Bu yazıda, tarihe tanıklık etmek isterken nasıl yarı yolda kaldığımı, bir röportaj yapma isteğiyle İstanbul’a apar topar gidişimi ve az sonra adı geçecek olan malum dükkâna girip kâle alınmayışımı anlatacağım sizlere. Gazeteci olduğumu iddia edemem fakat bir bakıma burada yazdığımız yazılarla basına dahil oluyor, haberdar etme ve haberdar olma sorumluluğu taşıyor olduğumuzu düşünüyorum. İtiraf etmeliyim ki bu sorumluluğun vermiş olduğu bir özgüven de mevcut bende. Bu özgüven de hakkında yazı yazacağım, tarihini anlatacağım firmaya gidip röportaj yapabilme dileğimi dile getirmeme yardımcı oldu. Fakat öyle bir reddedildim ki yine az önce bahsettiğim güven hissine dayanarak, neredeyse 150 yıllık sevilen bir marka hakkındaki soğuk düşüncelerimi dile getirmekten çekinmeyeceğim. Daha farklıca ifade etmem gerekirse, bir yandan ister istemez başarılarını öveceğim ve güzel bir örnek olarak adlandıracağım ve diğer yandan markayı mütevazı olmadığı gerçeğiyle yereceğim. Yazdıklarım reklam ya da skandal olacak kadar okunmayacak olsa da öğrenci gazetesinde yazar olarak da belli bir okur kitlesine sahibim. En azından sizlere sesimi duyurma imkânım var. Bu imkândan sonuna kadar faydalanacağım efendim.
Muhtemelen çoğunuz anladınız hangi şirketin tarihini yazacağımı ama ben konuya giriş faslını biraz uzun tutarak, sakinleşmeyi bekliyor ve olanları size objektif bir gözle sunmak istiyorum. Olur da şirket dahilindeki kimseler okurlarsa eğer, o gün Eminönü’ndeki sabrımı ucundan tadabilirler. 16. Yüzyıl İstanbul’unda ipeğin değerli kahvenin keyifli olduğu yıllardan başlayıp varacağım nokta Kuru Kahveci Mehmet Efendi ve Mahdumları Komandit Şirketi’dir. Firma yetkililileriyle daha sonra yaptığım görüşmeler de aslında o kadar da kapalı kutu olmadıklarını fark ettim. Ee kahve işi yapan profesyonel bir şirketin bir kaç kişi nedeniyle farklı algılanmasına neden olmak gibi bir amaç da taşımadığım için elimden geldiğince objektif bir şekilde anlatacağım.
[box_dark]Kahve İstanbul’a Nereden Geldi?[/box_dark]
Yola Aden’den başladığını bildiğimiz kahve, 1500’lerde Yemen Valisi Özdemir Paşa ile Osmanlı Saray’ına girdi. Saray’da içilen kahve dövülmesinden pişirilmesine kadar ki süreçte kontrol ediliyordu. Saray hanedanının içtiği kahvenin kalitesinden sorumlu bu kimselere kahvecibaşı deniliyordu. Bir zaman sonra kahve saraydan konaklara konaklardan ise evlere kadar herkesin sofrasına girdi. Ünü saray dışına çıkan kahve sonraları devlete ait dibeklerde (=Taştan veya ağaçtan yapılmış büyük havan) dövülmeye başlandı. Bu işi yapan kişiler artık dibekçiler adını aldı. Dibekçiler kahveyi döverken içine nohut ya da benzeri kalitesini düşüren maddeler karıştırmasın diye başlarına dört yeniçeri ustası verildi. Reşat Ekrem Koçu’ya göre hâl böyle olsa da yeniçeriler ile dibekçiler aralarında anlaşıp yine işin içine nohut karıştırıp kârı bölüşüyorlardı. Dolandırıcılığın dahi işin içine gireceği şekilde köklenen kahve kültürü, kahvehaneler ve kahve dükkanlarının açılmasıyla daha yerleşik bir kültür hâlini almış oldu.
[box_dark]Eminönü‘nde Bir Sokak: Tahmis[/box_dark]
İstanbul’da ilk kahvehane Taht-ul Kale’de (Bugün bizim bildiğimiz ismiyle Tahtakale’de) 1544 yılında iki Suriyeli Arap tarafından açıldı. Kahvehanelerin bulunduğu sokak günümüzdeki adını yani Tahmis adını o zamanlarda aldı. (Tahmis kurukahve anlamına gelmektedir.) Zamanla bu mekanlar sosyal yaşamın merkezi hâline geldi. 1871’de Eminönü Tahmis Sokak’ta Türkiye’nin en eski öğütülmüş kurukahve satışı yapan dükkânı Kurukahveci Mehmet Efendi ve Mahdumları ilk mağazalarını açtı.
[box_dark] Kuru Kahveci Mehmet Efendi ve Mahdumları[/box_dark]
144 yıllık bir aile şirketi olan Kurukahveci Mehmet Efendi ve Mahdumları, kahveyi ilk kez kavurup öğütmeye başladı. Bir bakıma kahve öğütme işini profesyonelleştirerek halen çok sevilen bir markanın ilk adımını attılar. Kavrulmuş kuru kahve işine ilk başlayan Mehmet Efendi olduğu için, şirket onun ismiyle anılıyor. Halbuki ailede kahve işine giren ilk isim Hasan Efendi’ydi. Fakat Hasan Efendi sadece çiğ çekirdek ve baharat satışı yapıyordu. “1871’den beri” ifadesini kullanırken Hasan Efendi’nin işe başlama tarihini değil kurukahvenin satışını baz alıyor şirket. Bugün, şirket Afrika’dan Amerika’ya, 50 farklı ülkeye Türk kahvesi ihracatını yapıyor. Kurukahveci Mehmet Efendi ve Mahdumları Kolektif Şirketi’nin internet sitesinde yazan bilgilere göre ise kendilerini bu konuda kültür elçisi ilân ettiklerini okuyabilirsiniz.
Ben yazıda Kurukahveci Mehmet Efendi ve Mahdumları diye tekrarladıkça muhtemelen “mahdum ne yahu?” diye soranınız olacaktır. Yazımı yazmadan öncesine kadar “mirasçı” anlamına geldiğini düşündüğüm mahdum, erkek çocuk/oğul demekmiş. Mirasçıdan çok da uzak bir anlam taşımıyor sanki. Başkaca çıkarımları olanlar varsa onlar için açıklamış oldum. Şirket, Mehmet Efendi ve oğullarının. Şirketin başarılı yolculuğunda Mehmet Efendi’nin oğullarının ayrı ayrı yaptıklarını inceleyebiliriz
Hasan Selahattin, 1934’te soyadı kanununun çıkmasıyla ailenin soyadı Kurukahveci olarak belirleyen oğul oldu. Aynı zamanda firmanın yurtdışı ile bağlantılarının temelini uluslararası etkinliklere (fuar ve festivaller) katılarak attı. Diğer kardeş Hulusi Bey kavrulmuş kuru Türk kahvesinin toplu üretimini başlattı ve Tahmis Sokak’taki binayı yaptırdı. Ardından Ahmet Rıza Bey bugün de kullanılan meşhur parşömen kağıtla ambalajı başlattı. Kavrulmuş kahveyi hemen paketleyip sattıkları bugünkü mağazalarda, halâ bu ambalaj kullanılmaktadır. Eğitimini yurt dışında alan Ahmet Rıza Bey’in başarılı tanıtım ve reklam çalışmalarıyla, bana kalırsa, marka bugünlere kadar gelmeyi başardı. (İhap Hulusi Bey ile işbirliği için aşağıdaki başlığı okuyun lütfen) Ayrıca bu dönemde şehir içinde kuru kahve dağıtımı başladı. Afiş ve takvimlerin de bastırılmasıyla Mehmet Efendi’nin çağdaşlaşması sağlandı. Tahmis Sokak’taki ilk dükkanla beraber Ahmet Rıza Bey iki yeni yerin, biri İstiklal diğeri Galatasaray Sahne Sokak’ta, açılışını yaptı. Şu an biri Kadıköy’de diğeri de Eminönü’nde olmak üzere iki Kurukahveci Mehmet Efendi ve Mahdumları satış mağazası var. Şirket asıl üretimi ise tabi ki bu küçük yerlerde değil, sanayi bölgesindeki büyük bir fabrikada yapıyor.
Beni Tahmis’teki yere almayan görevli mahdumlardan birisi miydi onu öğrenemedim fakat “Size ancak yetkililer bilgi verebilir” diyerek beni kibarca uzaklaştırdıkları şirketin halâ bir aile şirketi olma özelliğini koruduğu, yine internet sitesinde yer alan bir bilgi. Sadece Türkiye’de Türk kahvesi değil onun yanında filtre kahve, kakao satışını bir çok ülkede de yapıyorlar ki bu ne olursa olsun bir başarı hikâyesidir. Kurukahveci Mehmet Efendi’nin tarihindeki en talihsiz olay 1960’lar ve 1970’ler de yaşanılan döviz sıkıntılarında kahvenin lüks tüketim ürünü olarak adlandırılması ve fiyatının 20 dolardan 500 dolara kadar çıkması oldu. Bu dönemde Türkiye’ye hiç kahve çekirdeği gelmedi ve toplamda on yıl şirket kuru kahve üretemedi. Kahve fiyatlarında indirime gidilene kadar Türkiye’de kahve çekirdeği üretimi denendi. Anlatmadan geçemeyeceğim bir olay var ki okuduğunuzda sizleri şaşırtacağına eminim. 22 Mayıs 1964 tarihli Hürriyet Gazete’sindeki habere göre Anadolu’da kahve yetiştirme başarılı olmayınca bu iş Tekel eliyle yapılmaya başlandı. Dönemin Tekel bakanının açıklaması 1974 ekonomik krizinde fiyatı aşırı artan kahvenin tüketimini azaltmış mıdır bilmiyorum fakat komik olduğu kesin. Marie Antoinette’in meşhur “Ekmek yoksa pasta yiyiniz” yakıştırmasına benziyor.
“Tiryakiler kahveden aldıkları keyfi çaydan da alabilecektir.”
“Kahve içmemek memleket severliktir.”
Tüm bunlara rağmen, Türk Kahvesi diye bildiğimiz kahve aslında yine güneyden gelen kahve çekirdeğinin kavrulduktan sonra incecik öğütülmüş halidir ve üreten bu şirketin başarısının sırrı da öncelikle devlet eliyle yapılan bir üretimi ticari olarak üretip, tüketicinin kolaylıkla ulaşmasını sağlamaları olmuştur. Bununla beraber kaliteli kahve çekirdeklerini seçmeleri de köklü bir şirket olmalarını kolaylaştırmış olmalı. Bana kalırsa Türk kahvesi Mehmet Efendi’nin, Mehmet Efendi de Türk kahvesinin adı. Harıl harıl çalışan gençlerle ufak bir mağaza da olsa, Eminönü kuru kahve kokusuyla kaplı. Tahmis sokak kahve almak için sıraya giren insanlarla dolup taşıyor. Şirketin yakın zamanda yapmış olduğu ambalaj değişimiyle (parşomenden daha uzun ömürlü teneke ve plastik ambalaja geçiş) ihracat yaptığı ülkelere kaliteli Mehmet Efendi kahvesini götürmesi kolaylaştı. Kahve kültürüne aşina olan Arap coğrafyasına çokça satış yapıldığı benim öğrendiklerim arasında. Bununla beraber şirket başarısına katkı sağlayan, size bahsetmek istediğim iki önemli isim daha var.
[box_dark]Markanın arkasında iki önemli isim: İhap Hulusi Bey ve Mimar Zühtü Başar[/box_dark]
Kurukahvecinin hala Eminönü’ndeki ilk dükkanlarında hizmet verdiğini söylemiştim. Gittiğimde kimseyle görüşememekle birlikte şirket politikası gereği fotoğraf çekmenin de yasak olduğu söylenince, yalnızca dış cephe fotoğrafları çekebildim. Biraz araştırınca binanın mimarı Mimar Zühtü’nün Arkitekt dergisindeki yazısında, 1933’te yaptığı, gördüğüm kadarıyla halâ aynı olan binanın içeriden fotoğraflarına ulaşmanın çok da zor olmadığını gördüm. Üretim yeri yalnızca bu küçük yerle sınırlı olmasa da 82 yıldır sabit bir yerinin olması markanın bu derece ünlü olmasında mutlaka önemlidir.
İhap Hulusi Bey’i tanıyanlarınız vardır umarım. Adına yazı yazılası bu kişi zamanın çok ötesinde çalışmalarıyla öne çıkan bir isim, bir grafik tasarımcısı. Resme ilgili olan benim gibilerinizin dikkatini çekeceğini düşündüğüm işlere imza atan önemli bir isim ve bu isim Kurukahvecinin dünyaya açılan yüzünün tasarımcısı. Hem bütün olarak bol köpüklü Türk kahvesine benzeyen, Mehmet Efendi ve Mahdumlarının ilk amblemi olan “MM” yi içinde bulunduran ve keyifle kahve içen bir figür. (Belki bu kadar detaylı görmemiş olabilirsiniz ben Ziraat Bankasının başağında ZB yazdığını çok yeni fark ettim örneğin.) Ahmet Rıza’nın reklam çalışmalarını yürüttüğü dönemde İhap Hulusi Bey tarafından hazırlanan bu amblem halâ kullanılmaktadır. Günümüzdeki yuvarlaklı, elipsli, saçma sapan yeni amblemlerin yanında nedendir bilmiyorum ama Kurukahveci Mehmet Efendi’ninki bana daha samimi geliyor. Bilmiyorum belki kahveyi sevdiğimden bana kahveyle alâkalı her şey samimi geliyor. Kurukahveci Mehmet Efendi ve Mahdumları Tahmis şubesi bile.
Ee bu yazı üstüne bir bol köpüklü kahve için artık, afiyet olsun.
KAYNAKÇA
Kuru Kahveci Mehmet Efendi İnternet Sitesi, http://www.mehmetefendi.com
Mimar Dergisi Arkitekt, 1933, sayı 4,http://dergi.mo.org.tr/dergiler/2/91/963.pdf
Gündelik Hayatımızın Tarihi, 2002, Kudret Emiroğlu