Osmanlı’da 19. Yüzyılda tarım arazilerinin yarısından fazlası mültezim adı verilen imparatorluk memurlarınındı. Mültezimler tarım arazilerinin büyük bir kısmına el koydukları gibi topraklarda üretilen ürünlerin büyük bir kısmını da alıyorlardı. Bununla birlikte köylüler üzerinde de hak sahibiydiler. Köylüler ise kendilerine kalan az sayıdaki ürünleriyle geçinmeye çalışırken bir yandan da aşar vergisi ödemekteydiler. Devletin nakit ihtiyacı arttıkça, köylülerin ödemesi gereken miktar da artıyordu ve bununla birlikte yaşam şartları da kötüleşmekteydi.
Mali ihtiyacını köylülere yükleyen Osmanlı, yabancı devletlere verdiği kapitülasyonlar yani ekonomik ayrıcalıklarla yerel ürünleri bir nevi yok etmişti. Kanuni zamanından beri uygulanan bu ayrıcalıklar batılı emperyalizmin Osmanlı’yı boyunduruk altına almasını kolaylaştırıyordu. Batılı ülkelerin gözünü diktiği Osmanlı topraklarında yerli bir sanayinin gelişmesine olanak tanınmıyordu. Hâlihazırda ekonomik ve sosyal açıdan kontrol altında tutulan Osmanlı, gittikçe zayıflatılmak isteniyordu. Getirilen iç gümrük vergilerinin artmasıyla da birlikte yerli malların yabancı mallarla rekabet edecek gücü kalmıyordu. Bununla birlikte emperyalizmin sızdığı tek yer pazar değildi, posta servisinde de bir hayli ilerideydiler. Yerli posta idaresinde İstanbul’da bir semtten bir semte bir haftadan sürede ancak kat eden mektup, yabancı posta servisleriyle ülkenin bir ucundan diğer ucuna çok daha kısa zamanda ulaşabiliyordu. Bu yüzden daha tercih ediliyor, insanların taleplerini karşılıyordu. Gümrük vergileri yabancı ürünün dolaşımını teşvik ediyor ancak yerli ürünün ülke içinde dolaşmasını çok daha zorlaştırıyordu.
Emperyalist malların ülke içerisinde en ücra köşelere bile ulaşmasını yine emperyalist devletler sağlamaktaydı. Yollar ve demiryolları gibi yapılarda yine onlar tarafından inşa ediliyor ve bu da yeni bir sömürüyü doğuruyordu. Yabancı devletler inşaat için komisyon ücreti talep ediyor, halkı ve imparatorluk kasasını sömürüyorlardı. Emperyalistler elde etmiş oldukları bu üstünlükler sayesinde Osmanlı’daki feodal rejimin sürüp gitmesini tercih ediyorlardı.
Emperyalist devletlerin Osmanlı’ya bu denli müdahale etmesinden ve iç pazarı ele geçirmesinden en çok etkilenen, ticaretten kazandıkları miktarı yerli kapitalist işletmeden kazanamayan burjuvazi, statükonun değişmesini talep ediyorlardı Jön Türklerin sosyalizm adı altında aslında savundukları milli kapitalizm onların çıkarlarına hizmet etmekteydi.
Çözülmeyi hızlandırarak devrimci düşünceyi geliştirecek ideolojik koşullarda oluşmuştu. Osmanlı’da ortaya çıkan özgürlük arayışının kaynağını Avrupa’da gerçekleşen burjuva devrimleri sağladı. Kapitalist sistemin milli versiyonunu güden devrimciler 1848 Fransız devrimi ve İtalya’da baş gösteren milliyetçilik akımını Osmanlı’ya taşımışlardı ve aynı anda Rus devriminin dalgaları da Osmanlı’yı etkilemeye başlayacaktı. Azınlıkların da özgürlük talebi bu siyasi ortamın meyvelerinden birisidir.
Osmanlı’da Sosyalizm, özellikle Fransız devriminden etkilenip ancak sosyalizmi tam olarak anlayamamış burjuvalarla birlikte imparatorluk sınırlarına girmiştir. Siyasi alanda bu ideolojiyi temsil etmekte pek etkili olamayan Osmanlı Sosyalist Fırkası ve ardından kurulacak olan Türkiye Sosyalist Fırkası yine ideolojiyi tam olarak yansıtamamıştır. Ne var ki, Osmanlı’da sosyalizm adı altında hareketlilik olması işçi eylemlerine ve sosyalizme önemli bir temel hazırlamıştır.
Kaynakça:
Akdere, İlhan ve Zeynep Karadeniz. Türkiye Solu’nun Eleştirel Tarihi-1. İstanbul: Evrensel Basım Yayın, 1996.