Kurtuluş Savaşı’nın büyük komutanları Harp Oyunları için İzmir’de. Soldan sağa: Fahrettin (Altay) Paşa, Mareşal M. Fevzi (Çakmak) Paşa, Gazi Mareşal Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, M. Kazım (Karabekir) Paşa.

Osmanlı’nın son yıllarında Dünya’ya yayılmaya başlamış bir spor olarak futbolun ülke topraklarına gelişini önceki yazımızda anlatmıştık (Kuruluş Yıllarında Türk Futbolu). Türk topraklarında futbolun yeşerdiği 1900’lü yılları Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın doldurduğu 20 koca sene takip etti; fakat harbe rağmen Türk futbolu varlığını sürdürmeyi başardı. Bu yazıda, vatan toprakları için verilen mücadelede futbolun rolü ve öneminden bahsetmeye çalıştık.

Bir Osmanlı birliği tüfekleri süngülü vaziyette ilerliyor.

Osmanlı Devleti önce Balkan Savaşları, ardından Trablusgarp’ın kaybı sonrasında Harb-ı Umumi’ye bu kayıplarını telafi etmek amacıyla dahil oldu. Savaş için milyonlarca insan silah altına alınıyordu, ama bir de gitmesi şart olmadığı halde savaşa katılanlar vardı. Mekteb-i Sultani mezunlarından Fuad Bey, Hasnun Galip Bey, harpte düşen ilk havacımız İbrahim Orhan Bey ve Sadi Bey gibi Galatasaraylılar bu şekilde, gönüllü olarak gittikleri Balkanlarda, Cihan Harbi’nde, Sakarya’da, kısacası vatan savunmasında şehit düştüler [1]. Mühendis Arif Bey gibi, döneminde Fenerbahçe’nin simge isimlerinden biri de [2], Çanakkale’deki 27. Alay’da şehit olan Beşiktaş kaptanı Kazım da (ki kendisi Beşiktaş Marşı’nı yazmıştır) bu topraklar uğruna şehit düşen futbolcular, zamanın tabiriyle ‘idmancılar’ olmuştur [3]. Söz konusu vatansa gerisi teferruat diyerek, o günün futbolunda oldukça yetenekli ve istikbal sahibi olmalarına rağmen; onlar cepheye koşmayı, çeviklik ve atikliklerini bu sahada kullanmayı seçtiler.

Şehit Hasnun Galip Bey, Galatasaray’ın başarılı oyuncularındandı.

Peki harp ve futbol? Her savaş gibi Türk Kurtuluş Savaşı da sadece çarpışmalardan ibaret değildi, hatta asker zamanının çoğunu savaş alanı dışında, cephe gerisinde geçirirdi. Sakarya Meydan Savaşı sonrasında nehrin batı tarafına çekilen Yunan ordusu karşısında bulunan tümenlerimiz, bir savunma hattı oluşturmak amacıyla uzun süre sabit kaldılar. Bu sırada askerler kendi aralarında zaman geçirmek amacıyla top oynarlar, harbin kesif atmosferinden bir süreliğine çıkıp eğlenmeye çalışırlardı.

Bu savunma hatlarında askeri manada görülen küçük bir hareketlilik, Yunan karargahı tarafından bir taarruz göstergesi olarak algılandığı için, Büyük Taarruz planları bunu önlemek amacıyla zekice bir şekilde tasarlandı. Taarruz planının son halinin Kolordu kumandanlarına gizli bir şekilde bildirilmesi için cephe karargahı ve kolordular arasında bir futbol karşılaşması düzenlendi [3]. Kimi komutanlar burada ilk kez bir futbol maçına şahit oldular. Aynı gün plan kesinleştirilerek kolordu komutanlarına bildiriliyor, 26 Ağustos 1922 günü Türk Ordusu taarruza kalkıyor ve kısa sürede zafere ulaşıyordu.

General Charles Harington Harington.

Büyük Zafer’den sonra İstanbul 1 sene daha işgal altında kaldı. Bu süre zarfında İşgal kuvvetlerinin İstanbul’daki başkomutanı olan General Harington da futbola ilgi duyan biriydi. Dönemin Fenerbahçesi ise yabancı ekiplere karşı o dönemin başarılı takımlarından olup, savaş zamanında da Anadolu’ya desteğinden ötürü binası basılacak derecede ‘dikkat çeken’ bir kulüptü [4]. Ateşkes imzalandıktan sonra ayrılmaya hazırlanan Harington gitmeden önce -artık intikam amacıyla mı dersiniz- bir turnuva düzenlemiş ve kendi adına olan kupanın finalinde bir Türk takımı ile karşılaşacak, elit İngiliz futbolcularından kurulu bir takım oluşturmuştu: Goldstream Guards. İstanbul gazetelerinde Türklere meydan okuyan ‘Gardler Muhteliti’, karşısında beklenildiği gibi tam kadro olmak üzere Fenerbahçe’yi bulur (Galatasaray’ın da destek amacıyla oyuncularını bu maç için Fenerbahçelilere önerdiğini söylemeden geçmeyelim [5]). Taksim Stadı’nda oynanan karşılaşmanın ilk yarısını 1-0 geride kapatan Fenerbahçe, ikinci yarıda Zeki Rıza (Sporel) ile bulduğu iki gol sayesinde kupayı kazanacak, sadece bir zafer daha kazanmış gibi sevinen seyircileri değil, ta Lozan’dan tebrik için telgraf çeken İsmet Paşa heyetini de pek mesut edecekti [4]. Kısa bir süre sonra da işgal kuvvetleri İstanbul’u terk ettiler.

Maçtan bir kare.

Kurtuluştan sonra da futbola duyulan ilgi artarak devam etti, öyle ki bazı komutanlar soyadı olarak futbol takımlarının isimlerini aldılar. Kurtuluş Savaşı’nda Süvari Kolordusu’nun başarılı kumandanı Fahrettin Paşa, soyadı olarak zevkle izlediği Altay takımının ismini -Atatürk’ün uygun görmesiyle- almıştır [6]. Kısaca söylemek gerekirse bu topraklarda futbol, Türk halkının en zorlu, en çetin dönemlerinde bile var olup gerek sahada alınan galibiyetlerle milletin bir timsali olmuş, gerekse saha dışındaki faydalarıyla zafere giden yolda yanımızda olmuştur.

*Kapak resmi ve ilk resim twitter.com/dsavaslari adresinden, diğer resimler sırasıyla galatasaray.org, sabah.com.tr, wikimedia.org ve fenerbahce.org sitelerinden alınmıştır.

Kaynaklar

[1] http://www.galatasaray.org/s/galatasaray-sehitleri/18
[2] http://www.canakkaletravel.com/yazi/canakkale-savasi-spor-ve-sporcular.html
[3] http://www.salom.com.tr/haber-88801-kurtulus_savasindan_futbol_hikyeleri.html
[4] http://www.fenerbahce.org/kurumsal/detay.asp?ContentID=3561
[5] https://gundemvetarih.com/2011/07/06/ozgurluge-yuruyus-harrington-kupasi-2/
[6] http://www.altay.org.tr/sabit.asp?i=24

Leave a Reply