[miptheme_dropcap style=”normal” color=”#222222″ background=””]Z[/miptheme_dropcap]ulme zulmederek karşılık vermek her şeyden önce siyasî bir paradokstur, bir anlamda da üretememenin, çıkış yolu arama zahmetini göze alamamanın, kısa ve doğrudan yollarla varılmış kestirme çözümlere sığınmanın, nihayetinde de zalimle hiçbir şekilde farklılaşamamanın, yani zalimleşmenin tezahürüdür. Temel politik güdülerimizin bu paradoks etrafında şekillendiğini iddia etmek hiç de zor değildir: intikam kültürü, hiçbir sorgu zemininde düşünülmeksizin öncelikli siyasî davranış haline gelmiştir, öncekinin, zamanında muhalif olunanın eylemleri mutlak bir çirkinlikle, kabul edilemez bir beceriksizlikle karşılanmaya matuftur. Bu haliyle, öteki muktedirlerin hepsi birer zalimdir, işlerini asla iyi yapmış değillerdir, yönetimin kudretindeki haşmet içinde boğulmuş, haksızlığa yönelmekten hiçbir rahatsızlık duymadan, yaptıkları üzerinde düşünme zahmetine katlanmadan, pervasızca zulmetmişlerdir. Bu temel motivasyon, muhalifliği zulüm üzerinden kurgulamamız için bize olanak sağlar: iktidarı tanımlarken ilk olarak başvuracağımız kavram onun zalimliğidir. Ancak ironik olarak, zalim olanın yalnızca iktidar sahipleri değil, iktidarın kendisi olduğunu bize muhaliflerin muktedir olmaları öğretir.
Türkiye’nin siyasî iklimi içinde bu durumu örneklemek istediğimizde, şüphesiz Kürt siyaseti karşımıza bereketli düşünceler vaad ederek çıkar. Ancak bunu söylerken ayrıca, bütün siyasetimizin bu temellerden hareket etmekte bir beis görmeyecek şekilde geliştiğini de vurgulamak gerekir; yani bu hiçbir zaman tek bir siyasî gelenekle bağdaştırılabilecek bir mesele değildir, aksine, Türkiye’de, ve belki bütün bu coğrafyada, siyasete niteliğini kazandıran en önemli başlangıç noktası intikam almaya odaklanmış fikirlerdir. Kürt siyasetinin temel söylemleri, odak noktası olarak kendine devletin zulümlerini alır ve bu siyaset, devlet karşıtı söylemini seçmenlerinin zihinlerinde kalıcı hale getirmek için yoğun bir çaba gösterir: devlet, Kürt halkına asla merhamet göstermemiştir, Kürt coğrafyası devlet eliyle, uzun yıllar süren acı bir zulme tanıklık etmiştir ve etmeye devam ediyordur, Kürtler sosyal ve kültürel olarak devlet politikalarıyla ağır baskılara maruz bırakılmış, özgürlükleri ellerinden alınmış, inkâr edilmişlerdir. Yalnızca Kürt siyasetinin uzak dönemlere uzanabilen kökenlerine bakarak, bu iddiaların bir şekilde gerçeklikle ilişkilendirilebileceğini anlayabiliriz; sürekli söylenen ve tekrar edilen bir yalan ile hiçbir siyaset mücadelesi zamana karşı direnemez ve karşımızda zaman direnebilmiş ve gücünü hiç yitirmeyen bir siyaset vardır. Kürt siyasi akımı yok yere ortaya çıkmış değildir, sıraladığı ve doğruluğuna yürekten inandığı iddiaların halkta bulduğu karşılığa dayanarak oluşmuş ve güçlenmiştir. Bu iddialar tecrübelerle desteklenebildiği için popülerliğinden hiçbir şey yitirmez ve böylelikle halk üzerinde neredeyse mutlak bir etki oluşturur. Kürt siyaseti, kitlesi üzerindeki bütün bu tartışmasız etkiyle Kürt kimliğini belirlemeye soyunmuştur ve bu kimliği zulme uğramak üzerinden tanımlamıştır.
[miptheme_quote author=”Ertuğrul Nehri” style=”text-center”]Zulüm ile mücadele, aynı şekilde ya da başka kılıflarda zulmedilerek gerçekleştirilemez: zalimden farklılaşmak şarttır, ne zalimin kendisi ne de herhangi bir metodu, onunla mücadele ederken kullanılamaz. [/miptheme_quote]
Paradoks burada başlar: Kürt siyasî akımı, silahlardan hiçbir zaman kendini yalıtamamış, kör ve toleranssız bir milliyetçiliğe bürünmekten hiç öyle korka korka kaçınmamıştır. Bunun zulme uğramaya gösterilen tepki ile alakalı, meşru bir savunma stratejisi olduğu iddia edilmiş, insanlar silahlanmaya özendirilmiş, yıllar süren, kanlarla bezeli bir çatışma iklimi yaratılarak zulüm yoluna başvurulmuştur. Hiç çekinmeden ve hiç çekinmemekten ötürü üzülerek söyleyebiliriz ki, Kürt siyasetinin, bu tarih tarafından asla affedilmeyecek günahı, korkunç bir savaş gerçekliğinin Kürdistan’a öylece hakim olmasına neden olmuş, bu coğrafyayı yaşanamaz, katlanılamaz, yoksul ve değersiz bir yer haline getirmiştir. Kitleden ötürü çirkince sahiplenilen coğrafyaya yönelik ayrılıkçı söylem, kendini gizlemeye çalışan, temelsiz bir milliyetçiliğe işaret eder, bu da tam olarak Kürt siyasetinin yıllardır mücadele etmeye çalıştığı karşıt ideolojinin dinamiklerini nasıl benimseyebildiğinin göstergesi olarak karşımızda durur. Silaha başvururken hiç düşünme ihtiyacı duymazken, bu akım, zalim olarak nitelediği şeye dönüştüğünün farkına varmaz ve bütün meşruiyetini, mantıksal temelini, tarihle arasındaki pozitif ilişkiyi yitirmeye yüz tutar. Zalimce işler yapmak, bütün siyasetleri olduğu gibi bu siyaseti de tarih karşısında eler. Zulüm ile mücadele, aynı şekilde ya da başka kılıflarda zulmedilerek gerçekleştirilemez: zalimden farklılaşmak şarttır, ne zalimin kendisi ne de herhangi bir metodu, onunla mücadele ederken kullanılamaz. Kürt siyasetinin bir türlü vazgeçemediği, kendinden uzak tutamadığı, tastamam şekilde karşısında durup eleştiremediği silahlı, örgütsel terör eylemleri bizatihi zulmün kendisini doğurmaktan başka hiçbir şey yapmış değildir. Siyaset organları, Kürt siyasîlerinin bütün mücadelelerine rağmen onyıllardır arzulanan gelişmeleri kayedebilir hale getirilememiştir. Korkunç boyutlarda bir boşuboşunalık, yadsınamaz bir başarısızlık ortadadır: Kürt siyasî erkleri kendi başlarına, münhasıran, kitleleri, coğrafyaları için tarihe direnecek şekilde gerçek bir değişikliğe imza atabilme erdeminden sonuna kadar yoksundur. Bu, öncelikli olarak kendi kimliklerine yabancılaşmalarından, kendilerini mazlum olarak tanımlamanın verdiği politik direnci, tartışmaya, barışçıl boykotlara, uzlaşılara değil de, silahlı yollara dayanmak suretiyle, eleştirilen zalimin yöntemlerinin kullanılmasından ötürüdür. Burada çok basit bir nüans vurgusu vardır: eğer zalime karşı durulacaksa, bir bütün olarak, yöntemleri, doğruları ve uygulamalarıyla zalimle mücadele edilmelidir. Ancak bu siyaset ile şunu öğrenmeye zorlanırız: zalimin zulmetme aygıtlarının birebir benimsenip uygulamaya yürütüldüğü, bu yol, samimiyetsizliklerle dolu, yıkıcı ve karanlık bir yoldur. Zalimin seçenekleri tükettiği yerde, mazluma zalimleşmek değil, zalime karşı seçenekler üretmek, hiçbir koşulda ona benzememek düşer.