Emperyalizmin Işığında Birleşmiş Milletler ve İnsani Müdahale: Libya ve Arap Baharı

Tarihler 18 Aralık 2010’u gösterdiğinde, hiç kimse Tunus’ta başlayan hükumet karşıtı protestoların tüm Arap coğrafyasını değiştirecek isyan, savaş ve devrim dolu bir dönemin kapısını açtığının farkında değildi. Tunus’la başlayan isyan hareketleri sadece burasıyla sınırla kalmayacak ve tüm Arap Ligi devletlerine yayılacaktı. Batılı stratejistler, bu hareketleri Arap Baharı olarak adlandırmayı seçtiler. Gerçekten de bazı devletlerde halkın isteğini yansıtan yeni hükumetler kurularak “bahar” yakıştırmasının hakkı verildi. Ancak sonu gelmeyen isyanlar ve iç savaştan oluşan bir batağa saplanarak bahardan kışa geçiş yapan devletler de oldu. Bunun en aktif örneği Suriye’de halen devam etmekte olan iç savaştır. Fakat bu yazıda biz, yıllarca çarpık bir yönetimle ülkeyi kontrol eden bir diktatörden kurtularak baharı yaşayan devletlerden birini ele alacağız: Libya.

Muammer Kaddafi

Muammer Kaddafi

Libya’da sivil itaatsizlik hareketlerinin başlangıcı Şubat 2011 olarak belirtilebilir. O tarihte Libya, Albay Muammer Kaddafi tarafından yönetilmekteydi. Kaddafi, ülke yönetimini 1969’da yapılan bir darbeyle ele geçirmişti ve o zamandan bu yana devletin kontrolü onun elindeydi. Batılı devletler, Libya’da ciddi düzeyde insan hakları ihlalleri olduğunu ve yolsuzluğun had safhaya ulaştığını zaten bilmekteydiler. Bu sebeple Arap Baharı’nın Libya’ya sıçraması beklenen bir olaydı.

Devrim hareketleri, ülkenin ikinci büyük şehri olan Bingazi’deki sivil direnişle başladı. Sadece üç gün içerisinde, isyancılar şehrin kontrolünü büyük ölçüde ele geçirdiler ve çevre şehirlere doğru yayılmaya başladılar. Bunun üzerine hükumet güçleri, şehri yeniden ele geçirmek amacıyla Bingazi’yi kuşattılar; ancak isyancıların güçlü direnişiyle karşılaşarak geri çekilmek durumunda kaldılar. Dahası, protestolar başkent Trablus’a kadar yayıldı ve muhalifler, Kaddafi’nin oğlu tarafından yönetilen bir televizyon kanalının binasına saldırarak, mevcut yönetimi hiçbir şekilde istemediklerini açıkça ortaya koydular.

Bayda şehrinde gösteri yapan kalabalık

Bayda şehrinde gösteri yapan kalabalık

Hükumet güçleri, başkentteki protestolara ve televizyon kanalına yapılan saldırıya, şiddet ve aşırı güç kullanarak karşılık verdi. Protestocuların üzerine açılan ateş yüzünden yüzlerce protestocu hayatını kaybederken bir o kadar sivil de yaralandı. Yaralıların bir çoğu hükumetin verdiği emir sebebiyle hastanelere alınmadı ve sokaklarda can verdi. Göstericilere karşı şiddet kullanımının bu kadar korkutucu boyutta olması, uluslararası toplumun da gözünden kaçmadı. Birleşmiş Milletler de dahil olmak üzere pekçok uluslararası örgüt, hükumet eliyle yapılan bu vahşeti kınadı. Dahası birçok Libyalı bürokrat ve diplomat ya bu barbarlığa katlanamadıklarından istifa ettiler ya da protestoculara destek oldukları için işlerinden oldular. Ülke çapında bir cadı avı başlatıldı; protestolara karıştığı ya da destek verdiği düşünülen herkes, vatan haini ilan ediliyor ve peşlerine düşülüyordu.

Yine de isyancılar, başkent Trablus’u ele geçirmek ve Kaddafi’yi devirmek için uğraşmaya devam ettiler. Kaddafi’yi devirebilmeleri ihtimaline karşılık ülkede oluşacak olan yönetim boşluğunu dolduracak bir alternatif olması adına Bingazi’de geçici bir hükumet kurdular. Ancak isyancıların başarıları çok uzun sürmedi. Önce hükumet güçleri ülkenin büyük çoğunluğunda kaybetmiş oldukları kontrolü yeniden ele geçirdiler. Ardından isyancılar bir bir avlanmaya ve aleni şiddete maruz kalmaya başladılar. Devlet eliyle yapılan vandallık öyle bir boyuta ulaştı ki uluslararası toplum daha fazla sessiz kalamadı.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısı

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısı

17 Mart 2011’de NATO’nun çağrısı üzerine toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde gündem, Libya İç Savaşı’ydı. Toplantının sonunda üye devletler, Libya’da sivillere karşı gerçekleştirilen aleni saldırıların insanlık suçu olduğunu belirterek NATO kontrolünde bir insani müdahaleyi onaylayan 1973 sayılı kararı duyurdu. Alınan bu kararla birlikte, BMGK Libya üzerinde uçuşları yasaklarken NATO’yu da Libyalı sivilleri korumak için gereken tüm önlemleri almakla görevlendirdi. Sadece iki gün sonra Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İtalya, Norveç, Katar, İspanya, İngiltere ve ABD’den oluşan koalisyon güçleri, Libya’ya askeri müdahale başlattı. Libya hava sahası üzerinde gerçekleştirilen sortilerle isyancı güçlere havadan destek sağlanırken, Libya’nın Akdeniz kıyıları da koalisyon güçlerine ait deniz kuvvetleri ile kuşatıldı. Kısa sürede koalisyon güçlerinin sayısı, askeri lojistik destek sağlayan yeni devletlerin de katılımıyla yirmi yediye ulaştı. Ancak koalisyon kuvvetlerinin komutası Fransa, İngiltere ve ABD üçlüsündeydi.

a-canadian-soldier-looks-at-a-cf-18-as-it-at-camp-fortin-inBirleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde müdahale kararı için uzlaşma sağlandığında, koalisyona katılarak aktif rol almayı kabul eden devletler, müdahaleyi kısa tutmak konusunda hemfikirdiler. Fakat onların beklentisinin aksine müdahale çok da kısa sürmedi. Zira Kaddafi hükumeti, isyancılara ve müdahale eden güçlere karşı tam gaz direnmekteydiler. Bu sebeple koalisyon güçlerine ait hava kuvvetleri, 2011’in Ekim ayının sonlarına kadar Libya üzerinde sayısız sorti gerçekleştirdiler. 20 Ekim’de gerçekleştirilen güçlü bir saldırının ardından Muammer Kaddafi, kaçmak üzereyken isyancılar tarafından yakalandı ve linç edilerek öldürüldü. Yeni ve stabil bir hükumet kurulmasının tek yolu, Kaddafi’nin devrilmesi olarak algılandığından, isyancıların Kaddafi’yi öldürmelerinin akabinde uluslararası toplum insani müdahalenin misyonunu doldurduğuna karar verdi. Bu sebeple, her ne kadar Libya’da kurulan yeni hükumet, koalisyon güçlerinin bir süre daha ülke güvenliğine destek olmalarını talep etse de, 31 Ekim 2011 itibariyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 2017 sayılı kararıyla Libya’ya askeri müdahalede bulunması için NATO’ya verdiği yetkiyi sonlandırdı ve Libya müdahalesi, resmi olarak bitirilmiş oldu.

Müdahale karşıtı gösterilerden bir kare

Müdahale karşıtı gösterilerden bir kare

Libya’ya askeri müdahale pekçok uluslararası örgüt tarafından desteklenmiş olsa da karşı çıkanlar da yok değildi. Belli başlı devletler, bunun Libya devletinin iç işi olduğunu ve herhangi bir dış müdahalenin devletin egemenliği ilkesini ihlal manasına geleceğini belirterek müdahale seçeneğinin masadan kalkmasını istediler. Ancak müdahalede bulunmak için Birleşmiş Milletler’in de kendince gerekçeleri vardı ki en önemlisi ve müdahalenin meşru bir zemine dayandığının kanıtı, 2005 Birleşmiş Milletler Dünya Zirvesi’nde alınan koruma sorumluluğu politikasıydı. Buna göre, eğer sivilllerin hayatı tehlikede ise; Birleşmiş Milletler onaylı bir müdahale yasal bir zeminde gerçekleştirilebilirdi. Birleşmiş Milletler çalışanları, Libya’ya müdahaleyi eleştirenlere karşı verdikleri tüm demeçlerde sivilleri koruma sorumluluğunun altını çizdiler. Ancak sivilleri koruma sorumluluğu politikasının bizzat kendisi de eleştirilere hedef olmuş durumdaydı. Zira Libya’daki olayların bir benzeri uzun bir süredir bir Batı Afrika ülkesi olan Fildişi Sahili’nde de meydana gelmekteyken Birleşmiş Milletler, buradaki sivilleri korumak gibi bir sorumluluk hissetmemişti.

1427828653217Müdahaleye eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşanların pekçoğu, Libya’nın coğrafik ve jeopolitik konumundan kaynaklanan öneminin müdahale kararı çıkmasında önemli bir rolü olduğunu savunuyorlardı. Birçok açıdan bu iddiaların haklılık payı olduğu söylenebilir. Zira Kaddafi’nin Libya’sı, Kuzey Afrika’nın en önemli devletlerinden biriydi. Petrol de dahil olmak üzere onlarca farklı doğal kaynağa ev sahipliği yapmasının yanında, küçük nüfusunu kat kat aşan finansal bir sermayeye de sahipti. OPEC üyesi devletlerden biri olan Libya, dünyanın en büyük petrol rezervlerinden birini de içinde barındırması itibariyle kritik önem arz ediyordu. Ayrıca Libya Yatırım Otoritesi tarafından yönetilen hükumet fonları, kendi türünde dünyanın en büyüğüydü. Libya Merkez Bankası’nın tuttuğu altın rezervlerinin 100 tondan fazla olduğu da göz önüne alındığında, Batılı güçleri emperyalizmle suçlayanların çok da haksız olmadıkları söylenebilir.

Libya müdahalesinin meşruiyeti halen daha tartışılıyor olsa da müdahalenin Libya halkına istediğini büyük ölçüde verdiği de bir gerçekliktir. 42 yıllık diktatörlüğün boyunduruğundan kurtulan halk, demokrasiye geçiş manasında kayda değer adımlar atmakta ve gelişmiş devletlerle daha ciddi bir etkileşime girmektedir. Her ne kadar Libya’ya müdahale kararının Libya halkının iyiliği düşünülerek değil de Batılı devletlerin çıkarlarını korumak için yapıldığını gösteren çok sayıda delil olsa da, sonuçta halkın çıkarlarına da hizmet eden adımlar atılmış ve Libya’yı daha demokratik bir geleceğe yönlendirecek olan hayati bir eşik aşılmıştır. Bu bağlamda denilebilir ki Arap Baharı, Avrupa’dan esen bir rüzgarın itici gücüyle Libya’da kendisini gerçekleştirmeyi başarmıştır.


KAYNAKÇA

1-Bellamy, A. (2011). The New Politics of Protection? Cote d’Ivoire, Libya and the Responsibility to Protect. International Affairs, 87(4), 825-850. Retrieved July 19, 2015, from JSTOR.

2-Bush, R. (2011). Humanitarian Imperialism. Review of African Political Economy, 38(129), 357-365. Retrieved July 19, 2015, from JSTOR.

3-Gazzini, C. (2011). Was the Libya Intervention Necessary? Middle East Report, 4(261), 2-9. Retrieved July 19, 2015, from JSTOR.

4-Resolution 1973 (2011), Adopted by the Security Council at its 6498th meeting, on 17 March 2011

5-Resolution 2017 (2011), Adopted by the Security Council at its 6644th meeting, on 31 October 2011

6-11-Zoubir, Y. (2012). The End of the Libyan Dictatorship: The Uncertain Transition. Third World Quarterly, 33(7), 1267-1283. Retrieved July 19, 2015, from JSTOR.

Leave a Reply