Tarihin tozlu sayfaları arasında kaldığı iddia edilen ama bir o kadar da insanların merakı dolayısıyla göz önünde olan kuruluşlar vardır. En çok merak edilenlerden biri de masonlardır. Dışarıdan bakıldığında masonlar kadınları almayan ataerkil, baskıcı ve gizemli bir yana sahiptir. Bu sebeple Masonlarla ilgili çok sayıda komplo teorisini karşılaşmamız mümkün. Fakat Masonluk tarihi yüzlerce yıllardır unutulmuş olsa da herkesin ulaşabileceği bir yerde duruyor. İskoçya’nın başkenti Edinburgh’daki ünlü kale ve esrarengiz çıkmaz sokaklarına kıyasla parke taşlarla kaplı sakin Hill Street sokağı pek bir sır barındırabilecek bir yer gibi görünmüyor.
Sokakta yavaşça yürürken, bir kapının üstünde altın işlemeli “Edinburgh Locası (Mary Şapeli) No 1” yazısı gibi bir levhayla karşılaşabilirsiniz. Hill Street 19 numaradaki bu şapel bir mason locasıdır. 1599’a kadar giden tarihiyle dünyanın hala ayaktaki en eski locası. Bu bazıları için şaşırtıcı bir bilgi olabilir. Konunun meraklısına sorulsa masonluk ne zaman başladı diye, çok daha sonraki bir tarih söylenecektir. Bu tarih büyük ihtimal 1717 İngiltere Büyük Locasının kuruluş tarihi olacaktır. Fakat bugün bildiğimiz masonluk İskoçya kökenlidir.
Masonluğun kökenleri orta çağ taş ustalarına dayanır. Orta Çağ’da müşterilerle ustaların ilişkilerini düzenleyen yerel localar, kendi tanımlarına göre “kardeşlik” üzerine kurulu kurumlardır. Masonluk, üyelerinin tek manevi ve metafizik idealleri paylaşması ile karakterize olur. Aralarında ortak bir felsefi tutum ve insanlık ülküsü olduğunu savunurlar ve bütün insanlar için ortak koşulan insanlık ülküsü noktasında insanlar arasında sevgi, saygı, tolerans, hak eşitliği, evrensel kardeşlik ve bilimsel gelişmenin gerekliliğini kabul eder. Masonlara kendilerini, “Bütün insanlar arasında, sevgi, hoşgörü ve kardeşliğin kurulmasını hedefleyen ve çalışmalarını hakikatin araştırılması yolunda yoğunlaştırmış bir fikir üst yapı kurum.” olarak tanımlar.
Masonlara göre, bir masonun amacı her bakımdan gelişmiş, ideal bir insan olmaktır. Bu doğrultuda masonik felsefe, daha iyi bir birey olmaya odaklanmıştır. Öyle ki masonlukta, kötü bir bireyi iyi bir birey haline getirme uğraşı bile söz konusu değildir. Masonlar kendi aralarında bağlılıklarını dile getirmek amaçlı, birbirlerine karşı kardeş olarak hitap ederler. Bununla beraber yine kendi aralarında bazı kabul ettikleri ilkeler vardır. Bunlardan biri olan: “Audi, vide, tace”, “Dinle, Gör ve Ketum Ol” anlamına gelir ve masonların genel yaşam biçimlerini şekillendiren tavrı özetlemektedir. Masonlar arasında; dinlemek, görmek yolunda bir adım olarak kabul edilmekte ve bu eylem neticesinde kişinin yaşam üzerine düşünüp gerçeği kendi içinde aramaya başlamasının gerekliliği vurgulanmaktadır. Masonlar arasında sık kullanılan diğer bir ilke ise V.i.t.r.i.o.l.’dir. Bu insanın içine bir yolculuğa çıkıp, kendi ve evren üzerine derin bir düşünceye sevk edilmesi gerektiğini savunur. Masonlar bu düşünceden yola çıkarak aralarına yeni katılan adayı sadece bir mumun yandığı ve bir kitap ile kuru kafanın bulunduğu karanlık bir odada ölüm ve yaşam üzerine düşündürmek amacıyla yalnız bırakırlar.
Masonluk, Orta Çağ’da katedralleri, sarayları, şatoları inşa eden taş ustalarından oluşan Operatif Mason localarından çıkmıştır. 8. yüzyıldan 12. yüzyılın ortalarına kadar inşaat işleri kilisenin tekelindeydi ve bunlar papazların kontrolünde keşişler tarafından gerçekleştiriliyordu. Daha sonra halktan kişiler de yardımcı veya işçi olarak işe alınmaya ve keşişlerle beraber inşaatlarda çalışmaya başladılar. Bu birlikte çalışmanın sonucunda inşaat sanatına ilişkin bilgiler yavaş yavaş sözü edilen sivil kişilere aktarıldı. İnşaat sanatının bilgi ve sırlarına sahip bu hünerli kişiler yeni binalar yapıldıkça yerel idarelerden loncalara bağlı olmama ve serbest seyahat edebilme gibi birtakım imtiyazlar elde ettiler. 11. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Avrupa’da artık tüm katedraller ve önemli binalar bu gezgin Masonlar tarafından yapılıyordu.
Bir kilise büyüğü, bir kral veya bir prens kendi idaresi altında bulunan bir yerde bir katedral, kilise, saray, şato veya kale inşa ettirmek istediğinde Masonların ileri gelenlerinden bir ustaya müracaat eder, onunla bir anlaşma yapar ve ona inşaatın ustabaşılığını verirdi. Bu Ustabaşı, anlaşmasını imzaladıktan sonra mutlak bir yetkiyle hareket eder, Avrupa’nın her tarafına haber salarak, işin muhtemel boyutlarını belirterek meslektaşlarını davet ederdi. Taş yontucular en büyük grubu oluşturduğundan şantiyede toplananlara genel olarak ‘Mason’ denirdi. Şantiyede hem işlerin idaresi ele alınır hem de inşa edilecek binanın mimari planları ve malzeme listeleri saklanırdı. Bunların yanında da sanatkârlara yapılan işler hakkında çeşitli öğretici ve aydınlatıcı bilgiler verilirdi. İşe yeni giren çıraklar da burada yetiştirilirdi.
14. yüzyıldan önce ilk Operatif Mason locaları böyle kendiliğinden kuruluyordu. Bunların loca içindeki işleri düzenleyen özel kuralları yoktu. Ustabaşı bir çırağı işe alır, ona bir yemin ettirilir ve sonra adı deftere yazılırdı. Bunu yapmak için özel bir loca mekânına veya merkezî bir otoritenin iznine gerek yoktu. Ne var ki zaman içerisinde inşaatçılığının parlak dönemlerinin sona ermesi, üstelik meslek sırlarının herkesçe ulaşılabilir hale gelmesiyle Operatif Mason locaları 16. yüzyılın sonlarından itibaren bozulmaya başlayarak 17. yüzyılın ortalarına doğru kaybolmaya yüz tutmuşlardır. Bunu önlemek için localar meslekten olmayan aydınları da kabul ederek teşkilatlarını yeniden canlandırmaya çalışmışlardır. Mason localarının kilise ve devletin baskısından arınmış imtiyazlı hür ortamı, bu baskıdan yılmış olan aydınlar için de bir cazibe merkezi oluşturmuştur.
Meslekten olan Masonlarla meslekten olmayan bu aydınlar arasındaki farkı vurgulamak için sonradan katılan bu aydınlara “Kabul Edilmiş Masonlar” denilmiştir. Kısa bir zaman içerisinde localarda Kabul Edilmiş Masonların sayısının artmasıyla Masonluğun operatif faaliyeti arka plana itilerek ortaya her türlü meslek grubundan bireyin üye olabileceği Spekülatif Masonluk ortaya çıkmıştır.
Bugün Spekülatif Masonluk olarak adlandırdığımız bu yeni Masonluğun doğum yeri İngiltere’dir. Londra’da çalışmakta olan ve üyelerinin çoğu Kabul Edilmiş Masonlardan oluşan dört loca 24 Haziran 1717 tarihinde bir araya gelmiş ve örgütlenerek dünyadaki ilk Büyük Loca’yı kurmuşlardır. İlk Büyük Loca’nın kuruluşundaki temel ilke, o tarihe kadar İngiltere’de belli bir inanç sistemini temsil eden kiliseyle beraber anılan Masonluğu, belirli bir inanç sisteminden uzak tutmak olmuştur. Bu ilke günümüzde hale geçerlidir. Ezoterik ve sadece üyelerine açık olan örgüttür. Dünyanın birçok ülkesinde 5 milyon üyesi ile değişik biçimlerde mevcuttur.
Kafalarda masonlukla ilgili en büyük soru neden hala sadece erkeklere açık bir topluluk oluşudur. Bunun sebebine yönelik ortaya bir çok spekülasyon atılmaktadır. Bunlardan biri Adem ve Havva’dan gelen ve Masonluğun ortaya çıktığı yıllarda kadının şeytani varlık olduğuna dair dinsel bir yargının bulunmasıdır. Diğer bir sebepse masonluk mesleğinin kurumsallaştığı İngiltere’nin, 18. yüzyıldaki muhafazakar, erkek egemen toplum anlayışıdır. Bu dönemde İngiliz kadını sosyal ve iş yaşamında henüz aktif olarak yaşama katılamamıştır. Gelenekçi bir yapıya sahip masonlar kurulduğu günden beri aynı anlayışı sürdürmeye çaba harcadığı için kadınları bünyesine kabul etmemektedir. Bunun yanı sıra 100 yıla aşkın süredir faaliyet gösteren kadın locaları bulunsada bunlar dünya genelindeki masonlar tarafından kabul görmemektedir.
Masonluk ne kadar ezoterik, ataerkil ve sadece üyelerine açık bir örgüt olsa da Büyük Loca’nın kapıları tüm ziyaretçilere açıktır ve isteyen herkesin arşivleri incelemesine izin veriliyor. Bunlar kapılarını üye olmayan kişilere açmıyor olabilir, ama adresleri ve varlıkları gizli değil.
Kaynakça
- https://www.mason.org.tr/masonlugun-kokenleri-ve-dunyada
- https://web.archive.org/web/20180921072251/http://www.mason.org.tr/web/
- https://www.mason-mahfili.org.tr/masonlugun-tarihcesi/turkiyede-masonluk-tarihi/