Ankara’nın ne denli denize kıyısı yoksa bir Ankaralı’nın gönlü de genelde o denli deniz kıyılarına kayar. Hafif bir meltem eşliğinde burunlara gelen deniz kokusuna, martıların ahenkli çığlıklarına ve seyirlik boğaz manzarasına kolay kolay karşı koyamaz denize kıyısı olmayan şehirlerin insanları. Evet, deniz dalgaları güzel tınılar fısıldar kulağınıza, boğaz manzarası gönlünüzün pencerelerini sonuna kadar açar belki ama o hiç şans vermediğiniz şehrin ara sokakları gönül koymaz mı size? Bu yüzden, her ne kadar denize göz kırpmıyor olsalar da İstanbul’un ara sokaklarını arşınlamaktan hiç vazgeçmem.
İşte Arnavutköy’de denizin sessiz çağrılarına karşı koyup ara sokakları arşınladığım bir günde keşfettim Arnavutköy’ün bohem çocuğu Kavanoz İstanbul’u da. Dışarıdan bakıldığında öyle çok da içeriye buyur eden bir havası yoktu aslında. Hatta o tılsımlı günleri geçmişe mazi olmuş bir çiçekçiyi andırıyordu daha çok. Muhtemelen pencere pervazına iliştirilmiş tentesi ve menüsü olmasa buranın bir cafe olduğunu bile anlayamazdık.
Sizi buraya getirebilecek tesadüfi olaylar zincirinin seyrini bir kenara bırakıp gelelim mekanın kendisine. Mekana girdikten sonra çiçek buketlerinin arasından yol alıp bambaşka bir dünyaya aralanan kapılardan geçerek o gizemli bahçesine vardığınızda kalan çoğu şeyin teferruat olduğunu hissediyorsunuz aslında. Özellikle de benim gibi “eskimiş” değil ama eski ve bohem ruhlu mekanlara bayılıyorsanız. Kavanoz İstanbul da zaten “Eskimeyen Eskiler” mottosuyla çıkmış bu yolculuğa. Eski ama hiç de eskimemiş objelerin kıyısına kurulmuş bir set mutfak ve birkaç masadan oluşan küçük ve oldukça samimi bir yer aslında burası. Ama burada o fütursuzca dizilmiş, sıkış tıkış mekanların huzursuz “samimiliğini” değil, “biz bize” olmanın rahatlığını hissediyorsunuz daha çok. Zaten çalışanlar da siz içeride otururken bir koşu markete gidip gelecek kadar size ait hissettiriyor mekânı. Misafir gibi sandalyenin kıyıcığına oturduğun bir mekan yerine saatlerce keyfini çıkarabildiğin bir mekandan daha güzeli olabilir mi zaten?
Burası daha ilk andan gönlümü kazanıyor ve sonrasında sıra menüyü inceleme faslına geliyor. Mekanda sadece ufak bir set mutfak olduğu için elbette öyle zengin bir menü beklemiyoruz ve beklediğimiz gibi de oluyor nihayetinde. Midesi kazınanlar için birkaç atıştırmalık, belki mütevazı bir kahvaltı veyahut yanında tatlısıyla beraber küçük bir kahve molasından öte bir şey vaat etmiyor menü. Ama bu zayıf menüsünün bizi hayal kırıklığına uğratmasına izin vermiyoruz. Zaten menüsünün vaatlerine kanıp girmedik içeriye, öyle değil mi?
Her ne kadar çok zengin bir menüsü olmasa da dillere destan browniesinin hakkını sonuna kadar verdiğini belirtmeden geçmeyelim. Fiyatlara baktığımızda genel olarak ortalamanın biraz üzerinde seyrettiğini görüyoruz ama atmosferin büyüsüne kapılıp kendinizi başka diyarlarda bulacağınız keyifli saatler buna kesinlikle değiyor.
Kısacası Kavanoz İstanbul, uzun uzadıya yenilecek yemeklerin değil belki ama arka fonda güzel müzikle beraber pervasızca geçirilecek lalettayin bir pazar gününün veyahut gün arası mide kazıntılarına eşlik edecek keyifli sohbetlerin bir numaralı mekanı olmaya aday.