Seyrantepe’de hazırlıklar tamam. Ligimiz için erken bir final zamanı. “Çok mu erken?” diyebilirsiniz. Ancak ligin geldiği noktada, diğer takımlardan çoktan kopan bu iki ekip için şampiyonluk yolunda kaderlerini belirlemenin başka bir yolu kalmadı.
Hemen her derbide olduğu gibi, kazanan taraf yalnızca üç puan değil, aynı zamanda ciddi bir psikolojik üstünlük de elde edecek. Bu noktada altını kalın çizmek gerekir ki diğer derbilerden farklı olarak gerginlik öyle bir tırmandı ki yaşanacak ciddi bir sinir boşalmasıyla birlikte, galip gelen takımın elde edeceği ivme ligin sonuna kadar kazananı belirleyebilir. Öte yandan, kaybeden taraf stresi yönetemezse onu sürpriz sonuçlar bekleyebilir.
Elbette rasyonel açıdan bakıldığında kazanan, yalnızca üç puan elde edecek ve ligin bitmesine hâlâ haftalar var denebilir. Ancak bunu söylemek için Galatasaray ya da Fenerbahçe taraftarı olmamak gerek. Çünkü yöneticisinden antrenörüne, futbolcusundan yorumcusuna kadar haftalardır herkesin dilinden düşürmediği bu maç, taraftarlar için zaten çok önemliyken, sportif açıdan da adeta bir hayat memat meselesine dönüştü.
İşler bu denli kızışmışken, gelin iki takım için de bu maçın ne ifade ettiğine bakalım. İşte, ev sahibinden başlayarak derbiye ön bakış:
Galatasaray

Derbiye hem puan hem de averaj açısından avantajlı gelen takım olan Galatasaray’da, son ayda ivmenin biraz düştüğü açıkça görülüyor. Ligin ilk yarısında, özellikle Yunus Akgün’ün çıkışıyla birlikte, geçen yıla kıyasla şampiyonluk yarışında ipi daha erken göğüsleyebileceği yönünde yorumlar yapılıyordu. Ancak ligde ağızda buruk bir tat bırakan oyunların üzerine Avrupa’daki hayal kırıklığı da eklenince, Galatasaray derbiye şölen havasından biraz olsun uzaklaşmış gibi görünüyor.
Ligde son iki yılın şampiyon hocasına sahip bir takım için bu kadar kasvetli bir havanın nedeni merak ediliyorsa, en temel cevap Galatasaray’ın alıştığı kulüp kültürü olacaktır. Son yıllarda Avrupa’da istenilen başarılar elde edilememiş olsa da yerel ölçekte gelen şampiyonluklar, taraftarda bu galibiyetlerin Avrupa sahnesine de taşınması yönünde bir beklenti oluşturuyor.

Okan Hoca, Avrupa’nın görece sıradan takımlarından dört gol yiyerek taraftarını hayli kızdırdı denebilir. Tıpkı geçen yılki Prag maçı gibi, Galatasaray’ın özellikle 10 kişi kaldığında dahi oyunu soğutabilecek bir oyun kurgusuna sahip olmaması ve presin adeta tek çare gibi görülmesi, sıradan Avrupa takımları karşısında bile cezalandırılabilir bir oyun anlayışına dönüştü.
Ancak bu bir derbi. Galatasaray, stresi hemen her zaman lehine çevirmeyi başarmış bir ekiptir. “Bu kez stres yükü çok fazla,” diyebilirsiniz. Okan Hoca, bu baskıyı ne kadar azaltabilir ve taraftarını ne kadar arkasına alabilirse, ivme o kadar sarı-kırmızılı ekibin lehine dönecektir.
Derbide hocanın en büyük silahı ise, her ne kadar formsuz dönemden payını alsa da, şüphesiz Osimhen olacaktır. Gelişiyle büyük yankı uyandıran Nijeryalı forvet için bu maç, özellikle Icardi’nin sakatlığı sonrası yaşadığı düşüşü tersine çevirmek adına bir ispat mücadelesi olacak.
Fenerbahçe

Rakibi her ne kadar düşük viteste olsa da ve kendisi adeta gazı sonuna kadar açmış şekilde Rams Park’a gelse de, Fenerbahçe temel olarak dezavantajlı bir konumda. Puan olarak geride olan sarı-lacivertliler, 3-1’in rövanşında ikili averaj açısından ciddi bir dezavantajla ve üstelik deplasmanda oynayacakları bir derbiye çıkacaklar. Ancak, bu bir derbi olduğu için takımların son haftalardaki form durumları, erken gelecek bir gol ya da kırmızı kartla bir anda önemsiz hâle gelebilir.
Böylesine zorlu bir atmosferde, Fenerbahçe’nin üç puan reçetesi ne son haftaların formda ismi En-Nesyri ne de sarı-lacivertli ekibin, yaygın tabirle “yıllanmış şarapları” olacak. Peki, kim? Bu kez cevap net bir şekilde kulübede.
Çünkü Jose Mourinho, rekabeti bir düşmanlık hikâyesine çevirerek motive olmayı seven bir teknik adam. Tıpkı bir başka spordan tanıdığımız Michael Jordan gibi, intikam duygusuyla en yüksek performansına ulaşabiliyor. Üstelik bu kez Jordan gibi hayali düşmanlar yaratmasına bile gerek yok. Çünkü Okan Hoca, ligin ilk yarısında Kadıköy’e gelip Mourinho’yu adeta hiçbir soru işareti bırakmadan mat etmişti. İşte bu nedenle, bu maç derbi olmasaydı bile, Jose Mourinho o mağlubiyeti kişisel algılayıp özel bir planla sahaya çıkardı.

Bu maç, üstelik bir derbi mücadelesi. Tıpkı Real Madrid’e ilk geldiği yıllarda düzenli olarak aldığı 5-0’lık Barcelona mağlubiyetleri gibi, Fenerbahçe de—hepsi onun döneminde olmasa da—Galatasaray’dan sıkça üç gol yiyor. İşte bu bağlamda, tarihsel dengeler epey tersine dönmüşken, yazının en sivri ve en radikal tahminini burada yapmak istiyorum.
İtiraf etmeliyiz ki ligin alev alev yanan gündeminde, bu maçta hakem konuşmadığımız bir derbi olmasını dilemek ya da “iyi oynayan kazansın” temennisinde bulunmak, hiçbir taraftarın ilk düşüncesi olmayacaktır. Bu yüzden, ortadan gitmek yerine gerçekten iddialı bir öngörüde bulunmak istiyorum.
Eğer biz futbolseverler olarak Jose Mourinho’yu biraz olsun tanıyabildiysek—hele ki elinde bu kadar ivmeli bir takım varken—eğer Fenerbahçe bu maçı kazanacaksa, skora nasıl yansıyacağını bilemem ama çok üstün bir oyun ortaya koyacağını düşünüyorum. Yani, maç klasik bir derbi atmosferinden çıkıp, adeta Fenerbahçe lehine tek taraflı bir hâl alabilir.
Beraberlik ihtimali elbette her zaman masada. Ancak benim bahsettiğim şey, skordan bağımsız olarak, Fenerbahçe’nin kazandığı paralel evrenin gerçekliği. Öte yandan, karşı tarafta son iki yılın şampiyon hocası var. Üstelik böylesine tartışmalı bir ortamda, Jose Mourinho’ya karşı kendini bir kez daha kanıtlamak isteyeceği de kesin.
Çok bile düşündük taşındık. Sıra onlarda. Herkes ekran başına. Final başlıyor!
Görseller Hürriyet, Galatasaray ve Fenerbahçe sayfalarından alınmıştır.