İhsan Oktay Anar’ın kitaplarıyla biraz geç tanışmış olsam da, kendisi çok sevdiğim yazarlar arasındadır. Geçen senenin başında, İhsan Oktay Anar’ın yeni kitabının yayımlanacağını duyduğumda çok heyecanlanmıştım. Ama aynı zamanda bu haber biraz endişe verici olmuştu benim için. Notos dergisi tarafından 20. yüzyılın en iyi 40 romancısı arasında gösterilen yazarımız, küreselleşen ve hızlı tüketmeye dayalı dünyamıza yenik mi düşmüştü yoksa? Çünkü en son kitabı ‘Yedinci Gün’ün üzerinden 1 yıl daha yeni geçmişti ki, yeni bir kitabı daha çıkıyordu. Her ne kadar Ahmet Altan’ın geçen sene çıkardığı ‘Son Oyun’ adlı kitabı, yazılma süresi ve kitabın kalitesi arasında bir bağlantı olmadığını gösterse de, yine de kitaplarında derin felsefi ve tarihi olaylar ile kavramlar üzerinde duran yazarımız için bu süre yeterli miydi? Kitabı çok merak etsem de, ancak çıkışından 8 ay sonra okuyabildim. Okuduktan sonra bu düşünce ve endişelerimin yersiz olduğu ortaya çıktı.
Zaten ‘Galiz Kahraman’, diğer İhsan Oktay kitaplarına göre bazı noktalarda aynı olsa bile; genel olarak bakıldığında çok farklı bir kitap. Yazarımızın diğer kitaplarında olduğu gibi, konu İstanbul’da geçiyor. (Anar’ın hayatında sadece 3 defa İstanbul’a gitmiş olmasına rağmen, kitaplarında İstanbul’u bu kadar iyi biliyor olması “Çok gezen mi, yoksa çok okuyan mı?” sorusunu bir kez daha akıllara getiriyor.) İnsanların zaafları ve kötü yanları, yine kitabımızın temelini oluşturuyor. Bu sefer insanların zayıflık, çirkinlik ve kabalık yönlerine eğiliyor yazarımız. Kitaplarında mutlaka kendinden bir parça bulunduran yazar, bu özelliğini bu kitabında da devam ettirerek kendisini eleştiren yazarları ve eleştirmenleri bir güzel tiye alıp, kitabın ana güldürü etkenlerinden biri yapıyor. Aslında bu eleştiriyi ‘Yedinci Gün’ adlı kitabında toplumu sanatı üretenler ve tüketenler olarak ikiye ayıran Anar, bu kitabında ise sanatı tüketenleri yerden yere vuruyor.
Daha önce de dediğim gibi bu kitap klasik bir İhsan Oktay kitabı değil. Kitaplarında görmeye alışkın olduğumuz ağdalı ve eski kelimelerden oluşan dilini, bu kitabında çok fazla derinden hissedemiyoruz. Bu kitabındaki dili diğer kitaplarına göre çok daha sade, belki de yazarımızın dilini sadeleştirmesinde kitabın konusunun günümüze birazcık daha yaklaşması etkili olmuştur. Normalde kitaplarında efsaneleri, karanlık dehlizleri, dar sokakları ve türlü türlü gariplikleri kullanan yazar, bu kitapta bunlara çok başvurmuyor. Aynı zamanda kitabın başkarakterinin de direkt sokağın içinden olması, alışkın olmadığımız diğer şeylerden biri. Normalde karakterlerin felsefi (Puslu Kıtalar Atlası’ndaki karakter Uzun İhsan ve Descartes arasındaki benzerlik),tarihi (Amat’taki baş-karakterin denizci olması) ve mucit (Yedinci Gün’deki başkarakterimiz) yönleri ağır basarken Galiz Kahraman’ın başkarakteri İdris Amil’in sıradan bir insan olması da, alışkanlıklarımızın dışında. İdris’in ismi, hırsızların tanrısı ‘Hermes’ten mi yoksa kalem tutanların piri ‘Hz. İdris’ten mi geliyor; bu da kitaptaki muammalardan biri. Bu arada, buradaki İdris Amil karakterinin ‘Yedinci Gün’deki İdris Amil ile bir bağlantısı olmadığını belirtmek, kafa karışıklıklarını gidermek adına önemli. Kitabın bir diğer karakteri Efgan Bakara ise yazarımızın çok sevdiği Ahmet Hamdi Tanpınar kitaplarında gördüğümüz sahafları andırıyor; ama aynı zamanda o, kitapta dürüstlüğü ve bilgeliğiyle idealize edilmiş karakter.
Kitabımızın temel konusu aslında şaşırtıcı. Çünkü, bir röportajında yeni kitabının konusunun Adnan Menderes ve Deniz Gezmiş etrafında; hukuk temalı bir konu olacağını söyleyen yazarımız belli ki fikrini değiştirmiş. Kitabın konusu frenkmeşreplik ve hırsızlık olarak karşımıza çıkıyor. Ümmü Gülsüm Kıraathanesi’ndeki diyaloglar ve olaylar, bize Ahmet Mithat Efendi’nin kitaplarındaki frenkmeşrepliğin eleştirilerini ve güldürülerini hatırlatıyor. Hırsızlık kitapta şöyle anlatılmış: “Hırsızlık mesleğinde haysiyetsizliğe yer yoktur. Namzetlerin saf temiz, gönlü tok, mütevazı ve mümkünse dindarca olması tercih edilirdi.”
Galiz Kahraman, genel hatlarıyla karşımıza bu şekilde çıkıyor. Her ne kadar, kitap yazarın diğer kitaplarından farklı olsa da yine de size İhsan Oktay Anar tarafından yazıldığını fazlasıyla hissettiriyor. Kitabın karakterimizin yapısına bağlı olarak hızlı bir şekilde akması kitaba tat katan etkenlerden bir diğeri.Son olarak, etrafınızdaki eleştirilere çok da kulak asmadan bence bu kitabı alıp okuyun ve kitaplığınızdaki güzel yerlerden birine koyun.