River: Normal ve Ait Olmak Üzerine Bir Polisiye

Normal nedir? Alışalageldik, uyumlu ve bilindik olmak? Delilik ve akıllılık arasında duran çizgiyi toplum mu belirliyor? River dizisi, polisiye türünün klasik ve basmakalıp bir yansıtılışı olmaktan çok uzak. Özellikle de John River karakteriyle. Ortaklardan birinin ölü olduğu bir polis ikilisi düşünün. Dizinin asıl gizemi, ölü ortağın cinayeti etrafında şekilleniyor. Bir de River karakterinin zihinsel karmaşalarıyla.

bFHWoBCLS699Dl6bovtQkiHaGAx

River, bir yandan farklı cinayetleri çözmeye çalışan tecrübeli bir dedektif, bir yandan da kendi zihninin kırılganlığı ile boğuşan kasvetli ve karmaşık bir karakter. Zihninde yarattığı kişilerle konuşan, yer yer etrafındakiler tarafından garipsenecek şeyler yapan, kısacası toplum tarafından “deli” veya en basitinden “tuhaf” olarak adladırılabilecek biri. Kendi kendine konuşmalarını River, “Ben hayalet görmüyorum ben dışavurumlar görüyorum,” diyerek anlaşılır bir zemine oturtmaya çalışır. Fakat insanlar kendi kendine konuşan birinin gördüklerinde, River’ın neyi nasıl isimlendiriği önemli değildir. O basitçe bir “kaçık”tır onların gözünde. İşte bu noktada  dizi, deliliğin ve akıl sağlığının dengesi üzerinden uyum sağlamak ve normal olmak ile ilgili sorgulamalar yapıyor. Toplumsal kalıplar bazılarına ağır geliyor olamaz mı? Sosyal yapılanma neden bu kadar acımasızdır? Bu basitçe evrimsel bir acımasızlıkla açıklanabilir mi yoksa tuhaf olanların sırtına koyduğumuz taşlar bizim hoşumuıza mı gidiyor?

riv-1715

Herkes uyumlu olmak ister, nitekim dizide de uyumsuz olan karakter genel olarak bunları istek doğrultusunda değil, kendi yaşamlarının kaçınılmaz bir uzantısı olarak yaşıyorlar. River, çocukluğundan beri “dışavurumlar” gören, kendi kendine konuşan birisi örneğin. Bir polis memuru olarak dehasına ket vuran tek şey kendi aklının dengesizliği ve sosyal anlamdaki zayıflığı. Dizinin belki de en vurucu kısmı River’ın kendiyle ilk yüzleşmesidir. Psikiyatristinin sorduğu soruları cevaplamaktan korkarken zayıf olduğu bir anda polis merkezinin ortasında psikiyatristini görünce ağzından şu cümleler dökülür:

Ben iyi bir memurum, ama bu dünyada bu yeterli değil. Bu dünyada selam vermeli, bir içki içmeli ve ‘Günün nasıl geçti?’ demelisin. Bu dünyada kimse farklı, tuhaf ya da yaralı olamaz. Çünkü öbür türlü seni bir yerlere kilitlerler.

Dizi aslında River’ın karmakarışık duygularıyla birlikte bir yandan da aşk hakkında bir şeyler söylemektedir. River’ın beylik sözü “Yalnız doğar yalnız ölürüz”dür. Ortağına beslediği duyguları asla doğru düzgün ifade edemez, onunla bir ilişkisi olduğunu görmezden gelir, ta ki ortağı durduk yere öldürülüne kadar. Bu travmanın ardından River ona karşı hissettiği duyguları çözümlemeye başlar ve yavaş yavaş bunu başarır. Bunu hem kendisine hem ortağının hayaline itiraf eder. Bu noktada aslında yaralı ve zarar görmüş bir aşk portresi çizilir. River, dedektif olmasında kaynaklı insan duyularına ve eylemlerine hakimdir ama onları bütünüyle kavramakta zorlanır. Kafasındaki sesler bazen ona yardım ederken çoğu zaman zihnini bulandırır. River, dizinin sonunda söylediği sözün devamını hatırlar. İnsan ilişkilerinde bir basamak daha atlarken artık şöyle söylemektedir: “Yalnız doğar, yalnız ölürüz, sadece arkadaşlık ve aşk ile anlık bir ilüzyon yaratabiliriz, yalnız olmadığınıza dair. “

Stellan-Skarsgard-BBC-River-Drama-Nordic-611845

Bütün bunların da ötesinde insanın ne derece yalnız olduğu bir de göçmenlik teması üzerinden işlenmiştir. River’ın İskandinav göçmeni olması bir yana dizi, pek çok göçmen karaktere ev sahiplği yaparken yabancılık kavramını da göçmenler üzerinden ortaya koyar. Bir yere sonradan ait olunabilir mi? Biraz daha iyi yaşamak için insanlar nelerden vazgeçiyor ve neden bir yerin yabancısı olmaya çalışıyorlar, dizi bunun cevaplarını göstermeye çalışıyor. Yabancı olmak çoğu zaman bir tercih meselesi değildir. İnsanlar ya zorunluluktan ya da doğuştan yabancılık çeker. Bunun üstüne mekan Londra olunca suç ekseni ve göçmenlik kavramı kaçınılmaz bir şekilde zenginleşmiş oluyor. Metropol kasveti ve göçmenlerin oluşturduğu yapayalnız bir şehir algısı, River’ın kişiliğiyle bütünleşmiş durumda.

Sonuç olarak, River, farklı ve sürükleyici bir dizi. Özellikle oyunculuklar ve River karakterinin kendine has hikayesi ile çok başarılı bir iş. Altı bölümlük dizinin sonunda aklınızda kalanlar Stellan Skarsgard’ın oyunculuğu ve “öteki”lere dair sorular oluyor. Ait olmak veya normal olmak aslında aynı kapıya çıkmaz mı? Hangimiz bazen sesler duymuyoruz ki?

Leave a Reply