TDP(III): 1923-29 Türkiye’nin Diplomatik İlişkileri

Hatırlanacağı üzere, yazımızın birinci kısmında TDP’nin ( Türk Dış Politikası) Lozan sonrası tarihsel seyrini belli başlı periyotlara bölmüştük. Erken Cumhuriyet’in kurduğu diplomatik ilişkileri daha iyi anlayabilmek için ilk olarak 1923- 29 arasındaki uluslararası konjonktürü ve içte yaşanan meselelere ışık tutmaya çalışmıştık. Yazının bu kısmında ise daha çok Lozan sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin kurduğu diplomatik ikili ilişkiler üzerinde durulacaktır.

[box_light]İngiltere[/box_light]

Türkiye’nin İngiltere politikaları belki de Erken Cumhuriyet döneminin en önemli dış politika konusunu oluşturmaktaydı. Yazının birinci kısmında belirttiğimiz gibi Lozan’ın çözümleyemediği en mühim konulardan birini de Musul’un konumuydu. Musul 1916 yılında Sykes-Picot Anlaşması’yla Fransa’ya bırakılmış fakat 1920 yılında San Remo konferasında Fransa, Ortadoğu’da İngiltere tarafından desteklenme vaadine karşılık burayı İngilizler’e bırakmıştı.

Daha sonra Lozan Anlaşması’nın 3. maddesi, Musul’un statüsünü tam olarak belirlememiş ve dokuz ay içinde uzlaşmaya varmak şartıyla görüşmeleri Türkiye ve İngiltere’nin arasında çözümlenmesini uygun bulmuştur. Lozan’da alınan bu karar sonucu Türk ve İngiliz tarafları 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da bir araya gelmişlerdir. Toplantıda Türkiye tarafı Musul’da plesibit yapılmasında ısrar ederken İngilizler ise halkın gerekli eğitim seviyesinde olmadığından dolayı neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edemeyeceğini savunarak meselenin Milletler Cemiyeti’ne taşınmasını istiyordu. İngiltere’ye göre Musul sorunu ancak MC’nin belirleyeceği bir komisyon kararı ile çözülebilirdi.

indir

Bunun üzerine her iki taraf da meseleyi MC’nin belirleyeceği bir komisyon kurmasında mutabık kaldı. MC meclisi İngiltere’nin görüşü doğrultusunda tarafsız devletlerden gelen üç kişilik bir komisyon kurma kararı aldı. Komisyon üyeleri Macar Kont Teleki, Belçikalı Albay Poulis ve İsveçli A. Wirsen idi. Komisyon 16 Temmuz 1925’te kararını vermişti. Sonuç şu şekilde idi:

a-) Ülke 25 yıl MC mandası altında kalacaktır.

b-) Adaletin yürütülmesi ve okullardaki eğitim için Kürtlerden memur istenecek, Kürtçe resmi dil kabul edilecektir.

Türkiye MC’nin İngiltere lehine kararlarına büyük bir tepki göstermiştir,  Mustafa Kemal CHP kurultayında İngiltere için hala şark milletlerini ezme gayesinde olduğunu vurgulamış Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü de bu kararın  geçersiz olduğunu ve Türkiye’nin hala Musul’da egemenlik haklarının olduğunu belirtmiştir. Ayrıca bu yıllarda kamuoyunda da İngiltere’ye tepkiler artmış, bir çok İngiliz şirketini işini tasfiye etmek zorunda kalmıştır.

Türkiye’nin Musul konusunda başarısız olmasının en büyük sebebi İngiltere MC’ye üye ve orada çok etkiliyken Türkiye’nin MC’ye üye olmamasıydı. Ayrıca İngiltere için Musul gibi hem  stratejik bir konuma sahip hem de büyük petrol yataklarına sahip bir bölgeyi bırakması düşünülemezdi. 1923- 29 Sürecinde Musul sorunu yüzünden İngiltere Türkiye ilişkileri pek de iç açıcı bir şekilde gelişme göstermemiştir.

[box_light]Fransa[/box_light]

Fransa, Erken Cumhuriyet’in dış politikasındaki en önemli aktörlerden biriydi. Bu iki ülke arasındaki ilişkiler daha çok 1921 anlaşması neticesinde doğan sınır sorunu, Lozan’da çözüme kavuşmayan borçlar meselesi ve misyoner okulları ile önem  kazanıyordu.

Fransa’yla Suriye sınırını çizmek bu yıllarda Türk Dış Politikasının en mühim amaçlarından birini teşkil ediyordu, 1921 anlaşmasının 8. maddesine göre tarafların temsilcilerinden oluşacak bir komisyon bir ay içinde sınırı sorununu çözüme kavuşturacaktı. Fakat sınır meselesinin çözüme kavuşması için görüşmeler ancak Eylül 1925’te başlayabildi. Fransa’nın Suriye- Lübnan yüksek komiseri Ankara’ya geldi ve 18 Şubat 1926’da Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü ile sınırların belirlenmesi hususunda bir sözleşme imzaladı. Musul meselesinden dolayı Fransa bir süre sözleşmeyi kabul etmeyi ertelese de Türkiye 1926’da Musul meslesini İngiltere ile çözünce Fransa da Suriye sınırı konusunda herhangi bir ihtilaf çıkarmadı.

Borç meselesi ise iki ülke arasındaki ilişkilerin ikinci ayağını oluşturmaktaydı. Osmanlı tahvil yoluyla en çok Fransa’ya borçlanmıştı. Lozan’ın 48. maddesine göre Osmanlı’nın bu borçları taraflar arasında daha sonra görüşülecek bir meseleydi. Fransa’yla Türkiye arasındaki borç meselesi bir hayli uzadı. Uzamanın en büyük sebeplerinden biri Türk heyeti arasındaki anlaşmazlıktı, İsmet Paşa ödemeler için kağıt parayı tercih ederken heyetin iktisat danışmanı Cavit Bey borçların altınla ödenmesi gerektiğini savunuyordu. Nihayet 1928’de Paris Büyükelçisi Fethi Okyar ile Duyun-u Umumiye temsilcisi arasında borçların taksimi konusunda bir anlaşmaya varıldı, anlaşmaya göre faiziyle beraber Türkiye’nin ödeyeceği toplam miktar 107.528.461 altın lira olarak hesaplandı.

Her iki taraf da anlaşmaya varsa da borç konusu Türkiye’nin kısa sürede çözebildiği bir mesele olarak kalmadı, önce borçların yanlış hesaplandığı konusunda bir tartışma çıktı ve görüşmeler tekrar başladı. Ayrıca 29 Buhranından dolayı Türkiye borçları ödeme konusunda isteksizlik gösterdi ve 1931 yılında Amerikan Başkanı Hoover uluslararası borçların ödenmesi hususunda bir moratoryum çıkarınca Türkiye de bu Hoovar Moratoryumu’na dayanarak borçların ödenmesini geciktirdi.

Yabancı okulların statüsü de borçlar ve sınır meselesi kadar etkili olmasa da Türk- Fransız ilişkilerine ciddi manada etki eden bir konuydu. Türkiye 1920’li yıllarda ulusal eğitim reformu gerçekleştirmek adına bütün yabancı okulların eğitim dilini Türkçeleştirdi ve bu okulları kendi belirlediği bir eğitim müfredatına göre tasalardı. Bunun üzerine Türkiye’de ciddi manada fazla okulu olan Fransa Türkiye’nin bu hamlesine itiraz etti fakat bu hususta pek etkili olamadı. Türkiye, Fransa’nın itirazlarına rağmen yabancı okullar konusunda bir değişikliğe gitmedi.

[box_light]Almanya[/box_light] 

Weimar Almanyası 1923-29 sürecinde Türkiye ile en olumlu ilişkileri kuran ülkelerin başında gelmekteydi. Her iki tarafın eskiye dayanan bir müttefikliği ve Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzene karşı revizyonist bir tutum takınmaları bu iki ülke arasında olumlu ilişkilerin gelişmesine katkıda bulundu.

İki taraf arasında somut olarak ilişkiler 3 Mart 1924’te Türk- Alman dostluk antlaşmasının imzalanması sonucu kuruldu. Ayrıca İngiltere ve Fransa’yla çıkan konsolosluk taşıma sorunun(*) Almanya’da tekrar etmemesi ilişkilerin gelişmesini hızlandırmıştır.

İki taraf arasındaki ilişkiler daha çok ekonomik bağlamda tutuldu. Savaş sonrası Türkiye’de oluşan teknisyen açığı Almanya tarafından gönderilen uzmanlarla telafi edildi. Türkiye- Almanya arasındaki en önemli iktisadi atılım ise Alman Junkers firmasının Türkiye’ye uçak fabrikası açma girişimi oldu. Junkers firması direkt Alman hükümeti tarafından Türkiye’ye fabrika açma konusunda teşvik edildi, bunun en büyük sebebi; Versailles anlaşması dolaysıyla silah teknolojisi konusunda araştırma yapması kısıtlanan Almanya’nın yurt dışında açılacak bir fabrika ile bu anlaşmayı delme isteği idi. 1927 iki taraf arasında büyüyen ticaret hacmini daha da arttırmak için bir ticaret antlaşması imzalandı. Böylece 1923- 29 arasında Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler bir hayli olumlu seyretti.

[box_light]SSCB[/box_light]

Sovyetler Erken Dönem Cumhuriyet dış politikası için her zaman Batı’ya karşı bir denge unsuru olarak yer almıştır, ne zaman Türkiye revizyonist bir tavır takınsa yakınlaştığı ülke Sovyetler oluyordu. Bu bağlamda Lozan sonrası SSCB- Türkiye ilişkilerini etkileyen en önemli faktörün Musul krizi ve Şeyh Sait isyanı olduğunu söyleyebiliriz. 1925 yılında Tevfik Rüştü Aras ile Çicerin arasında imzalanan Türk- Sovyet dostluk ve tarafsızlık antlaşması Türkiye’nin Batı’nın Musul’daki Statu Quo’dan yana olan tavrına karşı bir hamleydi.

Anlaşma 3 protokol ve 1 gizli mektuptan oluşuyordu, anlaşmaya göre anlaşmaya muhatap olan taraflardan biri saldırıya uğrarsa diğeri bağımsız kalmak zorundaydı. Anlaşmada göze çarpan bir diğer unsur da her iki taraf da bir diğer tarafın aleyhine olabilecek siyasi organizasyondan kaçınması gerektiği ile ilgili maddeydi.

Sovyetler’in Türk Dış Politikasındaki en önemli getirisi Batı’ya karşı bir denge unsuru olabilecek kapasitede olmasıydı, fakat Sovyetler’le çok fazla yakınlaşmanın getirebileceği ideolojik bedeller de vardı. Soyvetler’in Sosyalizm fikrini dünyaya yayma isteği bilinen bir gerçekti ve Türkiye bundan ciddi manada çekiniyordu. Bu çekincenin bir eseri olarak Türkiye ile Sovyetler arasında 1927 yılında bir ticaret antlaşması yapıladı, antlaşmanın asıl gayesi Türkiye’de Komünizm propagandası yaptığı düşünülen Sovyet temsilciklerinin Türk hükümeti denetiminde kalmasıydı. Bu anlaşmaya göre Sovyetler’e ait Türkiye’deki ticaret temsilcilikleri listelendi ve statüsleri netliğe kavuştu. Bu şekilde Türkiye bu kurumlara şeffaf bir yapı kazandırmaya çalışarak Komünizm fikrini kontrol altına almaya çalıştı.

[box_light]Yunanistan[/box_light]

Türkiye Yunan ilişkileri hem Yunanistan’da bir türlü siyasi istikrar sağlanamamasından hem de Lozan’dan artakalan sorunlardan dolayı 1930’lara kadar istikrarlı bir çizgide ilerlemedi.

Taraflar arasındaki anlaşmazlıklardan en önemlisi Etabli, yani ‘yerleşik sorunu’ idi. 30 Ocak 1923’te imzalanan ” Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” ile Türkiye’deki Ortodoks Rumlar ile Yunanistan’daki Müslümanların mübadele edilecekleri ve İstanbul Rum halkı ile Batı Trakya Müslüman halkının bu mübadelenin dışında tutularak yerleşik sayılacağı kararlaştırılmıştı. İki taraf arasındaki bu antlaşmayı riske sokan şey ise 2. maddedeki bir yorum farkıydı, Türk tarafına göre 1918 öncesi İstanbul’a gelen Rumların  Türk resmi belgelerine göre belirlenmesini istiyordu, fakat Yunanistan bunu kabul etmiyordu. Bunun yerine Yunan tarafı İstanbul’a gelen Rumların yerleşme niyetiyle gelip gelmemesine bakılması taraftarıydı.

1923 Yılında Türk- Yunan Mübadelesinden Bir Kare

1923 Yılında Türk- Yunan Mübadelesinden Bir Kare

Türk tarafı böyle bir anlaşmayı kabul etmek istemiyordu çünkü Erken Dönem Cumhuriyetin en önemi politikalarından biri de devleti olabildiğince tek bir etnik kökenden oluşacak şekilde inşa etmekti. Rumlar’da İstanbul’da ilerde doğabilecek bir hak arayışı için oradaki Rum nüfusu olabildiğince yerleşik tutmak istiyordu, bir de ülkeye giriş yapan bir çok göçmen Yunan ekonomisini zor durumda bırakmış bu yüzden Yunanistan daha fazla göç almak istemiyordu.

Yaşanan bu anlaşmazlık sonucu Yunanistan tepki olarak Batı Trakya’daki Türklerin mallarına el koymaya başladı, Türkiye de İstanbul’daki Rumlara aynı şekilde davranarak Ortodoks Rum mallarına el koydu.

1925 yılına gelindiğinde ise Türkiye’deki hükümet değişimyle İsmet Paşa başbakan oldu, bu yıllarda hem dışta Musul meselesi hem de Şeyh Sait ayaklanmaları Türkiye hükümetini uluslararası arenada zor durumda bırakıyordu. Bu sebepten ötürü İsmet Paşa bir an önce Lozan’dan artakalan sorunları çözüp Türkiye’yi komşularıyla iyi ilişkiler kuran bir ülke haline getirmek istiyordu. Aynı zamanda Yunanistan hükümeti de zor durumdaydı, Andreas Mihalakopulos hükümeti bu olumlu havayı dağıtmak istemedi ve Türkiye ile 21 Haziran 1925’te Ankara antlaşmasını imzaladı. Antlaşma temel sorunlara çözüm getirip, karşılıklı konsolosluk açılmasını öngörüyorsa da yürürlüğe giremedi. Bunun sebebi Yunanistan’daki hükümetin darbeyle gidip yerine Türkiye karşıyı bir cuntanın gelmesiydi. Antlaşma ancak tekrar 1 Aralık 1926 yılında tekrar gündeme geldi. Atina da yeniden imzalanan antlaşma Etibabli sorunundan öte Lozan’dan kalan mali sorunları çözüyordu.

İki ülke arasında 1925 ve 26 yıllarında yakınlaşmalar olsa da 28 yılına kadar ciddi adımlar atılmadı, Türk- Yunan ilişkileri ancak Elferios Venizelos hükümeti başa gelince kalıcı şekilde düzelmeye başladı.

[box_light]Doğu ile İlişkiler[/box_light]

Bu yıllarda Türkiye’nin Doğu ile ilişkileri Afganistan ve İran üzerine kurulmuştu, zaten Ortadoğu devletleri İngiliz- Fransız mandası altında olduğundan buradaki yerel yönetimlerle kurulan ilişkilerin pek de bir anlamı yoktu.

Afganistan’la Türkiye’nin ilişkileri 1920’li yılların başına dayanmaktaydı, bu yıllarda Afgan hükümeti Türkiye’nin milli mücadelesine karşı ciddi bir sempati besliyordu. Türkiye de bu sempatiye karşılık Afganistan’a öğretmen , subay, doktor ve Türk talebelerini gönderiyordu. 1928 yılında ise Afgan Kralı Amanullah’ın Türkiye ziyareti ve 25 Mayıs’ta Türk- Afgan dostluk antlaşması ilişkileri ciddi manada geliştirmişti. Amanullah hükimeti Kasım 1928’de düşse de, ilerleyen yıllarda iki ülke arasındaki olumlu hava değişmedi.

Türkiye İran ilişkileri 1920’li yıllarda daha çok sınırda çıkan anlaşmazlıklar üzerine kurulmuştu, her iki taraf da sınırlarındaki aşiretleri kontrol etmekte zorlanıyor ve yüzden sık sık sınır ihlalleri yaşanıyordu. Bu sorunun çözüme kavuşması ancak 1926’da Musul meselesi sonucunda oldu. Türkiye ve İran 22 Nisan 1926’da sınır güvenliği konusunda bir anlaşma imzaladı 2 yıl sonra 1928 Haziran’da da belli başlı protokoller ile bu sınır güvenliği meselesini sağlamaya almaya çalıştı.

Sonuç olarak, kesin olarak tarihi bir ayırım yapamasak da, 1923- 29 arasındaki Türk Dış Politikasının daha çok Lozan’dan artakalan meseleler üzerine yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Ayrıca bu süreçte Türkiye uluslararası arenada belli bir ağırlığı olan SSCB ve Almanya gibi devletlerle de iyi ilişkiler yürüterek uluslararası meşruiyetini arttırmaya çalışmıştır.

(*) Konsolosluk meselesi Türkiye’nin başkenti Ankara’ya taşıması sonucu İngiltere ve Fransa’yla yaşadığı diplomatik bir sorundur, İngiltere ve Fransa İstanbul gibi bir şehirden Ankara’ya konsolosluğu taşımayı 1926 yılına kadar reddetmişlerdir, ancak Musul meselesi çözüldükten sonra konsolosluklar Ankara’ya taşınmıştr.


KAYNAKÇA

1-  Kemal Karpat, Türk Dış Politikası Tarihi, Timaş 2012 İstanbul

2- Fahri Armaoğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1988, Ankara

3-  Baskın Oran, Türk Dış Politikası Tarihi,  İletişim Yayınları, 2008 İstanbul

Leave a Reply