Kuzey Amerika’nın Latin Amerika’ya Karşı Yıldız Oyuncusu: Kurumlar

Günümüz dünyasında “ekonomi savaşı” dendiğinde aklımıza ilk Çin ve Amerika Birleşik Devletleri geliyor fakat 1700’lü yıllarda bu savaş Güney ve Kuzey Amerika arasında gerçekleşiyordu. Çin ve ABD arasındaki ticaret savaşının galibini önümüzdeki yıllar illaki gösterir ama Kuzey ve Güney savaşının galibi yıllar öncesinden belli. Bu yüzden Kuzey Amerika’nın kalkınma ve büyüme stratejisini öğrenirken Güney Amerika’nın yaptığı hatalara bakmak bir devletin hangi yolu izleyeceği konusunda karar vermekte önemli.

Amerika kıtası Avrupalılar tarafından ilk keşfedildiğinde, güney tarafı Avrupalılar için bir velinimetti çünkü Güney Amerika, faktör donatımı yani sahip olunan kaynaklar bakımından bir hayli zengindi: toprağı tahıl ve şeker tarımına elverişliyken iklimi ılıman ve dengeliydi. Kuzey tarafı ise hem toprak hem iklim bakımından Güney Amerika’ya kıyasla gerideydi yani “doğuştan” şanslı değildi. Peki, neler oldu da Güney Amerika’nın 2-0 başladığı maç bir anda Kuzey Amerika’nın lehine döndü? Ekonomist Engerman ve iktisat tarihçisi Sokoloff’un bu soruya cevabı çok net bir şekilde Kuzey Amerika’nın kurumlarda uyguladığı eşitlik ve yenilik ilkeleriydi.

18. yüzyılda Güney Amerika, sermaye ve kaynak bakımından zengin olmasına rağmen işçi kullanımında kıtadaki dengeyi bozan adımlar attı ve Afrika’dan çok fazla sayıda köle getirtti. Başta bu köleler, üretimin bir anda hızlanmasını sağlarken uzun vadede maliyeti az ama beşeri sermayesi düşük bir iş gücü yarattı. Kuzey Amerika ise Latin Amerika ülkelerinin aksine Avrupa’dan gelen göçü kısıtlamayarak kıtaya yüksek beşeri sermaye akışını sağladı yani uzun vadede üretimde, iş bilen işçinin keyfini çıkarttı. Bu da sonuç olarak kalkınma ve büyüme olarak Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’nın hanesine artı puan kazandırdı. 

1514-1866 yıllarında Amerika kıtasındaki köle ticaretini gösteren harita.

Güney Amerika’nın yıllardır muzdarip olduğu elitler ve işçiler arasındaki refah uçurumu, zamanında yaptığı köle ticaretinden ve kolonileşmeden kaynaklanıyor denebilir çünkü Engerman ve Sokoloff’a göre yapılan bu yoğun köle ticareti ve kolonileşme kıtada sınıflar arasındaki siyasi ayrımı da bir hayli belirginleştirdi. Örneğin, arsa almak ve ekim yapmak için halktan insanların, elit insanlara çok fazla vergi ödemesi gerekiyordu. Bu durum da kıtada yapılan küçük çaplı tarımı büyük ölçüde engelliyordu çünkü işçi ve köle kesimin bu vergileri ödemesi imkansıza yakındı. Bu nedenle tarım sadece büyük çiftliklerde elitlerin gözetiminde yapılıyordu ve üretimden gelen kardan da sadece elitler faydalanabiliyordu. Hiçbir elit, elindeki bu gücü yitirmek istemediği için kurumların takındığı adaletsiz tutum değişmedi ve kurumlar, kıtanın sadece %20’sini oluşturan beyaz kesime hizmet etmeye uzun yıllar boyunca devam etti. Kuzey Amerika’da ise siyasiler arazi edinme konusunda yerlilere, kölelere ve elitlere; Engerman ve Sokoloff’un dediğine göre daha eşit davrandı ve görece daha küçük arsalarda tarım yapılmasını, yüklü miktarda vergi koymayarak kolaylaştırdı. Uzun vadede bu durum, ABD ve Kanada’da üretimin daha etkili ve verimli olmasını sağladı. Başka bir deyişle Kuzey Amerika 2-0 şanssız doğduğu bu dünyada, eşitliği savunan iyi bir stratejiyle 18. yüzyıldaki rakibini 5-2 yenebilecek konuma geldi. 

Paraisópolis, 2004
Brezilya’daki gelir uçurumunu gösteren bir fotoğraf.

Kurumlardaki eşitliğin büyümeye ve kalkınmaya pozitif etkisini fark eden Amerika Birleşik Devletleri, geçmişte sadece beyaz ve varlıklı erkeklere ait olan oy kullanma hakkını genişletmek için adımlar attı çünkü sadece belli bir kesimin sesi duyulduğu için ülkenin kurumları da sadece o çerçeve içinde şekillenebiliyordu. Bu durum da ABD’nin çizmek istediği eşitlikçi imaja hiç uymuyordu. İmaj değişikliğini daha da görünür kılmak için 19. yüzyılın ortalarında oy kullanmak için gereken belli bir refah seviyesinin üstünde olma şartını kaldırttı ve bunun yerine, 20. yüzyılın başlarında halkına okuma-yazma bilmenin gerektiğini bildirdi. Yeni koşulan bu şartın altında aslında kurumların eğitim seviyesini yükseltmek vardı, ABD’de 18. yüzyılda büyümek için kullanılan beşeri sermayeye yatırım taktiği; 20. yüzyılda da tekrar uygulandı ve Kanada’da kısa süre içinde komşusunu örnek alarak oy kullanma hakkının genişletilmesi kervanına katılmış oldu. Kuzey Amerika, okuma ve yazma oranını arttırma konusunda eğitime yeterli fonu ayırmanın ne kadar önemli ve etkili olduğunu fark etti. Bununla kalmayıp ilkokulun ücretsiz olmasını savunan “devlet okulu hareketi” ile okuma-yazma oranındaki artışı daha da hızlandırdı. Güney Amerika ise eğitim için ekstra fon ayırma konusunda Kuzey’e göre çok daha geç kaldı. Bu geç kalış, öyle bir geç kalış oldu ki Latin Amerika ülkelerinin Amerika Birleşik Devletleri ile yaşadığı kaçak göçmen sorunu dünya siyaseti üzerindeki negatif etkisini her geçen gün arttırarak sürdürmekte. Kendi içlerindeki gelir uçurumlarıyla uğraşırken bir de Kuzey Amerika’yla aralarında giderek artan kalkınma ve büyüme farkıyla cebelleşiyor. Güney Amerika, zengin faktör donatılarıyla 2-0 başladığı bu maçta, rakibi Kuzey Amerika’ya, yıldız forvet oyuncusu konumundaki eşitlikçi kurumlar sayesinde her geçen yıl yeni skorlar yaptırıyor ve maalesef ki bu maç diğer maçlar gibi 90 dakika sürmüyor. Yaşayan ve yaşayacak olan tüm nesilleri etkiliyor…

Kaynakça

Sokoloff, K. L., & Engerman S. L. (2000). History Lessons: Institutions, Factor Endowments, and Paths of Development in the New World. Journal of Economic Perspectives14(3), 217-232.

https://www.slavevoyages.org

Vieira, T. (2004). Paraisópolis [Fotoğraf]. São Paulo, Brezilya.

Leave a Reply