Birçoğumuzun Ramazan aylarında gerçekleştirilen gösterilerden dolayı aşina olduğu meddahlık, günümüzde gelenekleri ile birlikte yaşatılmaya çalışılan mesleklerden bir tanesidir. Mutlaka ki Osmanlı döneminde kazandığı “popülerliğini” günümüzde sürdürmesi mümkün değildir. Lakin, Ramazan aylarında özellikle iftardan sonra gerçekleştirilen toplu eğlencelerin de, Karagöz ve Hacivat ile birlikte, merkezinde bulunmaktadır.
Aslen Arapça kökenli bir kelime olan meddah, seslerin çağrışımından da anlaşılacağı üzere, bir kimsenin veya bir nesnenin üstün niteliklerini övmek ya da yüceltmek anlamına gelen medh kelimesinden türetilmiştir. Türetildiği hâliyle meddah, övgücü ya da çok öven olarak günümüz Türkçesine çevrilebilir. Ancak bir sahne sanatı olarak meddahlıktan bahsettiğimiz zaman Arapça anlamından uzaklaşmış bulunduğunu ve Türkçede daha farklı bir anlam kazandığını görebiliyoruz.
İslamî kökenleri olan, ancak Türk toplumlarında zamanla daha farklı bir anlam kazanan meddahları Kubbealtı Lügati kısaca “halka açık yerlerde, saraylarda, konaklarda tekerleme ve şiirlerle başladığı hikâyeleri çeşitli şahıs, lehçe, hayvan ve kuş taklitleri yaparak anlatmak suretiyle dinleyenleri kâh güldüren kâh düşündüren sahne sanatkârı” olarak tanımlıyor. Aslında bu tanımıyla meddahların fonksiyonlarından biri, günümüzde komedyenler tarafından da sıkça kullanılan bir klişeyi bizlere hatırlatıyor: “güldürürken düşündürmek”.
Orta Asya’dan itibaren Türk topluluklarında önemli bir yeri olan hikâyecilik, İslamiyet’in kabulünden önce de kültürde yer almaktaydı. Osmanlı’nın kuruluşundan önce de toplumda önemli bir yeri olan hikâye anlatıcıları genelde baksı ya da ozan diye adlandırılırdı. Ancak ozanların günümüzde meddah olarak adlandırdığımız sahne sanatkârlarından daha farklı bir anlatım tarzı mevcuttu. Meddahlık, zaman içerisinde Türk topluluklarının kendine has gelenek ve görenekleri ile – İslamî boyutunu da es geçmeden – Arap coğrafyasındaki meddahlıktan daha farklı gelişmiştir.
Yukarıda da bahsedildiği gibi, Türk toplumlarında meddahlığın ortaya çıkmasına öncülük eden ozanlar, 14. yüzyılda Osmanlı’nın kuruluşundan itibaren saraylarda kendilerine yer bulmuşlardır. Önceleri, özellikle erken dönemlerde daha ziyade saraylarda görev alan meddahlar zamanla daha toplumsal mekânlarda yer tutmaya başlamışlardır. Hem kültürel yatkınlıktan dolayı hem de sanatları gereği meddahlar Osmanlı toplumunda da çok önemli bir rol oynamışlardır.
[box_light]Meddah Kahvehaneleri[/box_light]
Meddah gösterilerinin toplumsallaşması noktasında akıllarda bulundurmamız gereken önemli olgulardan birisi de özellikle Osmanlı’da kahve ve kahvehane kültürünün yaygınlaşmasıdır. Osmanlı’da kahvehanelerin ilk örneklerine 16. yüzyılın ortalarında rastlanır. Mahalle aralarında kahvehanelerin gitgide yaygınlaşması ise 17. yüzyılın başlarına tekabül eder. Mahalle kahvehaneleri zamanla farklı tiplerde kahvelerin de ortaya çıkmasına sebep olur, ki bunlardan bir tanesi de meddah kahvehaneleridir. Meddah kahvehanelerinin ortaya çıkışıyla, meddahlık da farklı bir boyut kazanmıştır.
Özellikle İstanbul’da birçok meddah kahvehanesi açılır ve İstanbul’un eğlence hayatına da önemli bir katkıda bulunur. Meddahlar anlattıkları değişik hikâyeler, öyküler ile dinleyenlerin akıllarına kazınır. Halk hikâyeciliğinin en güzel örnekleri de bu kahvelerde meddahlar tarafından verilir. Kahvehanelerde genellikle görülebilmesi adına herkesten daha yüksekte otururdu meddahlar. Bunun yanı sıra da meddahlar gösterilerini yaparken süngü, tuğ gibi bazı eşyalar bulundururlardı. Bu eşyalar farklı imgelemleri olan, meddahlara has eşyalardı.
Meddahlar gösterilerini, günümüzden farklı olarak, sadece Ramazan aylarında yapmazlardı. Daha geniş zamana yayılan bu sanat gösterisi kendine has üslubu ile sadece halkın değil Avrupalı seyyahların da ilgisine mazhar olmuştur. Batı’dan gelenler için meddahlar sadece sanatkârlar değil toplum içerisinde de önemli roller oynayan, bir bakıma toplumu toplumdan daha iyi bilen hikâyeciler, hatta tarihçilerdir. Meddahlara olan ilgisini gizleyemeyen Avrupalı yazarlardan bir tanesi de Fransız yazar Gerard de Nerval’dir.
Meddahlar kendilerine has sembolleri, hikâyeleri ve destanları bazen sadeleştirerek farklı ağızlardan anlatışları ile Osmanlı toplumunda ve sarayında çok önemli bir yer kazanmışlardır. Aslında meddahları en güzel tasvir edenlerden birisi de Fuad Köprülü’dür:
“Anadolu ve Rumeli Türklerinin eski edebi hayatında meddahlığın çok büyük bir yeri vardır; çünkü bizde halk hikâyeciliğini temsil edenler, asırlardan beri meddahlar olmuştur. Halk kahvehanelerinden saraylara kadar her sınıf ve seviyede insanlara mahsus mahfillerde aranan ve sevilen hikâyeler, taklitler ve nüktelerle her sınıf halkı eğlendiren bu hikâyeciler, edebiyat tarihimiz için çok mühim bir mevzudur.”
[box_light]Kaynakça[/box_light]
Cem Sökmen, Aydınların İletişim Ortamı Olarak Eski İstanbul Kahvehaneleri, Ötüken Neşriyat, 2013.
Emre Taş, Osmanlı’da Ramazan Geceleri, Tariheyolculuk.org, 2013.
Mehmet Fuat Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1966.
Kubbealtı Lügati, Meddah, Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı.
Özdemir Nutku, Meddah, İslam Ansiklopedisi, Cilt: 28, Sayfa: 294.
Prof. Dr. Süleyman Tülücü, Meddah, Meddahlık ve Meddah Hikâyeleri Üzerine Bazı Notlar, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 24, 2004.