TÜRK TOPLUMUNUN EYLEMSELLİK TARİHİ MERCEĞİNDE GERÇEK EYLEM NEDİR VE NASIL OLMALIDIR

Protesto ve sol kavramları Batı’dan ithal edilmiştir. Bu kavramlar Anadolu kültürüne ve halkın sosyolojik ve psikolojik yapısına uygun değildir. Anadolu’da Sanayi Devrimi’nin getirdiği sınıfsal yapılanmalar Avrupa’daki kadar keskin bir şekilde birbirlerinden ayrılmamıştır. Daha ziyade, Anadolu’nun kozmopolit kültürü içinde halk zengini fakiri, aydını köylüsüyle bütün olarak emperyalizmin altında sömürülen durumdadır.

Anadolu, tarihi itibarıyla içerisinde çok farklı kültürler ve halklar barındırmıştır. Bu bölgeye sonradan yerleşen topluluklar, getirdikleri kültür ve alışkanlıklar ne olursa olsun bulunduğu toprağın kendi kültürüne uymaya çalışır ve o toprağın verdiği kozmopolit gömleği giyer. Bu kadar farklı kültürler içerisinde büyümüş halkın sınıfsal yapıları da birbirlerine daha yakın ve değişebilir özelliklerle donatılmıştır. Bu durumda eylemselliğin sadece işçi sınıfının omzuna yüklendiği sol ve protesto kavramları, Anadolu halkının sahip olduğu ekonomik sistem ve sınıfsal yapılanmaları itibarıyla siyasi ve iktisadi bir devrim hayalinin aracı olarak bu topraklarda kullanılamaz.

Halkı devrime götürecek olan yol her bireyin topluca bir çalışma düzeni içerisinde kendi alışkanlık ve geleneklerine göre somut materyaller üretmesinden geçer. Birey ürettikçe kendi bireyselliğini ve bulunduğu toplumun yapısının farkına varacaktır. Çünkü ürettikçe ortaya çıkacak olan sonuç bireyin kendi özünün ve aynı zamanda birlikte yaşadığı toplumun karakterinin yansımasıdır.

Türkiye, milli kimliğini büyük ölçüde yitirmiş ve kimliğini ararken küçük gruplara bölünmüş bir halkın ülkesidir. Halk, kendi kültürlerini belli tarihsel olaylar ya da süreçlere odaklayan küçük toplulukların birbirinden gitgide uzaklaşmasıyla kendisini oluşturan bireylerin de bulundukları bütüne yabancılaşmasına engel olamamıştır. Emperyalizmin etkisiyle tüketmek adına üretim yapan -yapmaya çalışan- toplumun içerisinde hem kendine hem de toplumuna karşı yabancılaşmış olan birey, devletin iktisadi ve siyasi politikalarının yetersizliği nedeniyle yaşadığı sorunu sadece ürkek bir kaygı ve merakla izler. Herhangi bir karşı duruş gösterse dahi bu karşıtlık toplumsal dinamiklerin değişimini getirecek olan eylemler olarak sayılamaz. Çünkü eylem, toplumsal bir olgu, bir değişim sürecidir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi boyunca karşılaşılan eylemler, her zaman dış siyasetin topluluklara gösterdiği bakış açıları ve siyasi konjonktürler çerçevesinde gelişmiştir, dolayısıyla eylemlerin ele aldığı sorunlar gerçek olsa bile yaptıkları aksiyonların halkın kültürüne uygun bir çözüm getirememesinden ötürü sadece devlet halk -yöneten yönetilen- arasındaki uçurumun artmasına sebep olmuştur. Özellikle 80 öncesi eylemler o dönemde iki süper gücün çatışmalarının ortaya çıkardığı ideolojik argümanlar temelinde, dış siyasete dönük ve çözüm aramaya çalışan bir yapı sergiliyordu. Eylemlerin arkasında duran TİP, FKF, MDD, Yön hareketi, DEV GENÇ gibi örgütlenmeler belirli ideolojik amaç ve çözüm getiriyordu. Fakat bireysel düşüncelerin sonucunda var olmuş ideolojiler siyasi konjonktürlerin ve devletlerin iktisadi ihtiyaçlarına göre şekil değiştirir ya da kaybolur. İdeolojiler birer aydın ya da burjuva tabakasının ürünüdür ve Türkiye’deki 80 öncesi eylemlerin çeşitli ideolojileri merkeze koyarak ilerlemesi emperyalizmde karşı çıkılan tabakalaşmayı savunmuş ve üstünde yaşanılan toprakların kültürüne uymamıştır. Eylemlerin direktörleri belli bir aydın kesimdi ve kendi gözlerinde bir kahraman işçi ve köylü sınıfı yarattılar ve her ne kadar iktidarın doğru bulunmayan politikaları, emperyalizme karşı olsa da eylemleri aslında kendi halkını kendi halkına karşı korumak için alınmış tedbirler gibiydi. Maalesef sonuç birbirlerine güvenmeyen bireylerin somut olarak tanıyabildikleri insanlarla gerçekleştirilen günü kurtarma hareketleri oldu.

1980 Türkiye’de iktidarın ve sınıfların birbirlerine bakış açıları bakımından bir dönüm noktasıydı. Halk içerisinde gitgide büyüyen kaygı durumu ve güvensizlik, bir yandan hükümetlerin ekonomik yaklaşımları bireylerde yeni ekonomik davranışlar doğurdu. Artık halk içerisindeki insanlar daha bireyseldi, gerektiğinde destek görebilecekleri bürokratik yapılardan yoksun olan halk sadece kendisinin ve çevresindekilerinin ekonomik ve sosyal güvenliklerini önemsiyordu artık. Bu bağlamda eylemlerin yapısı ve dinamiği de değişti. Eylemler gittikçe daha olay odaklı, umutsuz, bireysel ve sadece iç politikalara gömülü fikirler çerçevesinde gelişen protestolara dönmüştür. Çözümsellikten uzaklaşılmış ve 80 öncesi eylemlerin adi birer kopyası haline gelmiştir. 80 öncesinin aksine eylemler artık bir ideoloji merkezinde toplanmayıp içerisinde farklı düşüncelerden insanları barındırmaya başlamıştır. Bu durum iyiye işaret etse de eylemlerin içerisinde bulunanların tek ortak yönünün mevcut iktidarlara karşıt olması, bu toplulukların aslında kısa süreli çözümler odağında toplandığını gösterir.

Eylem bir başkaldırıdır. Bu başkaldırı bazen sloganlar ve dövizlerle aşılan yollarda, bazen bir üretimde, bazen çalışma sistemine karşı yapılan tembellikte gösterir kendini. Her eylem başkaldıran topluluğun iktidarla ilişkisini gösterir bize. Yapılan eylemler halkı yansıtmadıkça eylemin işlevselliğinden söz edilemez. Bu bağlamda başkaldırılar, toplumun her sınıfını kapsamalı ve mücadele süresince arada kalmış bir izleyici kitlesi kalmamalı. Gerçekleştirilen eylemler belli bir merkez tarafından oluşturulmuş fikirler çerçevesinde ilerlerken bir yandan toplumun farklı kesimlerine yayılmaya çalışmak yerine, düşünsel temel hayatın doğal akışı içerisinde topluma benimsetilmeli. Toplumun her kesiminden insanın katıldığı çeşitli üretim merkezleri ve kooperatifleri kurulmalı ancak bu üretim merkezlerinde amaç insanların tüketmesi değil, topluluk içerisindeki bireylerin kendi farklılıklarını ve çevrelerinden aldıkları geleneği somut gerçekliklere dönüştürebilmeleridir. Böylece eylem hızlı ve peşi sıra birbirini takip eden değişimlerin oluşturduğu bir araç olmaktan çıkıp amacın düzenin kendisi olacaktır.

Leave a Reply