“Ah Teo, tonlar ve renkler ne büyük şeyler. Bunları hissetmeyi öğrenemeyen biri ise gerçek yaşamdan ne kadar uzakta… Tümüyle özgür olamamak çok zoruma gidiyor.”
Vincent Van Gogh’u nasıl bilirsiniz? Belki Yıldızlı Gece tablosuyla, absenthe içip kulağını kesmesiyle, yoğun renkleriyle veyahut bir cümle ağırlığındaki o çok derin kelimeleriyle. Öyle ya da böyle bizlere tonları, renkleri hissetmeyi öğreten, ruhumuzun elinden tutup renk cümbüşlerinin arasında koşturan bir ressamdır Van Gogh. Oldukça da sansasyonel bir hayatı olmuştur Vincent’in. Hangi tablosuna bakarsanız bakın bu sansasyonel ve acılarla dolu hayatın kıyısına köşesine dokunmuş bir detay iliştirilmiştir mutlaka o tonların arasına. Van Gogh ne denli yüksek kültürün ayrılmaz bir parçası olsa da son zamanlarda popüler kültürün de sarıp sarmaladığı bir ressam olduğu su götürmez bir gerçek . Hatta öyle ki şu anda Airbnb’ye girip sadece 30 TL karşılığında kendinizi Van Gogh’un “Arles’teki Yatak Odası” tablosunun içinde buluvermeniz ve o odada konaklamanız mümkün. Chicago Sanat Enstitüsü’nün 14 Şubat-10 Mayıs arasında gerçekleşmekte olan Van Gogh’s Bedrooms sergisine özel olarak hazırladığı bu uygulama Van Gogh’un ne denli hayat damarlarımızın içine sızdığını bir kez daha gözler önüne seriyor. İşte biz genel olarak böyle biliyoruz Van Gogh’u. Kendisine 100-150 yıl kadar geç kalmış olsak da varlığını buram buram hissediyor, böyle biliyor ve böyle seviyoruz. Şimdiyse Van Gogh’un gözümüzdeki yerini bambaşka bir noktaya taşıyacak, onu çok daha başka şekilde sevdirecek bir proje geliyor karşımıza: Loving Vincent.
O renkler, ait oldukları kanvaslarından ayrılarak kanlanıp canlanıp bizi farklı bir maceraya davet ediyor da diyebiliriz aslında. Van Gogh’un sanatı şövaleleri geride bırakarak bambaşka yerlere koşmaya başlayalı epey vakit geçti zaten. Ama şimdiki proje Van Gogh’u bambaşka bir yere, beyaz perdeye taşıyor. Lafı daha fazla uzatmadan gelelim projenin ayrıntılarına. Aslında Van Gogh tablolarını dile getirmeyi amaçlayan bu proje yaklaşık iki sene önce bir Kickstarter hayali olarak başladı. Ama insanlar onu öylesine sarıp sarmaladı ki yüzlerce insan bir Kickstarter hayali olarak başlayan bu projeyi hayata geçirmek için elini taşın altına koydu. Projenin sahibiyse bu projeye başlama sebebini şu şekilde açıklıyor:
“O, abisine yazdığı bir mektupta şöyle diyor: ‘Biz sadece resimler aracılığıyla konuşabiliriz.’ İşte bu kelimeler benim için çok önemliydi ve bu filmi yapma sebebimiz tamamen bu cümle. Biz onun hikayesini resimleriyle anlatıyoruz.”
Van Gogh’un tablolarını ve karakterlerini dijital animasyonla değil, 100’ü aşkın ressamın Van Gogh ile aynı tekniği kullanarak sıfırdan çizdiği resimlerle animasyon haline getiren yapımcılar oldukça muazzam ve bir o kadar hummalı bir çalışmaya imza atmışlar. 120 Van Gogh eserini, onun kaleminden çıkan 800 mektup ile konuşturarak Van Gogh’un gizemli ölümünü ve bir o kadar gizemli hayatını dillendirmeyi amaçlayan animasyon “dünyanın ilk uzun metraj resim animasyonu” olma özelliği taşıyor.
Geçtiğimiz günlerde ilk fragmanı yayınlanan ve sanat ile teknolojinin harikulade birlikteliklerine bir yenisini daha ekleyerek bizi Van Gogh’un bambaşka bir yüzüyle tanıştıracak olan animasyon, başrolde Saoirse Ronan ve Aidan Turner’ın seslendirmeleriyle hayat bulacak. Filmin yapımcıları Breakthru Films ve Trademark Films; yönetmeniyse Polonyalı bir ressam olan Dorota Kobiela.
Van Gogh’un beyaz perdede kendine bir yer ediniyor olmasıyla tüm sanatseverleri oldukça heyecanlı bir bekleyişe sürükleyen Loving Vincent, umuyoruz ki Ağustos 2016’da biz seyircilerin karşısına çıkacak!
Filmin fragmanı:
Daha fazla bilgi için: