Devletin yasa kitabına(Tora) göre yönetildiği dönemde bu iki grup arasında çatışma çıkmamıştı, ancak erken dönem monarşi sonrasında bu durum büyük bir problem haline gelecekti. Bu tartışmayı erken dönem sekülerizm tartışması olarak da görebiliriz. Yehova’nın hâkimiyetinden kralların hâkimiyetine geçen İsrailliler için bu problem çok uzun yıllar daha devam edecekti. Yehovacılar tarafından kaleme alındığı düşünülen Kitab-ı Mukaddes’in yazarları Krallar 1 ve 2’de İsraillililerin krallarını sürekli eleştirmiş ve onları bazen hainlikle suçlamışlardı. Krallar, Yehovacıları kısa bir süre hariç hiç memnun etmemişti.
Saul’un(Talut) ardından Davud İsrail’in kralı olmuştu. Tüm İsrail’in kralı olduktan sonra Davud, Kudüs’ü ele geçirmişti. Kudüs şehri İsrail’in fethinden önce “Yeruşalem” olarak adlandırılıyordu. Tanrının(Şalem) şehri manasına gelen bu kelime günümüzde dahi kullanılmaktadır(İng. Jerusalem Arapçadaki “Daru’l Selam”(Emniyet Memleketi) kelimesinden de geliyor olabilir). Davud, yeni ülkenin başkentini Kudüs’e taşıdı. Kudüs o çağda(günümüzde olduğu gibi) birçok kültürü içinde barındıran bir şehirdi. İsrailliler için yeni bir dönem başlamıştı. Kudüs’te Yebusiler adında Yehova’yı ilah edinmeyen yerliler ile fetihle beraber Kudüs’e gelen İbraniler Davud’un hâkimiyetinde beraber yaşıyorlardı. Davud ile Rab Yehova yeni bir ahit daha yapmıştı. Kitab-ı Mukaddes bu ahidi şöyle anlatır: “Sen dedin ki, “Seçtiğim kulumla bir ahit yaptım; Kulum Davut’a yemin ettim: Senin soyunu devirler boyu sürdüreceğim. Tahtını nesiller boyu pekiştireceğim.””(Mezmurlar 89:2-4). Sina ahdine zıt olarak bu ahit sadece ahlaki taahhütleri içermiyor, aynı zaman siyasal taahhütleri de içinde barındırıyordu. Sina ahdi İbranileri bir toplum haline getirirken, Davudi ahit İsrail devletinin anayasası gibi görev görmüştü. İsrail devletinin Antik Yakın Doğu devletlerinden eksiği kalmamıştı.
Davud’un ardından tahta en küçük oğlu Süleyman geçmişti. Kitab-ı Mukaddes’te Yehova’dan “hokmah(hikmet)” talep ederken Süleyman’ı görmekteyiz. O şöyle der:” Tanrım Yehova, şimdi bu kulunu babam Davut’un yerine kral yaptın; fakat ben daha çocuğum, neyi nasıl yapacağımı bilmiyorum. Bu kulun Senin seçtiğin halkın, sayılamayacak kadar büyük bir kalabalığın önünde duruyor. Senin halkına hükmedebilsin, doğruyu yanlışı ayırt edebilsin diye kuluna itaatli bir yürek ver. Yoksa Senin bu halkına hükmetmenin, zorluğuna kim dayanabilir?” (Krallar-I 3:7-9). Yazarlara göre böylece Yehova, Süleyman’ın duasını kabul etmiş ona bilgelik ve büyük bir saltanat vermişti. Gerçekten de Süleyman, İsrail krallarına göre en geniş toprakları yöneten kişi olmuştu. Ancak arkeolojik araştırmalar Süleyman’ın Kitab-ı Mukaddes’in çizdiği kadar büyük sınırları yönetmediğini göstermektedir. Büyük ihtimalle Fırat nehrinin batısında kalan Dımeşk’tan(Şam) Levant kıyılarına kadar olan bölgeyi yönetmişti. Ayrıca sanılanın aksine Süleyman dönemi savaşlarla değil diplomatik girişimlerle geçmiş. Onun saltanat yılları barışın hakim olduğu bir dönem olmuştu. Kitab-ı Mukaddes Krallar-I’de Süleyman’ın eşlerinin çok olmasından sakınmıştır. Aslında Süleyman’ın eşleri antik Yakın Doğu diplomasi adetlerinden birini bize hatırlatır. Antik çağda(antiquity), krallıklar aralarındaki ilişkileri geliştirmek için saraylarından bazı kadınları diğer krallara gönderirlerdi. Bu kadınlar gittiği ülkede, geldiği ülkenin elçisi görevini görürdü. İşte Süleyman’ın eşleri de bu diplomatik vazifeyi görüyor olabilirler (Mendenhall, 164 vd.). Kitab-ı Mukaddes’in üstünde durduğu ikinci mesele ise Kudüs’teki Süleyman mabedidir. Süleyman Kitab-ı Mukaddes’te şöyle konuşur: “Ben de Tanrım Yehova’nın ismine bir ev yapmayı düşünüyorum; Yehova, babam Davut’a ‘Senin yerine tahtına oturtacağım oğlun, Benim ismime evi o yapacak’ diye vaat etmişti.” (Krallar-I 5:5). Gerçekten de Süleyman Sur kralı Hiram’dan yardım alarak Kudüs’te Yehova (Yahwe) adına bir tapınak inşa etmişti. Antik Yakın Doğunun her yerinde görülen tapınak artık Kudüs’te de vardı. Ancak bu tapınak diğerlerinden farklı olarak paganist heykeller içermiyordu. Babil kralı II. Nebukadnezzar tarafından yıkılan Süleyman mabedinden günümüze hiçbir iz kalmamıştır. Günümüzde Yahudilerin ağlama duvarı olarak kullandıkları duvar ise sürgün sonrası yapılan tapınaktan kalan duvardır. Tapınaktan başka Süleyman sarayını ve şehrini de güzelleştirmiş, İsrail medeniyetini kurmuştu. Gerçekten Süleyman’ın saltanatı uzun bir barış ve medeniyet dönemi olmuştu. Ancak tapınak ve saray inşası vergilerin yükseltilmesine sebep olmuştu. Vergiler kuzeyli kabilelerin ekonomisini sarsmıştı. Süleyman’ın ölümünün ardından MÖ 922 yılında kuzeyli kabileler yeni kral Rehoboam’a isyan ederek Davud hanedanlığından ayrıldılar. İsrail veya Efrahim adında Samariye başkentli yeni bir krallık kurdular. Davud’un hanedanlığı Yahuda ismiyle güneyde hâkimiyetine devam etti. Böylelikle İbrani krallıkları ikiye bölünmüş oldular.
İlk krallar dönemini kapatmadan önce arkeolojik önemli bir tartışmaya değinmeliyiz. Kitab-ı Mukaddes araştırmacıları Davud ve Süleyman’ın hükümdarlığı konusunda ayrılığa düşmüş durumdadırlar. Kimi yazarlara göre Süleyman ve Davud hiçbir zaman yaşamamıştı. Süleyman ve Davud, ayrılığa düşmüş İsrail krallarını birleştirmek için uydurulmuş figürlerdi. Büyük bir saltanatın ardından Süleyman ve Davud arkeolojik olarak hiçbir şey bırakmadan gitmiş olamazlardı. Diğer yazarlara göre ise Davud ve Süleyman gerçekten yaşamış hükümdarlardı, kısıtlı da olsa Davud ve Süleyman’ın hükümdarları delil teşkil edecek arkeolojik kalıntılar bulunmuştur. Bu yazarlar 1993 yılında bulunan “Davud’un Evi” yazılı kitabeler gibi bazı bulguların Kitab-ı Mukaddes rivayetlerini doğrular olarak bulmaktadır. Süleyman ve Davud yaşasın veya yaşamasın, Antik İsrail halkının zihninde ideal kral olarak Süleyman ve Davud her zaman var olmuştu.
Devam edecek…
Bir sonraki yazı: İskender’den önce Dünya-XII: Yakub’un Evlatları-III
Kaynakça
1. Mendenhall, George E.. Antik İsrail İnancı ve Tarihi: Kitab-ı Mukaddes Bağlamında Bir Giriş. Çev: Mia Pelin Özdoğreu. İnsan Yayınları. 2016. İstanbul
2. Durant, Will. Yahudi Tarihi. Çev: Sami Samit Karaman. İnkılab Yayınları. 2013. İstanbul
3. Durant, Will. The Story of Civilization, Vol-I:Our Oriental Heritage. Simon and Schuther Publication. New York. 1954
4. Prof. Dr. Pierre Bordreuil, Prof. dr. Françoise Briquel-Chatonnet, Prof.Dr. Cecile Michel ve diğerleri. Tarihin Başlangıçları: Eski Doğu Kültür ve Uygarlığı. Alfa Yayınları. İstanbul. 2015
5. Prof. Dr. Memiş, Ekrem. Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi. Ekin Yayınevi. Bursa. 2015
6. Kitab-ı Mukaddes, Yeni Dünya Çevirisi. Jehova Watcher. 2008
7. Kuran-ı Kerim Açıklamalı Meali. Diyanet Vakfı Yayınları Yayınları. 2018
8. Köksal, Mustafa Asım. Peygamberler Tarihi. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Ankara.1990
9. Prof. Dr. Hornung, Eric. Mısır Tarihi. Çev: Zehra Aksu Yılmazer. Kabalcı Yayınları. 2017. İstanbul
10. Prof Dr. Hornung, Eric. Mısırbilimine Giriş. Çev: Zehra Aksu Yılmazer. Kabalcı Yayınları. 2014. İstanbul
11. Prof. Dr. Freeman, Charles. Mısır, Yunan ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları. Çev: Suat Kemal Angı. Dost Yayınları. 2018. Ankara
12. Prof.Dr Assman, Jan. Mısırlı Musa Batı Tektanrıcılığında Mısır’ın İzleri. Çev: Bozkurt Leblecioğlu. İthaki Yayınları. 2016. İstanbul
13. Prof.Dr Assman, Jan. Exodus and Memory: Remembering the Origin of Israel and Monotheism. Exodus Conferance, San Diego
14. Çığ, Muazzez İlmiye. Sümer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre İbrahim Peygamber. Kaynak Yayınları. İstanbul. 2017
15. Çığ, Muazzez İlmiye. Sümerde Tufan, Tufanda Türkler. Kaynak Yayınları. İstanbul 2015
16. Meriç, Cemil. Işık Doğudan Gelir. İletişim Yayınları. 2008. İstanbul
17.Prof. Dr Dever, William. Archeology of the Hebrew Bible. published in www.pbs.org. posted 11.08. 2018
Resim Kaynakçası
- http://www.keyway.ca/htm2018/20180116.htm
- https://wol.jw.org/tr/wol/d/r22/lp-tk/1102003104
- https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Dosya:Rembrandt_-Moses_with_the_Ten_Commandments-_Google_Art_Project.jpg
- http://uncyclopedia.wikia.com/wiki/Ark_of_the_Covenant
- http://www.patheos.com/blogs/filmchat/2015/01/exodus-gods-and-kings-coming-to-blu-ray-in-march-plus-new-behind-the-scenes-photos.html
- https://tr.pinterest.com/pin/344806915210162232/