Olduğu yerde bırakıp gidilmesi gereken anılara nasıl karar veriyorsunuz? Hangilerini seçip çocuklarınıza anlatmalı, hangileri yalnızca yaşlandığınızda bir tebessüme sığmalı? Bence, bunun sınıflandırılması hayatımızı şekillendiriyor. Bırakıp gittiğimiz, o çok sevdiğimiz ve bağlandığımız yerdeki anılar bazen unutulmalı. Bazen de aktarılmalı. Bazen solup gitmeliyken, bazen içimizde çiçekler açtırarak ölümsüzleşmeli. Buna karar verme günü gelene kadar, kabullenmek her zaman zordur. Şimdi sizden bir saat düşünmenizi isteyeceğim. Fakat, yanlış yönleri gösteren, duran ve akamayan bir saat. O rahatsız edici sesine alışsak da işimize bir türlü yaramıyor gibi düşünün. Belki bir gün zamanı göstermeyen bu saati, belirsizliğine sinirlenip atarız. Belki de o saati sever, tamirini mümkün kılarız. Üçüncü ihtimal ise, oralarda bir yerlerde istesek de istemesek de var olduğunu bildiğimiz zamanı, sanki bizim elimizdeymiş gibi içi boş özgüvenimiz ile “kendi haline” bırakırız-bu noktada umarım bu bozuk aletiniz, “bak sen söylemeseydin akıtmıyordum zamanı” gibi bir şaka yapmaz- bilmek istemeyiz hangi saati göstereceğini, fakat orada dursun isteriz çünkü belki akrebini, belki antik olmasını, belki de yapıldığı ahşabın rengini sevmişizdir. Bu metafor ile dopdolu yeni anılar biriktirmekten vazgeçmeyip eski anılarda da hapsolmama hilesini öğrenmiş oluyorsunuz. Yani, eski anıları çok sevmişseniz bile yoldaki anılara haksızlık yapamamayı. Çok yakın bir arkadaşınızı bırakırken, kaybettiğiniz bir yakınınızı bırakamazken fakat hayat tüm kötülüğüyle devam ediyorken, sevdiğiniz insan size öylece bakıyorken karşılaşabilirsiniz bu durumlarla. Anlayacağınız, otobüse bindiğiniz ve varacağınız duraklar arasındaki o yerlerde biraz vakit geçirebilme saygısını kendinize gösterebilmeyi öğreniyorsunuz. Kitabın ortasından konuşur gibi; ne eve gitmeye, ne de olduğunuz yerde kalmaya takatiniz kalmamışken hayatınızın o sezonunu yaşamayı. Artık uyuyamamayı, ancak, herhangi bir şey yaparken; örneğin çiçek sularken aklınıza gelen o vazgeçtiğiniz anıya tebessüm edebilmeyi. Ya da çok rahat uyuyup, yine herhangi bir şey yaparken tatlı bir şekilde hüzünlenebilmeyi. Her şeyi.
Durun, hemen asmayın suratlarınızı. Hüzünlendiğiniz her anı, kötü olacak diye bir şey yok. Aklınıza her geldiğinde içinizi acıtan o gözlere, kelimelere, kahkahalara kötü anılar demek zaten büyük bir haksızlık olurdu. Onları unutmamalısınız. Ben, sizi işin büyüsünün asıl bu noktada başladığına inandırmaya çalışıyorum. Sadece bazen unutulması değil de “hatırlanmaması gereken” anılar yerini yenilerine bırakır. Böylece diğer yaş günlerinize kalacak olan yeni dilekler birikir. Gerçekleşmemiş olanlar, gerçekleşmiş olanların üstüne eklenerek pastanızın üzerinde yanan yeni mumlar oluşturur. Araya sıkıştırdığınız dertlerinizle üflemek ve zamana bırakılmak üzere. Bazen de öyle dilekleriniz olur ki uğruna harcadığınız her şeye ve herkese üzülürsünüz. Ancak bu akış çok olağan ve doğaldır. Yağmur yağması, onun kara dönüşmesi, güneşin hepsini eritmesi gibi. Bu, doğanın tanımı, oluşturduğu mevsimlerin her birine gösterdiğimiz bağışıklıktır. Bu döngü, hayatınızı doldurduğunuzun kanıtıdır. Yaşadığınızın ve nefes aldığınızın, bazen çok daha kötü şeyler yaşanabileceği korkusuyla o an elinizde bulunan ne varsa sarıldığınızın kanıtı.
Çok değerli, özgün ve iyi ki varlar dediğimiz Büyük Ev Ablukada grubundan yeni bir şarkı dolu dolu düşünmenize yardım etmek üzere aşağıda sizi bekliyor. Zeki Müren’in yılbaşı özel programları minvalinde bir kapanış yapmak istemezdim fakat yeni yıllar hep böyledir. Bir yıl daha bitiyorken zamanı düşünün. Yeni yıla girerken sayın hayatınızın birçok on saniyesinden birini. Geriye saydığınız her saniye, yüzünüzde anı kalır. Bir kırışıklık bırakır gülüşleriniz ve gözyaşlarınızla. Bu anılar olmadan yaşamak ottan farksız olacağından, bu yıla ve muhtemel yıllarınıza sarılın. Yeni yılların gelişini kutlarken kalbinizde biri, yüzünüzde tebessüm, kulağınızda bir müzik, yanınızda bir dost ve içinizden geçireceğiniz bir dileğiniz mutlaka olsun. Mutlu yıllar sevgili Bilkent okurları, yeni hikayelerinizde başarılar!