Yaşadığımız yüzyıl ve ‘çivisi çıkmış dünya’ bünyesinde ele alınabilecek onlarca, hatta yüzlerce sorun arasından küresel iklim değişikliği kuşkusuz en önemlilerinden. Bunun sebebi ise maalesef yalnızca dünyamızı ve çevreyi sonsuz bir özveriyle savunmamız ve korumaya çalışmamız değil. Asıl sebep aslında yine sonsuz maddi özgürlüğe duyulan açlık ve asırlarca sonu ve negatif yanları hesaba katılmadan verilen emeklerin boşa çıkacağı korkusu. Maddi kaynaklar, enerji, hammadde, fosil yakıtlar ilk etapta her ne kadar yeterli görünse ve ekonomik büyümeyi tetiklese de bir noktada insan tarafından üstünde hakimiyet kurulduğu izlenimi veren doğa, asli hakkı olan hakimiyeti tekrardan talep ettiğinde bu dengelerin nasıl değişeceği merak konusu.
İklim değişikliği ve etkileri tüm dengeleri alt üst edebilecek ve köklü bir değişimi zorunlu kılabilecek derecede. Sanayi devriminden itibaren hemen her ülkede görülen ve adeta silahlanırcasına devam eden yarışın sonucunda yaşanabilecekler göz önünde de olsa alınan önlemler fark yaratacak bir noktaya ulaşmaktan henüz çok uzak.
İklim krizinin büyümesi durumunda ortaya çıkacak (aslında başlamış bulunan) pek çok etkiden birisi mülteci sorunu. Yani, dünyanın büyük ekonomilerinin yarattığı hasarın bedelini ödemek zorunda bırakılan ‘gelişmekte olan’ ülkeler (güçsüz bir ekonomiye ve dolayısıyla uluslararası düzeyde etkisiz bir konuma sahip olan ülkeler) vatandaşlarına artık değişen iklim koşulları sebebiyle yaşanabilecek minimum şartları sağlayamadığında ortaya çıkacak olan durum. En basitinden Bangladeş’i örnek verebiliriz.
Hayatları tehlike altına giren insanlar çözümü eninde sonunda krizin bu kadar keskin etkilerinin olmadığı bölgelere göç etmekte arayacaktır. Bunun sonucu olarak da göç edilen bölgeler (sınırsız sayıda olmadıklarından) bir süre sonra istihdam sağlayamayacak, göç eden kitlelerin ekonomisi üzerine koyduğu yükün altında ezilecektir. Yani ekonomik olarak kendisi kadar gelişmiş olmayan ülkelere fatura kesen dünya devi ülkeler, en son bunun sonuçlarının kendi ekonomilerine yansımalarını hissedecektir.
Bunun haricinde yaşanan afetlerin ülkenin her türlü fiziksel yatırımı üzerinde yaratabileceği hasar da azımsanacak bir risk olmamakla beraber beklenmedik anlarda beklenmedik harcama ihtiyaçları doğurur ve kriz ortamı yaratmak için bire birdir. Bundan kaynaklı ekonomik kayıpların 2050’li yıllarda 1 trilyon doları bulacağı öngörülmektedir.
Tarımsal üretim, göç, turizm, emek verimliliği, sağlık gibi pek çok sektördeki olası ciddi etkiler göz önünde bulundurulduğunda iklim krizi bir an önce üzerine düşülmesi gereken bir konudur.
Gündemde olan Paris Anlaşması gibi adımlar hala varlığını sürdürse de bunun gibi, ülkelere yükümlülük getirmekten uzak anlaşmalar çözüm olamaz. Daha kapsamlı adımlar atılmadığı sürece iklim krizi ciddiyetini korumaya devam edecek ve ekonomik devamlılığı tehdit edecektir. Ancak doğru adımlarla etkisiz anlaşmalar yerine yenilenebilir enerjiye dayalı yeni sistemler geliştirilirse iklim krizi ekonomik bir çöküş değil doğan yeni sektörlerle büyük bir kalkınmayı bile beraberinde getirebilir.
Belki bu yeni sektöre yoğunlaşılacak bir sistem hızlı bir şekilde oturmayacak da olsa bir an önce başlanmazsa maalesef herhangi bir kalkınma olmadan dünya kaosa sürüklenecektir.