21. yüzyıl kafamla buradan merhaba demek istiyorum Henry David Thoreau’ya. Kitabı okuma maceram, kitabı bulma maceramdan daha uzun ve yorucuydu. Elime aldım bir çırpıda okudum dersem çok büyük yalan olur. Uzun uzun okudum tadını çıkara çıkara. Almak lazımdı. Henry Amca bize yabanda nasıl hayatta kalacağımızı anlatıyordu sonuçta. Kendi kendine nasıl ev yapacağını anlatıyordu. Metre metre anlatıyordu yaptığı evi, neler gerektiğini. Paraya mümkün olduğunca az ihtiyaç duyarak Walden Gölü’nün yanındaki evini inşa etti. İnşa etmek çok teknolojik bir kelime gibi geliyor benim kulağıma o yüzden değiştirip ‘evini yaptı’ demek istiyorum. Sistemi eleştirmekten bir adım öteye giden Henry Amca yalnız ne de güzel yaşayacağımızı mevsim mevsim anlattı bize:
‘’Can sıkıntısından gazel yazmak değil amacım;
Sabah tüneğine dikilip böbürlenerek öten horoz gibi
Kuvvetle haykırmak istiyorum,
Komşularımı uyandırsam yeter.’’
Komşularından fazlasını uyandırdı bana kalırsa. 21.yüzyılda teknolojiye boğulmuş biri olarak onu bulup okumam ve dediklerine katılmam benim eskiliğimi mi gösterir yoksa onun kafasının yeniliğini mi? Bilemedim. 28 yaşında hangi adamın aklından geçerdi bir gölün kıyısına ev yapmak, evden de ziyade ekmek yapmak, yemek yapmak, yemek yapmadan önce de ekin ekmek, onu biçmek, kışın ısınmak, yazın bunalmamak. Tek tuşla yapabileceğimiz her şeyi onun tek başına, hiç yardım almadan yapması bana çok ilahi gelmiştir. Kutsal bir kitabı okumak gibidir ‘Doğal Yaşam ve Başkaldırı’. Yalnızlık kafasına vurmuş bu adamın diyenler olur. Olur mutlaka algılamamak normaldir. Ben de algılayamadım belki tam olarak. Baş ucumdan eksik etmedim o yüzden aldığımdan beri. Aklıma geldikçe bir şeyler açıp okudum. Soruların cevabı oradaydı benim için. Bir cevap da işte burada; “Dışarı çıkıp insanların arasına karıştığımızda, odamızda olduğundan çok daha yalnız oluruz. Düşünen ve çalışan bir adam nerede olursa olsun her zaman yalnızdır. Yalnızlık, bir insanla yakınları arasındaki mesafenin millerle sayılmasıyla ölçülemez.”
“Mutlu olmak için doğa kadar sade olmalıyız” diye düşünür Henry Amca. Bizim mutlu olmak için umutsuzca çabalamamızın ne de basit bir çözümü varmış meğerse. Haklıdır. Ben hiç psikiyatriste giden sincap görmedim ya da sevgilisinden ayrıldığı için ağlayan bir antilop. Bazen düşünmüyor değilim bir zebra kadar huzurlu olamadığımız için midir bu doğayı ezme isteğimiz. Doğadan koptukça çamura batıyoruz ve bu sefer bizi kurtaracak bir güç ya da ışık gelmeyecek. Gene Henry Amca’dan küçük bir alıntıyla bitirmek istiyorum yazıyı. Buraya ne kadar uyar bilemem ama kesinlikle paylaşmalıyım. Vicdani sorumluluk gibi düşünün.
“Davranışlarımız, azizlerle girdiğimiz iletişim sonucu bozulmuştur. İlahi kitaplarımız, Tanrı’nın gazabının ve kutsanmasının tatlı bir melodisini yayarlar. Peygamber ve kurtarıcıların bile, insanların umutlarını onaylamaktan çok, korkularını avuttukları söylenebilir. Hiçbir yerde, hatırlamaya değer bir Tanrı övgüsü ya da yaşamın ödülü ile ilgili sade ve doyurucu bir kayıt bulamazsınız. Ne kadar uzak ve ulaşılmaz da görünse, bütün sağlık ve başarılar benim için iyidir; bana ne kadar yakın gelse de, bütün rahatsızlık ve başarısızlıklar beni üzer ve bana kötülüğü dokunur.”