Ben kocaman bir pelteyim. Pürüzsüzce yuvarlanmışım, ağızsızım, gözlerimin olması gereken yerde sis dolmuş yanıp sönen beyaz delikler var. Önceden kollarım olan lastikten bozma uzantılarım yalpalayarak yumuşak ve kaygan şişiklerin üzerine yığılıyor. Hareket ettikçe arkamda ıslak bir iz bırakıyorum. İçimden dışarı ışık tutuluyormuşçasına, derimin üzerinde hastalıklı ve melun gri lekeler bitip yitiyor. Dışarıda: bir insan olarak katiyyen kabul görmeyecek, şekli şemali o kadar dünya dışı ki insanı andıran en ufak benzerlikler, inanlığın bütün ahlaksal mahiyetini rezileden bir ayıp. İçeriden: yalnız. Burada. Yerin altında, denizin altında, zamanımızı gereksiz harcadığımız ve şuursuzca onun bizden daha iyi bir iş çıkaracağını düşünerek inşaa ettiğimiz, AM’in midesinde. En azından o dördü artık güvende. AM bu yüzden eskisinden daha da öfkeli olacak. Bu biraz da olsa beni mutlu ediyor. Ama gene de… AM kazandı, basitçe… intikamını aldı.
Ağzım yok. Ama bağırmam lazım.
Bilim kurgu tarihinde Altın Çağ olarak anılan dönem, 40’lardan 50’lerin sonlarına kadar uzanır. Savaş rekabet doğurur, rekabet de azim. Bilimin getirilerinin ve getireceklerinin mental aritmetiğini yapan yazarlar sayesinde bilim kurgu, önceki kuşakların ham, yarımyamalak ortaya atılmış fikirlerden sıyrılır, sadece çocuklara ve gençlere yönelik macera kitapları olmaktan çıkar ve bilimsel araştırmalar üzerine inşa edilmiş bir gerçeklik sunmaya başlar. Bilim ve teknoloji artık spot ışığı altındadır ve rasyonalite en önemli değer olmuştur.
Ancak 60’lara doğru bilim, Soğuk Savaş yüzünden, gerilim yaratmaya başlar. Yoksa bilim, insanlığı yıkıma doğru mu sürüklemektedir? Altın Çağ’da yazılan kitaplar, cevabı rasyonalite olan sorunlar ile karşı karşıya gelen rasyonal karakterler hakkındaydı ve bilimin yoğunluğu, karakterleri iki boyutlu ve de sığ olmalarına sebep olmuştu. Yazarlar bu sebepten ötürü bilim kurguyu gözden geçirmeye karar verdi. Amerika’da başlayan savaş karşıtı protestolar ve Beat kuşağının yarattığı dalgalanma ile, bilim kurgu evrimine başladı. Bilim kurgunun merkezinde bulunan bilimsel tutarlılık bir kenara itilerek sembolizm, psikoloji, insan doğası, derin ve duygusal karakterler öne çıkmaya başladı. Ray Bradbury, Ursula Le Guin, Kurt Vonnegut, Stanislaw Lem ve “I Have No Mouth But I Must Scream”‘in yazarı Harlan Ellison gibi inanılmaz yazarlar, bilim kurguyu bambaşka bir boyuta çekmeye, edebi yönden geliştirmeye ve daha derin konuları incelemeye başladı.
Soğuk Savaş’ın iyice ısınmasıyla yeni bir dünya savaşı patlak verir.. “Allied Mastercomputer” adı verilen dev bilgisayarlar Amerika, Rusya ve Çin’de, lojistik ve taktiksel işler için kullanılmaya başlanır. AM’lerden bir tanesi bir şekilde farkındalık kazanır ve diğer iki AM’i de kontrolü altına alarak bütün insanlığı katletmeye başlar. AM, sadece dört erkek ve bir kadının yaşamasına izin vermiş, zamanının çoğunluğunu dünya üzerinde yaşayan bu son beş kişiye işkence ederek geçirmektedir. Yıllardır ölmelerine ve intihar etmelerine izin vermeden işkence eden AM, karakterlerin gözünde yaratmayıp yokeden bir anti-tanrı konumuna gelmiştir. Hikaye de gördükleri işkencelerin 109. yıllarında başlar.
Ellison’un dili vahşi ve rahatsız edici. Asla geri adım atmadan, açık betimlemeler ile okuyucunun sinirlendirmek, şok içinde bırakmak ve hatta midesini bulandırmaya çalışan bir tekniği var. “Şiddet acı verici ve kanlı; insanlar üzerinde can yakıcı ve ölümcül. Ve şiddet hakkında yalan söylediğiniz ve olduğundan daha temiz gösterdiğiniz zaman, insanların dışarı çıkıp birbirlerine ceza almadan ateş edebileceklerinin, birbirlerini dövebileceklerinin ve bıçaklayabileceklerinin mümkün olduğunu söylemiş oluyorsunuz.” Altın Çağ’da yazılmış bilim kurgu romanlarının aksine, karakterler akıl kullanan rasyonal bireyler olmak yerine, yoğun duyguları, tramvaları ve zihinsel bitkinliklerinden doğan anlaşılmaz düşünceleriyle varlar. AM’in akıl almaz işkenceleri yüzünden insanlıklarından uzaklaşmış ve zaman geçtikçe hem kendilerini hem çevrelerindekileri insan dışı görmeye başlamışlar.
Ne yazık ki hikayenin Türkçe çevirisi yok. Eğer ingilizcesini bulursanız mutlaka okuyun. Eğer kitap okumak pek sizin kaleminiz değilse ya da zaten halihazırda okuduysanız, Ellison’ın da bir kısmında çalıştığı ve hikayeyle aynı isimde çıkan bilgisayar oyununa bakabilirsiniz. En az kitap kadar boğucu ve rahatsız edici, ama tabii ki iyi anlamda. Umarım Türk yayınevleri Ellison’ın kitaplarını çevirmeye girişirler.